Öcalan medyanın dilinden rahatsızmış, İmralı’ya haftalık tavafını yapıp dönen Pervin Buldan öyle diyor.
“Terörsüz Türkiye” için bebek katiline bebek katili demeyecekmişiz. Apo’yu tıpkı Erdoğan ile Bahçeli gibi ‘kurucu önder’ olarak tesmiye edecekmişiz.
Ama hayatının baharında toprağa düşen şehitlerimize de ‘ ceset’ denilmesine katlanacakmışız. Yani Türkçesi, Apo’yu yaptığı ihanetlerle anmak yasak ama şehitletimizi değersizleştiren her ifade serbest olsun istiyorlar.
Bir tarafın, öteki tarafın sinir uçlarına dokunduğu kışkırtıcı bir dil ile barış olur mu?
Bilhassa Bahçeli’nin aşağıdan alan mahkum dili bu çirkin üslubun benzini olmuştur.
Bir terör örgütünün silah bırakması için günün her vaktinde liderini parlatmanın,
günahlarını örtmenin bu tip süreçlerde faydası olmaz. Yapılan her övgü karşı tarafın cüret ve cesaretini artırır. Talep çıtasını yükseltmesine neden olur. Bir istiyorsa bin istemeye başlar. Daha önemlisi, bu tip övgülerin evlatlarını kaybeden ailelerin manevi dünyasında açacağı yara ve atide benzer tehditlerle karşılaşma durumunda sebep olacağı milli refleks kaybıdır. Haini ödüllendiren bir sistem vatan savunmasını sahipsiz bırakır, en büyük zararı ülkeye verir.
Bir örgüt, lideri şişirilerek etkisiz hale getirilmez, bu üslup, Örgüt çevresinde mücadelelerinin haklılığına olan inancı artırır.
Nitekim bu edilgen tavırdan sonra DEMP eşbaşkanı Bakırhan,” anayasal vatandaşlık olmalı, ana dilde eğitim için düzenleme yapılmalı ve yer isimleri iade edilmeli” diyerek “ şartsız” denilen süreçle ilgili partisinin şartlarını açıkladı. Bu taleplerin ilk ikisi için anayasanın değişmesi şart. Anayasal vatandaşlıktan kasıt Vatandaşlığın Türklükle ilişkilendirilmesine itirazdır. Dil meselesinde ise okullarda Kürtçe seçmeli ders. Kimsenin dilini öğrenmesine engel olunmuyor, onca ideolojik kışkırtmaya rağmen vatandaş bildiği bir dili bir defa daha öğrenmeyi abes buluyor ve bunu tercih etmiyor.
Öte taraftan bazı bölgelerde özellikle düğünlerde Kürtçe dışında müzik kullanmama yönünde ciddi mahalle baskısı yapılıyor. Bir taraftan özgürlük ve demokrasi nutukları atılırken öbür taraftan bölgede Türkçe’nin önünü kesmek için her şey yapılıyor.
Yer adlarının gerçekte bölücü söyleme kazandıracağı bir şey yok. Yavuz Selim döneminin tahrir defterlerinde bile Anadolu’da yer isimlerinin büyük ekseriyeti Türkçedir. Yer isimleri iade edilsin diyenler mesela Kobani’ye gelince önceki ismi olan Ayn El Arap ismine dönmeyi şiddetle reddediyorlar. Oysa Kobani’den önce bölgenin ismi Arapça ve Ayn El Arap’tı. Kaldı ki, Kobani’de Kürtçe değil, ingilizce Company’den bozmadır.
İsimler adını taşıdıkları yerlerin tapuları ve bir nevi aidiyet belgeleridir. Taleplerin arka planında isim değiştirerek sahiplenme amacı yatıyor.
Ne yazık ki,sonucunu hesap etmeden buna müzahir olan güya demokrat veya liberal şapkalı bir kitle de var. Bu kafayla gidildiğinde İstanbul’a Kostantin, İzmir’e de Smyrna dememiz gerekir. Bunun sonunun nereye varacağını ve kimlerin ekmeğine yağ süreceğini söylemeye gerek yok.
Üzücü olan, bütün bu olumsuzluklara mecliste sadece İYİ parti ve lideri sn Müsavat Dervişoğlu’nun tepki göstermesi, milletin hukukunu onların korumaya çalışmasıdır. Onun için bilinçli olarak İYİ partinin oyları sipariş anketlerde kırpılarak küçük gösteriliyor.
İYİ partinin itirazlarının küçük bir çevrenin itirazları olduğu imajı verilmeye çalışılıyor. Bir partinin yüzde 5’i temsilen itiraz etmesi ile yüzde 20’yi temsilen itiraz etmesi bir değildir. Tepki ne kadar küçük gösterilirse milletin kaderi ile oynamak isteyenlerin eli o kadar güçlenir. Azı kimse dikkate almaz. Onun için İYİ partinin fikri, söylemi ve cüssesi ile büyümesi gerekiyor. Milliyetçi siyaset ne kadar büyürse yanlış politikaları engelleme kabiliyeti o kadar artar. Bu ses ve siyaset dalga dalga büyümeli, büyütülmelidir. Türkiye’nin buna en çok şimdi ihtiyacı var.