Yezidilîk akımının kökeni ve isimlendirilmesi hakkında birçok araştırmalardan çıkan sonuçlardan bir kaçına baktığımızda:
-Haricîler’in İbâdiyye fırkasından ayrılan bir kolun Yezid b. Ebi Uneys’e tarafgir bir grup olmasına binaen verilen bir isimlendirme olduğu,
-Kökenlerinin İran’ın Yezid şehrinden gelmelerine nispeten verilen bir isimlendirme olduğu,
-Muaviye’nin oğlu Yezid’e son derece gösterdikleri hürmete binaen verilen isimlendirme olduğu,
-Ağırlıklı kabul gören araştırmaların ortaya koyduğu bir teze göre de Farsçada melek anlamına gelen “İzed” ya da ilah anlamına gelen “Yezdan” ibaresinin mana ve ruhuna uygun tevil edilmiş isimlendirme olduğunu görürüz.
Peki, ismiyle müsemma bu akımın kuruluşunu kim gerçekleştirdi derseniz yine üzerinde ağırlıklı kabul gören araştırmalardan mutabık kalınan tez sahiplerinin ortaya koyduğu verilere baktığımızda Yezidilîk fırkasını Şeyh Adî b. Müsafir’in kurduğudur. Bu şahsın kuruluş öncesinde Abdülkadir-i Geylânî, Ebû Necib Sühreverdi, Ahmed Rifaî gibi büyük tarikat şeyhleriyle birebir irtibata geçip onların feyiz ve bereketiyle 1130’larda Musul’un Lâleş’e gelerek kendini uzlet hayatına adadığını, buralarda tekkesini kurduğu da rivayet edilir. Hatta kaleme aldığı “İtikâdu Ehli’s-Sünne ve’l-Cemâa ve Kitab fîhi Zikru Ádâbi’n-Nefs” gibi tasavvufi meşrebiyle yazdığı eserlerle etrafında halka oluşturup tasavvufi çizgide bir yol takip ettiği de rivayet edilen tezler arasındadır.
İşte yukarıda belirttiğimiz üzerinde mutabık kalınmış bu söz konusu tezlerin tam aksine bir kısım araştırmacıların ileri sürdükleri rivayet edilen bir başka aykırı tezlerden birincisine göre de:
-Yezidilîk fırkasını kuruluşunda katkı payı olduğu söylenen bu şahsın aslında Şeyh Adî b. Müsafir isminde zat olmayıp tam aksine Mustafa Nuri Adî isminde Nastûri bir keşiş olduğudur. Ve bu keşişin Müslüman olmasıyla birlikte Lâleş manastırında İslam ile Nastûriliği sentezleyip dini bir akım oluşturduğu ve Yezidilerin kutsal addettikleri “Kitabü’l-Cilve ve Mushaf-ı Reş’i” başlıkları altında yazdığı eserleriyle fikriyatını sistemleştirdiğidir. Her ne kadar kendisi Moğollar tarafından 1224 tarihi itibariyle idam edilip öldürülmüş olsa da ardından bıraktığı fikirlerin bir şekilde günümüze dek tüm unsurlarıyla birlikte varlığını sürdürdüğü de bilinen bir gerçekliktir.
Bir diğer dikkat çeken yaygın aykırı görüş olarak ileri sürülen ikinci teze göre ise:
-Yezidilîk fırkasının Şeyh Adî b. Müsafir’in kurduğu tarikatın ölümünden sonra müritlerince devam ettirilip ancak Şeyh Hasan b. Adî döneminde kuruluş gayesinden git gide uzaklaşarak aşırılığa kaçan sapkın bir akıma dönüştüğüdür.
Gelinen noktada ise malum Yezidilîk fırkasının mensuplarına göre Şeyh Adî b. Müsafir hayatında hiçbir şekilde evlenmeyip soyunu dört kardeşi üzerinden sürdürdüğüdür. Bir diğer Yezidi görüşe göre de Sahr adında bir erkek kardeşinin olduğu ve bu kardeşinden Ebi’l Berekât adında evladı dünyaya gelip ondan da “Musa ve Adî” isminde doğan çocuklar kanalıyla soyunu sopunu devam ettirdiğidir. Böylece Musa’nın soyundan gelenler Sünni ekol bir çizgide yol takip ederken, Adîn’in Hasan ve Şerafeddin adında dünyaya gelen çocukları arasından sadece Yezidilerin daha seçkin bilge önder olarak gördükleri Hasan kanalıyla da günümüzde değişik isimler altında kollara ayrılmış Yezidilîk akımıyla da örtüşen ehlisünnet dışı bir yol takip edeceklerdir. Nitekim Hasan’ın Ebû Bekir isminde evladının soyundan gelenler Kataniler ekolünün takipçileri olarak, diğer evladı Şemseddin’in soyundan gelenler Şemsaniler ekolünün takipçileri olarak, diğer evladı Şerafeddin’in torunu Alaaddinden gelenler ise Adanîler ekolünün takipçileri olarak günümüzde varlıklarını sürdürmüş olacaklardır.
Derken yukarıda sıraladığımız görüşlerden ağırlıklı kabul gören tezlerden hareketle en nihayetinde şunu diyebiliriz ki; bu akımın mensupları kendilerini kimi zaman “Ezdî” kimi zaman da “Ezdî” kimliği ile tanımlamaktalar da zaten. Ancak Yezidilîk akımının mensupları her ne kadar Şiî unsurlarının dışında kendilerini Ezdî ya da Ezdî olarak tanımlasalar da beslendikleri Nasturîlik, Sabiîlik, Zerdüştîlik vs. türü eklektik inanç sistemlerinin öğretilerinden üzerlerine sirayet eden harmanlanmış tipik sırrî karakteristik yapısıyla günümüze dek varlıklarını sürdürdükleri gerçeğini değiştiremeyecektir. Nitekim dışardan esinlenmiş eklektik bu sapkın akımın en son tahlilde geldiği noktada:
-Allah ve şeytan (Melek Tavus) biçiminde düalist özelliği Zerdüştîlikten esinlenerek aldıkları,
-Tenasüh inancını Sabiîlikten esinlenerek aldıkları,
-Güneş, ay ve yıldızlara yönelip tapma şeklinde tazimde bulunmayı Mecusilikten esinlenerek aldıkları,
-Melek Tavus olarak niteledikleri horoz simgesiyle özdeşleştikleri putlara hürmeti Paganizmden esinlenerek aldıkları,
-İçki içmeyi hiçbir şekilde sakınca görmeyip Hristiyanlıktan esinlenerek aldıkları gerçeğini örtbas edemeyeceklerdir. Kelimenin tam anlamıyla bu sapkın akımın öğretilerinin İslami kaynaklarla tamamen taban tabana zıt öğretiler olduğunu, kökleri dış kaynaklara dayalı bir akım olduğunu bizatihi kendi hayatlarında yaşadıkları uygulamalarında bunu görmek pekâlâ mümkün.
Öyle anlaşılıyor ki, kökleri çok eskilere dayanan bu akımın dış kaynaklı öğretilerinin dışında İslam’dan esinlenerek aldıkları öğretilerden geriye sadece çocukların sünnet edilmesi, namaz, oruç ve zekât gibi temel akidelerle ilgili tevil edilmiş şekliyle ete kemiğe bürünmüş bir takım gelenek ve göreneklerin kalıntı izleri kalmıştır. Bu yüzden bir kısım araştırmacılar bu noktada Yezidilîk akımının Asurlu, İranlı, Hıristiyan ve İslami unsurlarıyla harmanlanmış bir Maniheizm akımına dayalı bir fırka olduğu noktasında hem fikirdirler de.
Hakeza bu akımın mensuplarının kapalı toplum olarak hayatlarını sürdürmeleri, aynı zamanda kapalı kutu bir halde Yezidi inançlarını gizlemeleri dolayısıyla temel akideleri konusunda haklarında tam manasıyla bilgi edinilmemesini beraberinde getirmiştir. Düşünsenize böylesi kapalı kutu özelliğe haiz Yezidi toplumu ilk olarak Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz döneminde 1872 yılında kendilerine has özel inançlarının olduğundan dem vuraraktan askerlikten muaf olmalarına gerekçe olarak gösterebilmişlerdir. Neyse ki 19. Yüzyılın sonlarına doğru Yezidilîk akımınca kutsal addedilen “Kitabü’l Cilve ve Mushaf-ı Reş” adlı kitaplara bilim dünyasının bir şekilde erişmesi sayesinde Yezidiler hakkında pandora’nın kutusu açılıp böylece edinilen bilgilerin ifşa edilmesi neticesinde sır küpü olmaktan çıkmış olacaklardır. İşte erişilen bu iki kaynak kitaptan ve sahada edinilen bilgilere dayanarak ifşa olmuş bu akımın temel öğretilerine baktığımızda İslam’ın kelime-i şehadetini “Lâ ilâhe illallah Emin Cebrail Habibullah (Allah’tan başka ilah yoktur, Cebrail Allah’ın sevdiğidir)” olarak tevil ettiklerini görüyoruz. Hiç kuşkusuz kelime-i şehadet içerisine ilave ettikleri Emin Cebrail’den maksat Yezidilîk akımının horoz sembollerinden şeytan vasfında addedilen Melek Tavus’tur. Temel akidelerine göre Melek Tavus, güya Allah’ın elçi meleği olduğunu, Şeyh Adî’nin Allah’ın meleği ve Yezidilerin mürşidi olduğunu, Sultan Yezidinin Allah’ın meleği, dünyayı aydınlatan nur ve insanlığın kurtuluş umudu olduğudur. Yezidilîk akımının yaratılış hadisesine bakışı da güya Melek Tavus’un bütün yaratılmışlardan önce var olduğu şeklinde bir bakış açısıdır. Bu bakış açısına göre Melek Tavus, Abd Tavus’u (Şeyh Adi’yi), sevdiği Yezidi kullarını dosdoğru tariki müstakime sevk etmek gayesiyle gönderdiğidir. Öyle ki Melek Tavus hak ve hakikati önce şifahi emirlerle bildirip, sonra da Yezidi olmayanların okumaması şartıyla Kitabül Cilve aracılığıyla bildirdiğidir güya.
Peki, Mushaf-ı Reş kitapta yaratılış hadisesi nasıl anlatılmakta? Hiç kuşkusuz Kitabül Cilve adlı kitapta yazılanlardan farklı bir yaratılış hadisesi ortaya konulup kitapta geçen ifadelere göre; güya Allah yaratılışın başlangıcında beyaz bir inci halk edip Enfer adlı kendi yarattığı bir kuşun üstüne koyup 40 bin yıl onun üzerinde istiva ettiğidir. Sonra ilk olarak Pazar gününü halk edip bugüne has 7 meleğin en büyüğü olan Azrail’i (muhtemelen Cebrail) yarattı. Ki, bu Melek Tavus’tur. Pazartesi günü Melek Derdail’i halk etti. Ki; bu halk edilen Şeyh Hasan’dır. Salı günü Melek İsrafil’i halk etti. Ki; bu halk edilen Şeyh Şems’tir. Çarşamba günü Melek Mikail’i halk etti. Ki; bu halk edilen Ebû Bekir’dir, Perşembe günü Melek Cebrail’i (muhtemelen Azrail) halk etti. Ki; bu halk edilen Seccacüddin’dir. Cuma günü Şemnali halk etti. Ki; bu halk edilen Nâsuriddin’dir. Cumartesi günü Melek Nurail’i halk etti. Ki; bu halk edilen Şeyh Fahreddin’dir. Allah 7 yıl beklemenin akabinde Melek Tavus’u yarattığı tüm meleklerin başı yaptı. Sonrasında Allah yedi kat göğü, yeri, güneşi ve ayı halk edip bu halk ettiklerini hırkasının yakasına koyunca o an melekler inciden çıkıverdi. Allah inciye öyle bir gür seda ile seslendi ki, inci bu gür seda sesten adeta titreyip dört parçaya ayrılıverdi. Derken bu inciden akarsular, denizler teşekkül edip dünya yuvarlak oluverir. Ve Allah o esnada Cebrail’i bir kuş şeklinde halk edip salıverince o da incinin parçalarından güneş, ay, yıldızlar, bitkiler ve arşı yaratıverdi. Allah’ta bir gemi halk ederek içinde bin yıl seyahat etti. Sonra gelip Lâleş’e istiva etti.
Peki ya, Yezidilîk akımında tenasüh oruç, zekât, helal haram, velayet ve bayramlara bakışları hangi ilkeler doğrultusunda ilerliyor derseniz özetle maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:
-Yezidilîk akımında tenasühü, yani bugünkü ifadeyle reenkarnasyonu inkâr etmezler, yani ölen bir kimse iyiliğine ve kötülüğüne göre muameleye tabii tutulup iyilerden biriyse başka bir insana, kötülerden biriyse cezasını çekmek üzere domuz, eşek, köpek gibi hayvan türlerinin suretine bürünür. Büründüğü hayvanların cesetlerinde bir müddet cezasını çekip arındıktan sonra iyi insan suretine bürünür. Bu bir anlamda kötüler için cehennem bu dünyada çeşitli hayvan bedenlerinde ceza çekmek olurken, iyiler için Cennet ise semada bir yere uçma olarak mükâfatlandırma manasınadır.
-Yezidilîk akımında oruç havas ehli ve avam olarak tasnif edilip, burada havastan maksat Yezidi din âlimleri olup havastan kasıt ise Yezidi halkın geneli avam manasınadır. Dolayısıyla din âlimlerine özel kılınan oruçtan maksat 20 günü Aralıkta, 20 günü Temmuzda, 3 günü Lâleş’te Şeyh Adî türbesinde, 80 güne tamamlanmak üzere tutulan oruç ise türbe ziyareti dönüşü tutulan oruçtur. Avam için tasnif edilen oruçtan maksat ise Yezidilerin genelini Aralık ayının başından itibaren tutması gereken üç günlük oruçtur.
-Yezidilîkte zekât müritlerin alın teriyle elde ettikleri gelirlerinin %10’unun şeyhlere, %5’ini pirlere, %2,5’ini kendilerini es fakir olarak addeden o günkü şartlarda toplumun aydın gözüyle baktıkları aydın kesime verilmesidir.
-Yezidilîkte bitkilerden marul, bakla ve lahana, hayvanlardan ise balık, geyik ve horoz eti türünden gıdalardan yemek haramdır. Hele ki hayvanattan Melek Tavus’un sembolü gözüyle baktıkları horozun yenilmesine asla müsaade edilmez. Hakeza giysi olarak da koyu mavi renkte elbise giymek, helaya girmek ve hamamda banyo yapmakta haramdır. Ayrıca bir insanın ağzından çıkması muhtemel “şeytan ve mel'un” türü ibarelerinin telaffuz edilmesine asla müsaade edilmez.
-Yezidilîkte Melek Tavus’un yeryüzüne inip idaresi altına aldığı yönünde inandıkları Nisan ayının ilk Çarşamba gününden ay sonuna kadar devam eden günler bayram olarak yâd edilir. Hakeza 28 Eylül ila 3 Ekim arası günlerde günahlarının affedileceklerine inandıkları Cemai Bayramını, Yezid b. Muaviye’nin doğduğu günün anısına kutlanan Yezid Bayramını, hem Şeyh Adî’nin 3 Ağustosta tuttuğu oruca binaen kutlanan Şeyh Adî Bayramını hem de doğum gününün anısına kutlanan Bülende Bayramını yâd etmeyi de ihmal etmezler.
-Yezidilîkte hiyerarşik yapılanma müritler ve ruhanilerden üzerine kurulu olup bu yapılanma içerisinde müritler genellikle çiftçilikle uğraşan kesimi oluştururken, ruhani kesimi de dini ve dünyevi yönden en üst seviyede ki erkân gözüyle bakılan Mirler denen Emirler, Şeyhler, Pirler, Fakirler, Kavallar ve Köçekleri oluşturur.
Vesselam.