Ali İhsan Dilmen

Tarih: 24.11.2025 16:53

BAHÇELİ NE YAPMAK İSTİYOR?

Facebook Twitter Linked-in

Sayın Devlet Bahçeli'nin İmralı çıkışından sonra kendilerini milliyetçi olarak tanımlayan siyasilerde hareketlilik başladı.

Üç odak hayli hareketli.

Bunlar, siyasi odak olarak İYİ Parti, Zafer Partisi, Basın Yayın Dünyasında Sözcü etrafında odaklaşan ulusalcı Kemalistler..

Bunlar, muhalefeti o derece ileri götürdüler ki, insan  bazen sormadan edemiyor.

Sanki bu çabanın Suriye'de yaşanan iktidar değişimi ve Suriye'nin yeniden yapılanmayla ilgisi yokmuş, bölgede yaşananların ülkemize etkileri olmayacakmış gibi davranıyor, hatta karşıtlığı o kadar ileri götürüyorlar ki, sanki Terörsüz Türkiye ve bölgeye yönelik atılan adımlar Abdullah Öcalan'ı cezaevinden çıkarmak, onu bir siyasi partinin başına getirmek için yapıldığını ileri sürebiliyorlar..

Ve bu iddialarını gerçek muamelesi yaparak milliyetçilik anlayışları üzerinden pozisyon alıyorlar.

Bütün bu çabaları, “Öcalan'a af, onu bir siyasi partinin başına geçirmek için yapıyorlar” demek duygu manipülatörlüğünden başka nedir acaba?

Allah aşkına, bütün iddialar doğru diyelim.

Sormak gerekmez mi, Bahçeli bunu niçin istesin?

Bunun kendisine, temsil ettiği siyasi çizgi ve partisine ne faydası olacak?

Şunu açıkça ifade etmek lazım.

Bu iddiaların iler tutar bir tarafı yoktur.

İddialar sadece çözüm isteyenleri karalamak için yapılmaktadır.

Normal şartlarda bu iddiaları “deli saçması” diyerek gülüp geçmek gerekir ama terörün yıllar içinde toplumda açtığı yara, oluşturduğu kaygı ve endişelerin taşıdığı riskler dikkate alındığında toplumsal barış için oluşturacağı tehdit ve tehlikeyi sebebiyle hafife almamak gerekir.

Yani durum ciddidir.

Bu sebeple, konunun hassasiyetini dikkate alan politikaların hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesi gerekiyor.

“Terörsüz Türkiye” süreci açık kalp ameliyatına benzer ve haliyle dikkat edilmez, gerekli özen gösterilmezse enfeksiyon kapma riski yüksektir.

Sürecin baltalanma ihtimali dikkate alınarak riskler minimize edilmelidir.

Bana göre prensip olarak görüşmenin sakıncası yoktur.

Ancak görüşmenin şekli ve mahiyeti önemlidir.

Hele, Öcalan'a meşruiyet kazandırma gibi düşüncelerin ciddiye alınacak tarafı hiç yoktur.

Devleti yönetme, denetleme ve yasama görevi olan Milli İradenin tecelligahı meclisin yıllara sari olan terör sorunu karşısında inisiyatif alması öncelikli görevidir.

Şeklini ve içeriğini biraz şartlar belirler.

Şartlar ise süreci tıkayacak nitelikte olmamalıdır.

***

Gelelim siyasal milliyetçiler dışında sürece karşı çıkan diğer bir kesim Ulusalcı Kemalist kesimlere.

1920 ve sonrası şartlarda kabul etmediğimiz Sevr benzeri politikaların tezahür edeceği ve ülkeyi yönetenlerin buna izin vereceğini iddia etmek, dünya ve bölge değişirken şartların aynı kalacağını düşünmek ve iddia etmek ülkeye korkuya bağlı ideolojik pranga vurmaktan öte anlam taşımaz.

Böyle iddialarda bulunmak, tarih, sosyoloji ve siyasi dinamikleri doğru okuyamama, yeni korkular üretmek gibi handikaplar doğurur ve toplumun dinamizmini öldürür, iç sorunlarla boğuşmaya mahkum eder.

Dünya, 1920’den sonra büyük savaş yaşadı ve o savaştan sonra uzun yıllar Soğuk Savaş dönemiyle geçti

Ve Soğuk Savaş dönemi bitti, dünya düzeni çift kutuplu olmaktan çok kutuplu bir döneme evrildi.

Dünya farklı bir yöne giderken bölgemizin bu değişimlerden etkilenmeyeceğini düşünemeyiz.

Bugün, ABD bölgede yeni bir dönem başlatmak istiyor ve bunun için bölge dinamiklerini kendi lehine olacak şekilde biçimlendirmek, yönetmek arzusunda  bunu da saklamıyor.

Türkiye, bu isteğe direnme, bölge halklarıyla politika üretme imkan ve kabiliyetine sahip yegane ülkedir.

Bahçeli ve ülkenin güvenlik bürokrasisinin gördüğü sanırım budur.

Ve gördükleri karşısında yaptıkları, önce içeride, sonra bölgede ülkemizin etkin olmasını sağlamak, muhtemel tehditlerle karşı karşıya kalma riskini bertaraf etme arayışıdır.

Ak Parti iktidarının son yıllarında ortaya çıkan yönetim zafiyetlerin varlığı, bu durumun toplumda oluşturduğu kutuplaştırma, içeride enerji kaybına sebep olmaktadır.

Bahçeli bu politikalardan rahatsızdır ve çözüm aramaktadır.

Maalesef ülkemiz, yönetici irade tarafından günden güne felakete sürüklenirken, gelişmeleri seyretme lüksüne sahip olamayız.

Ve bu sürüklenişin kısmi sorumluluğu birazda  topluma güven veremeyen anamuhalifetin politikasızlığından kaynaklanmaktadır.

CHP’nin sadece  iktidarın başarısızlığı üzerine kurduğu kutuplaştırıcı politikanın ötesinde, kendilerine ihtiyaç olduğunu söylemesi topluma güven vermemektedir.

Oysa ülkemizde, kötü yönetim, keyfilik ve hukuksuzlukları önleyecek, felaketlere sürüklenmemize engel olacak, yeni bir diriliş iksiriyle toplumun buluşmasını sağlayacak, toplumsal kesimleri kapsayacak duruşa ihtiyaç vardır.

Terörsüz Türkiye ve bölge politikalarında gösterilecek irade, ülkemizin demokrasisi ve hukuk devleti açığının kapatılması konusunda da mesafe alınmasında etkili olacaktır.

Netice; Biz istesekte, istemesekte bölgenin beşeri coğrafyasını dikkate almak ve bunu kabul etmek zorundayız.

Hiç kuşku yoktur ki, “coğrafyanın kader” oluşu, coğrafyada yaşayan insanların varlığı, değişmezliği bakımından bir gerçeği ifade eder.

Komşularımızı değiştirme gibi bir tercihimizin rasyonel karşılığı yoktur.

Böyle bir şey istemek akıl dışıdır.

Bütün hesaplar bu reel duruma göre yapılarak politika üretilmelidir.

Türkiye bölgenin en güçlü ve dünyaya açık tek ülkesidir.

Gücümüzü fark edelim.

Tehlike ve tehditler üreterek içe kapanmak yerine, cesur kararlar alarak bölgesel politikalar üretmeliyiz.

Toparlayacak olursak.

HDP, DEM siyasi geleneğinden gelenler için elbette Öcalan önderdir, görüş, düşünce ve tavsiyeleri önemlidir, kıymetlidir.

Ancak çözüm için yol, çare arayan diğer siyasileri, ülkenin yıllarca başını ağrıtan, canını yakan bir sorunun önderi durumunda olan, yargılanarak terör örgütü liderliğinden ceza verilmiş bir kişiyi "kurtarmak istiyorlar" "Parti kurduracaklar" iddiasıyla, "Öcalan seviciliği" ile suçlamak kesinlikle meseleyi saptırmak, olmayan bir şeyi oluyormuş gibi göstererek manipüle etmek "Sorun bizim dediğimiz gibi çözülmüyorsa varsın çözülmesin" demektir.

Ülkemiz insanı eğer bunu istiyor, sorun çözülmesin diyorsa biz ne diyebiliriz ki?

Yeter ki, sorun tüm yönleriyle konuşulmuş ve öyle karar verilmiş olsun.

Bunun yerine duygular tahrik ediliyor, ajitasyon yapılıyorsa orada sıkıntı vardır.

Zira, duyguların egemen olduğu yerde hiçbir sorunu çözmek mümkün olmaz.

Çünkü makuliyet ve akıl devre dışıdır.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —