Mustafa Toygar

Tarih: 28.08.2022 21:32

TÜRKÜLERIMIZ - III

Facebook Twitter Linked-in

Dostlugun, sevginin ve askin maddeye müncer oldugu günümüzde, sadâkatin, hasbîligin, fedâkârligin ve ferâgatin menfaat denizinde bogulmaya yüz tuttugu dünyamizda bugün her zamankinden çok daha fazla türkülerimizin ruhunu idrâk etmek ve sözlerinin sirrina ermek mecbûriyetinde degil miyiz? Zâten çok kiymetli bir millî kültür hazinesi olan, çok etkili bir ifâde gücüne sâhip bulunan ve “gönül sifâsi” diye de tesmiye olunan türkülerimiz; -ilk iki bölümde açiklamaya çalistigimiz pek çok özelliginin yaninda, sunu da vurgulamamiz gerekir ki- hem nagmesi, hem de sözleriyle, sâdece bir mûsikî eseri degil, ayni zaman da çok önemli bir hikmet, irfan ve nasihat membaidir. 
“Gel ha gönül havalanma / Engin ol gönül engin ol / Dünya malina güvenme / Engin ol gönül engin ol” diyebilmeye; “Telgrafin tellerini arsinlamali / Yâr üstüne yâr seveni kursunlamali” sözlerinin derûnda sakli olan sadâkat sirrina erebilmeye, “Neye gamlanirsin dîvâne gönül / Elbet bir gün kis gider de yaz gelir / Ben dertliyim diye sikâyet etme / Âsik isen bu cefâlar az gelir” ferâset ve basîret ufkuna varabilmeye; “Gâfil gezme saskin bir gün ölürsün / Dünya kadar malin olsa ne fayda / Söyleyen dillerin söylemez olur / Bülbül gibi dilin olsa ne fayda” gerçeginin suuruyla yasayip Âhiret azigi hazirlamaya muhtaç oldugumuzu, irfânî hikmetlerle yüklü türkülerimizi dinlerken mükerreren idrâk etmez miyiz? 
Türkülerimizde dile gelen;  “El vurup yâremi incitme tabip / Bilmem sihhat bulmaz hicrâneler var / Dert vurup da yârem eylersin derman / Her can kabul etmez virâneler var / Vay dünya, dünya fânisin dünya / Oy dünya, dünya yalansin dünya / Cân ile cânâni alansin dünya / Yalansin dünya” hükmündeki yalin gerçege muttalî olmaya; fânî olana deger vermeyip, “Dünyayi dünyada bosayip gitmeye”; “Bütün dünya senin olsun / Bir dost, bir post yeter bana / Atlas libas senin olsun / Bir dost, bir post yeter bana / Beyler tahtindan inerler / Ayaksiz ata binerler / Topraga gömüp dönerler / Bir dost, bir post yeter bana” suuruyla hareket etmeye; “Geldi geçti ömrüm benim / Ömrüm, kadrini bilmedim / Bir kus gibi uçtu ömrüm / Ömrüm, kadrini bilmedim” dizelerinde, ömür sermâyesini beyhûde harcayanlara “Eyvâh!..” faslindan bir nasihat verilmesine ve “Tükendi nakdi ömrüm, dilde sermâyem bir âh kaldi / Derûn-i derdimi Lokmân’a gösterdim / Dedi eyvâh bu derdin defûnine çâre / Hakiki bir Ilâh kaldi” uzun havasinin yüreginde sakladigi anlamlari idrak etmek için “akleden kalp” ile  türkülerimizi dinlemeye günümüzde ne de çok ihtiyaç oldugu âsikâr degil mi?
Sunu da ifâde etmemiz gerekir ki türkülerimizde dile gelen; “Har içinde biten gonca güle minnet eylemem / Arabî, Farisî bilmem, dile minnet eylemem / Sirat-i müstakîm üzre gözetirim rahîmi / Iblisin tâlim ettigi yola minnet eylemem” diyebilme erdeminin önemini, “Erenlere gönül verdim, yola çevirdiler beni / Damla bile degil idim, göle çevirdiler beni / Tohumu döl eylediler, dikeni gül eylediler / Yâri bülbül eylediler / Güle çevirdiler beni” sözlerini sûfî bir idrakle “kâl”den  “hâl”e çevirebilmenin anlamini, “Semâdan sirr-i tevhidi  duyan gelsin bu meydâne / Derûn içre bir gün Allah diyen gelsin bu meydâne”  diyenlerin ve “Seyreyle güzel Kudret-i Mevlâ neler eyler / Allah’a sigin, Adl-i Teâlâ neler eyler /  Meyl’eylemezem gayrisina Hazreti Hak’tan / Sol yüzleri dost, özleri düsmandan usandim” gazelinin bize verecegi kul olma dersini ve insan-i kâmil olma yolunda hangi mesâfeleri kat edecegimizi “kalb-i selîm”  ile düsünmemiz gerekmez mi?  
Muharrem ayinda Kerbelâ faciasinin hüznünü yüreginin bütün hücrelerinde duyan, dergâhlardaki müzik âletlerini rafa kaldiran, sofralarda suyu azaltan, yemeklerdeki tuzu çogaltan ve ezanlari Hüseynî makaminda okuyan insanimiz Ehl-i Beyt-i Mustafâ’nin sehâdetinin o büyük acisiyla gönül sazina selpe vurunca; “Hasan’im agu içti, leb-i sükker âh çeker / Hüseyin attan düstü, kime sikâr âh çeker / Nerde kalmis acabâ, bak ZüIfikâr âh çeker / Ali’nin on bir oglu yerde yatar âh çeker / Fatma ana cigeri sizlar sizlar âh çeker / Hüseyin attan düstü sahra-i Kerbelâ’ya / Cibrîl kurban haber ver Sültân-i Enbiyâ’ya” dizeleri baglamanin tellerinden yanik yanik dökülmez mi? 
Halkimizin yürek sesi olan; dize dize, ezgi ezgi, makam makam nagmeleri ve havalariyla hayata bakisimizi sözleriyle ortaya koyan, insanimizin; “dünya, kader, tâlih, zaman, gökyüzü, ecel” mânâlarinda kullanip, olumsuz anlamlar yükledigi “felek” kavrami da türkülerimizde çok sik yer almistir. “Zalim felek degirmenin döndü mü / Bagin bahçen sular ile doldu mu / Ben yaparim sen yikarsin bendimi / Döne döne nöbet bize geldi mi” türküsünde felek; insanlari ögüten, yikip yok eden degirmene benzetilerek felege kahredilmesi çok anlamli bir biçimde dile getirildigi gibi; “Ben ayrilmaz idim felek ayirdi / Aglama gözlerim Mevlâm kerimdir”  denilerek felek mazmunundaki kastin “Ilâh” olmadigi da çok âsikâr bir biçimde ifâde edilmistir. Türkülerin vicdânina emânet edilen felek kavrami bâzen; “Su yalan dünyaya geldim geleli / Tas tas içtim agulari sag iken / Kahpe felek vermez benim muradim / Vîran oldum mor sümbüllü bag iken” çagrisimiyla; bâzen “Ask dedigin bir atesten gömlektir / Basimizda dönen çark-i felektir / Ele çirkin, bana hûri melektir / Bir güzelden yâdigârdir bu sevdâ” benzetmesiyle;  bâzen “Bu daglar kömürdendir / Geçen gün ömürdendir / Felegin bir gusu var / Pençesi demirdendir” tesbihiyle; bâzen “Daglar dagimdir benim  / Dert ortagimdir benim  / Aglatma zâlim felek / Yaman çagimdir benim” yorumuyla; bâzen “Daglar dagladi beni / Gören agladi beni / Ayirdi zalim felek  / Derde bagladi beni” nitelemesiyle; bâzen  “Sabahtan esti de bir kanli sazak  / Felek bize kurmus kötü bir tuzak / Bilmem derdimizi kimlere yazak / Daglar bana geri verin gardasim”  sitemkâr ifâdesiyle, bâzen “Mihrican mi degdi, gülün mü soldu / Gel, aglama garip bülbül, aglama / Felek bastan basa kimi güldürdü / Gel, aglama garip bülbül, aglama” üzüntüsüyle; bâzen “Felek sâd olacak günün görmedim / Garip gönlüm bir efkâra düsürdün / El uzatip gonca gülün dermedim / Bülbül gibi intizâra düsürdün”  melâliyle; bâzen “Felek çakmagini üstüme çakti / Beni bir onulmaz derde birakti / Vücudum sehrini odlara yakti / Yandim atesine su leyli leyli”  kederiyle; bâzen “Yaz gelende yayla çikam senin basina / Kurban olam topragina tasina / Zalim felek agu katti asima / Agam nerden asar yolu yaylanin” hüznüyle; bâzen “Kahpe felek sana nettim neyledim / Attin gurbet ele pârelerimi / Âkibetin beni silamdan ettin / Kestin mümkünümü, çârelerimi” kahriyla ve bâzen de “Bugün benim efkârim var, zarim var / Degme felek degme telime benim / Gül yüzlü cânâni elden aldirdim / Ecel oku degdi gülüme benim / Degme felek degme gülüme benim” inkisâriyla dile getirilmis ve “felek” kavramina farkli anlamlar yüklenerek dizelere dökülmüstür.
Kâinat muhabbet üzerine, sevgi üzerine, ask üzerine yaratilmistir… Türkülerimiz de, yaratilis gayemizin ifâde ettigi bu fitrî hakîkâte mebnîdir. Ulasilmasi mümkün olan bir seye karsi hissedilen duygu, “Mutlak Hakîkât”e ulasma yollarinin bir vasitasidir. Bu sebeple, “Gâh çikarim gökyüzüne seyrederim âlemi / Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni”   diyen türküler, bizleri alip bambaska diyârlara götürür. Çünkü bizim türkülerimizde; gönül gönderimize çekilen muhabbet sancaginda aklin aska gelerek kendinden geçmesine, hayâl âlemimizde duygu çiçeklerinin açmasina, kalbin sevgi pinarindan bâde içmesine ve bir “Ilâhî” askla “Nefes”lenen ruhlarin mâverâya kanatlanip uçmasina sâhit olursunuz.
 Ask; bir fâniye fedâ edilemeyecek kadar degerli bir duygu oldugu için, “ask-i mecâzî”, “Ask-i Hakîkî”ye yol buldugu zaman ebedîlesir… Türkülerimizde, Ilâhî aska giden yolun beserî sevginin tekâmülüyle meydana geldigi, bu olgunlugu veren dergâhlarin rahlesinde insanimizin “Hüsn-ü Ask”i buldugu ve “Yesil köskün lambasi”nin Ilâhî askla yanmaya karar kildigi anlatilir anlatilmasina, ama bizler; ya çok geç anlariz, ya da hiç anlamadan “bize ayrilan vakti” gaflet içinde zamani katlederek geçiririz... Ahmet Hamdi Tanpinar’in “Anadolu’muzun iç romani” diye tarif ettigi türkülerimizin özünden nasiplenmedigimiz takdirde; “Incecikten bir kar yagar / Tozar Elif Elif deyi / Deli gönül abdal olmus / Gezer Elif Elif deyi” ezgisinin dis zarfini zâhirî olarak terennüm eder, fakat mazrufundan haberdâr olmadan bu dünyadan göçüp gideriz.    
Türkülerimizde his dünyamizi kiyâma durduran nagmeler dile gelirken, dinleyenlerin göz pinarlarindan süzülen inciler de yanaklarda gamzelesir. “Yâr, deyince kalem elden düsüyor / Gözlerim görmüyor aklim sasiyor / Lambada titreyen alev üsüyor / Ask, kâgida yazilmiyor Mihriban” türküsü söylenirken bir duygu firtinasi eser gönüllerimizde… Türkülerimiz unutulan sevdâlari yeniden yasatir insanimiza... Dumani hâlâ tüten asklarin yüreklerde küllenmedigini; “Kara gözlüm bu ayrilik yetisir / Iki gözüm pinar oldu gel gayri / Elim degse akan sular tutusur /  Içim disim yanar oldu gel gayri / Aylarin sirtinda yillar tasindi / Sanma ki garibi eller düsündü / Bebekler evlendi yollar asindi / Kozalaklar çinar oldu gel gayri” sözleriyle sarsildigimizi,  “Siyah saçlarin da hatem yüzlerin / Garip bülbül gibi zaralar beni / Hilâl ebrûlarin, âhu gözlerin / Tig-i sevdâ ile yaralar beni” dizeleri seslendirilince ya da “Yarim senden ayrilali /  Hayli zaman oldu gel gel / Bak gözümden akan yasa / Âb-i revân oldu gel gel”  dizelerini veya “Karadir kaslarin ferman yazdirir / Bu dert beni diyar diyar gezdirir / Lokman hekim gelse yaram azdirir. / Yarami sarmaya yâr kendi gelsin” diyen ve bizleri “of” ile “âh” sarkacinda gidip getiren o güzelim türkülerimizi duydugumuzda bir kere daha fark etmez miyiz? 
   “Deli gönlün” mahzûn ve mahcup duygularini kendi lisâninca anlatan türkülerimiz;  sevgiliden, anadan, siladan, vatandan kopmanin ya da koparilmanin hüznüyle, kalbinde derin tahâssürler yasasa bile; “Ne aglarsin benim çesm-i siyâhim / Bu da gelir bu da geçer aglama / Göklere yükseldi feryâdim, âhim / Bu da gelir bu da geçer aglama” diyerek istikbâle ümitle bakilmasi gerektigini çok içli ve sâmimi bir biçimde dile getirirken, kalbimizdeki kadim yaralara da merhem olur. Sunu da ifâde etmemiz gerekir ki; evine elvedâ diyecek olan bir gelin kizin ayrilik ve vuslat duygularini birlikte yasadigi bir zaman dilimini; “Kinayi getir aney / Parmagin batir aney / Bu gece misafirem / Yaninda yatir aney ” dizeleriyle ve muhtesem ezgisiyle ifâde eden bu Urfa türküsünden daha güzel hangi söz anlatabilir acaba?
Türkülerimiz, daglarin ardindaki hikâyeleri de kendine has bir üslûpla anlatir...   “Erzurum daglari kar ile boran / Aldi yüregimi de dert ile verem” diye baslayan ve ahvâlini anlatan ,  “Bir dag ne kadar yüce olsa bir kenari yol olur / Buna bayram günü derler dostla düsman bir olur” hükmünü ortaya koyan, “Göç göç oldu göçler yola dizildi / Uyku geldi elâ gözden süzüldü” sözleriyle bizi  “sevdâlara salan”, “Ben razi degilem hicrâna, gama / Garip gönlüm hâlden hâle salan var /  Sebâvetten beri bir yol gözlerim / El zanneder uzahlarda kalan var  / Sümmâniyem yâ Rab gönlüm hos eyle / Ya sabir ver, ya da basim tas eyle / Ya bir çift kanat ver,  ya bir kus eyle / Tez ulasam yâr baginda talan ver” diyerek bizi mâverâ menzilli mekânlara ulastiran ve “Bir of çeksem karsiki daglar yikilir / Bugün posta günü canim sikilir / Ellerin mektupu gelmis okunur / Benim yüregime hançer sokulur” diye hüznümüze tercüman olan, uzun havasi ve etkileyici makamiyla bizi hâlden hâle koyan türkülerimiz  ise her dinleyeni alip bir baska âleme götürür... 
Türkülerimiz; mâzîden hâle, hâlden istikbâle uzanan kültür köprüsünü; ‘bir dut dalindan, baglamanin telinden, mizrabin elinden ve siirlerin dilinden’ olusan dört temel direk üzerine kurmustur. Türkülerden olusan bu muhtesem kültür köprüsü; ses ve söz kaliplari kullanilarak, uzun bir tarihî süreç içinde ve zamana karsi mukâvim olarak milletimiz tarafindan insâ edilmis bir sanat sâheseridir. Türk kültürünün mihenk tasi olan türkülerimiz Anadolu yaylalarinda dile gelip, gönüllerimize “dar gelen” hudut boylarinda yankilanirken; “Türk’üz Türkler yoldasimiz / Hesaba gelmez yasimiz / Nerde olsa savasimiz / Türk’üz türkü çagiririz” dizeleri duygularimizi mükemmel bir biçimde ifâde ederken; “Bas koymusum Türkiye’min yoluna /  Düzlügüne yokusuna ölürüm / Asirlardir kir atimi suladim / Irmaginin akisina ölürüm Türkiye’m” derken sinemiz Ay-Yildizli bir sevdâ ile aska gelir…
  Türk’ten uzaklasanlar, türkülerimizi de öksüz biraktilar... “Yastadir hey deli gönül yastadir / Gelir diye kulaklarim sestedir” diye feryat eden türkülerle kendi insanimizdan medet bekledigimizi anlatmaya çalistik yillar yili... Anadolu topragindan eksik olmayan rahmet yüklü safak yagmurlarinin serinligini yüregimize serpmek için; “Ayrilik, hasretlik kâr etti cana / Seher yeli sultanimdan bir haber / Selâmim teblig et kutb-i cihâna  /  Seher yeli sultanimdan bir haber” nidâsiyla seslenip durduk senelerdir…  
Türk’ün yürek sesi olan türkülerimiz, bayram yapamayanlarin bayramini anlatirken; “Bayram gelmis neyime / Anam anam garibem / Kan damlar yüregime / Anam anam anam garibem  / Yaralarim sizliyor / Anam anam garibem / Doktor gelmis neyime” derken, bir digeri de “Anam aglar basucumda oturur / Derdim elli iken yüze yetirir / Bu dert beni yiye yiye bitirir / El çek tabip el çek benim yaramdan / Ölürüm kurtulmam ben bu yaramdan” diyerek bizleri hüzün ummânina götürür. bir baska türkü ise; “Bir acayip sevda düstü serime / Yenemem kendimi aglar gezerim / Daglar taslar dayanmiyor zarima / Bahar seli gibi çaglar gezerim” diye elemle seslenir. Sevip de kavusamayan ve bu sebeple onulmaz bir gönül yarasiyla dünyaya vedâ edenlerin ahvâlini anlatan; “Ham meyvayi kopardilar dalindan / Beni ayirdilar nazli yârimden / Esim dostum tutmaz oldu elimden / Onun için kapanmiyor gözlerim / Benim yârim yaylalarda oturur / Ak ellerin soguk suya batirir / Demedim mi nazli yârim ben sana / Çok muhabbet tez ayrilik getirir” türküsü de hüznün her rengiyle sînemizi daglar. Ve bahti karalarin hâl-i pür melâlini dile getiren;“Kader torbasina elim uzattim / Tecellî kâgidim karali çikti / Ömür defterine bir yol göz attim / Dertlerim içinde sirali çikti”  türkülerimiz sözleriyle ve ezgileriyle yüreklermizi kanatir…
Türkü yakan da, adina türkü yakilan da, sevdâlanip solan, gurbette kaybolan ve cigeri pâre pâre olan da hep bizim insanimizdir. Türkülerimizde, “Davullar ah çeker, zurnalar aglar”sa, biliriz ki hem derdimiz, hem de dermânimiz türkülerde saklidir. Gönlünün bütün perdelerini türküyle aralayan insanlarin gözleri bugulanip, iç geçirerek söyledigi, “Kirmizi gül, demet demet /
Sevdâ degil bir alâmet / Gitti gelmez o Muhammed / Sol revanda balam kaldi / Yavrum kaldi, balam nenni” türküsü hangi ananin içine bir yangin düsürmez?  Ya da “Hastane önünde incir agaci / Doktor bulamadi bana ilaci / Bastabip geliyor zehirden aci / Garip kaldim yüregime dert oldu / Ellerin vatani bana yurt oldu” türküsünü her duydugumuzda bir hastaliktan kaybettigimiz ya da gurbet elde garip kalan bir yakinlarimizin unutulmayan acisi ve onulmaz  yürek sancisi gönlümüzü kanatmaz mi?  
Türkülerimiz, bâzen coskun bir irmak gibi gönülden gönüle akar. Bâzen, “Yüce dag basinda yanar bir isik / Düsmüsem derdine olmusam âsik” diye seslenir. Bâzen  “Yüksek minarelerde kandiller yanar / Kandilin savkina bülbüller konar” nidâsiyla dile gelirken, bâzen de “Bülbül havalanmis yüksekten uçar / Has bahçe içinde gülüm var benim”  diyerek “serinden geçer.”  Bâzen, bir “Seher yildizi” olup âsumani aydinlatir. Bâzen; “Basin öne egilmesin / Aldirma gönül aldirma / Agladigin duyulmasin / Aldirma gönül aldirma” diye gönlümüzü teskîn etmeye çalisir.  Bâzen, “Huma kusu” olup, “yükseklerden seslenir.” Bâzen “Sari gelin” olup “Erzurum”da bizleri “çarsi pazar” gezdirir; bâzen “Kaldir nikâbini görem yüzünü / Aç basini Yaradan’i sevdigim / Siyah zülfün mah yüzünün üstüne / Tel tel eyle Yaradan’i sevdigim” der, bâzen “Zahidem”, bâzen “Nazifem”, bâzen “Oy Sanem”, bâzen “Eminem”, bâzen “Al Fadimem”,  bâzen “Leylâm”, bâzen “Ferâyi”, bâzen “Mefâret Hanim” bâzen “Zeynebim” nakaratli türkülerle kalbimizdeki küllenmis hâtiralari alevlendirir, bâzen de cânâninin kederlenmemesi için “Bir gün bu dünyadan göçüp gidersem / Bosa gider gözyaslarin aglama” diye teselli verir.
Neler anlatilmaz ki türkülerimizde; “Dün gece yâr hânesinde yastigim bir tas idi / Altim çamur, üstüm yagmur yine gönlüm hos idi”  nagmesine, “Sâd olup gülmedim eller içinde / Soldu benim gülüm, güller içinde / Bir bahti karaliyim kullar içinde / Gitti yârim, gurbet elden gelmedi” diye feryat edenlerin sesi eklenirken, “Gönül gurbet ele varma / Ya gelinir ya gelinmez” diyenlerin ve “Ah neyleyim gönül senin elinden / Her zaman aglarim gülemem gayri / Ben biktim usandim elin dilinden / Terk ettim silayi dönemem gayri”  türkülerini dinleyenlerin  de gözleri bulutlanir. Sevdâ atesiyle yüregi püryân olanlar “Bir güzelin hasretinden âhindan / Tutustu her yanim yandi ha yandi” derken, kimisi “Derdim çoktur hangisine yanayim / Yine tâzelendi yürek yarasi” der,  kimisi “Askin ne derin yâreler açti cigerimde / Bir makbere döndü koca dünya nazarimda / Yas kalmadi sâhittir Hüdâ dîdelerimde / Topraklara seni gömmek varmis su zavalli kaderimde / Bir sönmeyen hicrân atasi var içerimde” diyerek feryâd eder, kimisi de “Düsürdün âskin nârina / Karistirdin küle beni / Atin yolun kenarina / Yâr geçtikçe göre beni” diye hâlini ve istegini dile getirir… Bir baskasi “Bilmezdi özüm, gamzene meftûn imisem ben / Âfetzede, dil hasta, ciger hûn imisem ben / Sevdâzedesin sen dediler zülfüne söyle / Çeksin beni zincire ki Mecnûn imisem ben” diye inlerken,  bir digeri de “Mevlâ’m birçok dert vermis / Berâber derman vermis / Su onulmaz derdime / Neden ilaç vermemis” diye gözyasi döker... Ve mecâzî asktan ask-i Hakîki’ye  yol bulanlar ise “Ben derdimi söyleyemem / Dilim yarali yarali  / Bülbülüm amma ötemem / Gülüm yarali yarali  / Ask kitabini açamam / Aki karadan seçemem / Kanadim yok ki uçamam / Kolum yarali yarali  / Hüdâî gafletten uyan / Her geçen günüm bir ziyan / Ruh bir ari, vücut kovan / Balim yarali yarali” suuruyla hareket eder ve fânî olani birakip bâkî olana yönelir...
Türküler, pembe dünyalarin sabun köpügü misâli sönen yalanci asklarini dile getirmez, “Bir âh çeksem karsiki daglar yikilir” ya da “Gel dilber aglatma beni, Sâh-i Merdân askina” misrâlarinda ifâdesini bulan ahlari ve asklari anlatir. “Ahçigi yolladim Urum eline / Eser bâd-i saba zülfün teline / Gel seni götürem Islâm eline / Serimi sevdâya salan o Ahçik / Aman o Ahçik, civan o Ahçik”  diye seslenen Harputlu Mustafa’nin Ermeni kizi Ahçik’e olan askini anlatan yürek yakan hikâyesi sevdâ doruklarinda dalgalanmaya devam ederken, “Aksam olur karanliga kalirsan / Derin derin sevdâlara dalarsin” türküsünün içli nagmeleri de kalbimize dokunur. Tezenenin tellere dokunmasiyla inleyen nice gönüller, baglamayi aska getirirken, Âzerî mahnisinin o essiz ritmiyle; “Fikrimden geceler yatabilmirem / Bu aski basimdan atabilmirem / Neyleyim ki sana çatabilmirem / Ayrilik, ayrilik yaman ayrilik / Her bir dertten âlâ yaman ayrilik” dizelerini  “bahti kara” türkülerimiz terennüm eder. Türkülerimizde; “Niçin aglamayim niçin gülmeyim / Deli gönül bir sevdâya baglandi / Özü sirin, sözü sirindir yârin / Gamzesi ok, kasi yaya baglandi” diye sevdiginin târif edenlerin kervâni “katar katar” yol alirken; kimisi “Gizlenir gönlümün tenhalarinda / Sevdân tüte tüte yandirir beni / Ya ne zaman görsem seni karsimda / Cemâlin deliye döndürür beni” der; kimisi “Nasil methedeyim sevdigim seni / Istanbul, Bursa'yi deger gözlerin / Arasan bulunmaz ruh-u revânim / Izmir’i, Konya’yi deger gözlerin” diye sevdigini târif eder, kimisi “Ne güzel yaratmis seni Yaradan / Istemem esmesin yeller incinir / Güzelsin sevdigim gülden goncadan / Uzanmasin sana eller incidir / Kirpiklerin oktur kasin yay gibi / Gözlerin aklimi etti zay gibi / Cemalin günese benzer yüzün ay gibi / Degmesin zülüfler   teller incidir.” dizeleriyle yârinin güzelligini dile getirir; kimisi “Hazana ermeden bahâr-i ömrüm / Bir muhabbetnâme yaz bana gönder / Hicrine yanmistir dayanmaz gönlüm / Sitemli sözIeri az bana gönder” nagmeleriyle yârinden beklentisini terennüm eder, kimisi de “Bir karakas bir kara göz sende var / Yenilmedik kara sevda bende var /  Yedi yildir derde dermân ararim / Demedin ki derde derman bende var” diye hem gönül verdigi “câninin cânânini” târif eder, hem de kahir dolu sitemlerle türküler yakar…
Gönül dilimizin tercümâni olan türkülerimizde, “üç harf-bes nokta” olaraka vasfedilen askin beserî olani da Ilâhî olani da terennüm edilir. Ancak türkülerimizde “sevdâ yüklü kervanlarin” her hâli dile gelse de, agirlikli olarak beserî askin rengârenk melâli anlatilir. “Bozkirin Tezenesi” hikmetli sözleriyle ve muazzam nagmeleriyle hepimizin yüregine dokunur, asagida yâd edecegimiz türkülerindeki birkaç misrada ne çok duyguyu dile getirir ve gönül tellerimizi titreten her bir ezgisiyle bizi alip baska diyârlara götürür… Simdi gelin bu sevdâ türkülerini hep birlikte yâd edelim: “Gönül dagi yagmur boran olunca / Akar can özümden sel gizli gizli / Bir tenhâda can cânâni bulunca / Sînemi yaralar dil gizli gizli”; “Derde düstüm dermanini aradim / Derdimin dermani yar imis meger / Yâri arar iken yârdan iradim / Yardan ayri kalmak zorumus meger”; “Küstürdüm gönlümü güldüremedim / Baharim güz oldu, yazim kis oldu / Gönüle yârimi bulduramadim / Baharim güz oldu, yazim kis oldu”; “Ben bu yil yarimden ayri düseli / Her günüm bir yila döndü gidiyor / Gene zindan oldu dünya basima / Gönlüm ataslara yandi gidiyor / Ömrüm bos hayâle kandi gidiyor”; “Çirpinip da san ovaya çikinca / Eglen San ovada kal Acem kizi / Ugrun ugrun kas altindan bakinca / Can telef ediyor gül acem kizi”; “Niye çattin kaslarini / Bilmiyom yâr suçlarimi / Ölürsem ben saçlarini / Yolma gayri, leyli, leyli”; “Hep sen mi agladim hep sen yandin / Ben de gülemedim yalan dünyada / Sen beni gönlümce mutlu mu sandin / Ömrümü bos yere çalan dünyada / Yalandan yüzüme gülen dünyada”; “Bilemedim kiymetini kadrini / Hatâ benim, günah benim, suç benim / Elimle içtim derdin zehrini / Hatâ benim, günah benim, suç benim”; “Kirpiklerini ok eyle / Vur sîneme öldür beni / Biktim dünyanin tadindan / Vur sîneme öldür beni”; “Niye çattin gaslarini / Bilmiyom yar suçlarimi / Ben ölürsem saçlarini / Yolma gayri, yolma leyli”; “Aldin aklimi bir bakista / Yaktin yüregim ateste / Al hançeri sînem iste / Acimazsan vur sevdigim”;” Karadir bu bahtim kara / Sözüm kâr etmiyor yâre /  Yüregimi yakti nâra / Kendim ettim kendim buldum / Gül gibi sararip soldum”; “Sevda olmasaydi / Gönüle dolmasaydi / Dünya neye yarardi da / Gözeli olmasaydi”; “Datli dile, güler yüze / Doyulur mu, doyulur mu / Askinan bakisan göze / Doyulur mu, doyulur mu / Ah, doyulur mu, doyulur mu / Canana giyilir mi / Cananina giyanlar / Hakk’in gulu sayilir mi”; “Sevda olmasaydi da / Gönülle dolmasaydi / Dünya neye yarardi da / Gözeli olmasaydi / Nar dânesi dânesi de / Seviyom merdânesi / Güzellerin içinde de / Sevdigim bir danesi”; “Mühür gözlüm seni elden / Sakinirim, giskanirim / Uçan kustan, esen yelden /  Sakinirim, giskanirim / Havadaki turnalardan / Su içtigin kurnalardan / Yerdeki karincalardan / Sakinirim, giskanirim”; “Dane dane benleri var yüzünde / Can alici bakislari gözünde / Bin bir dat var edasinda nazinda / Dünyada yârdan datli var m’ola / Sallani sallani gelen yâr m’ola” ve “Kaslarin karasina / Kurbanim arasina /  Anca sen melhem olun / Göynümün yarasina”   türkülerini dinlerken aska gelmez miyiz? 
Ve “Hayatini türkülerine, türkülerini hayatina adamis essiz saz ve söz ustasi Neset Ertas”in en çok sevilen eserlerinden birisi olan “Evvelim sen oldun, âhirim sensin” türküsünü gözlerimizi kapatarak hep birlikte cânânimizi neseyle terennüm edelim: “Câhildim dünyanin rengine kandim / Hayâle aldandim, bosuna yandim / Seni ilelebet benimsin sandim / Ölürüm sevdigim zehirim sensin / Evvelim sen oldun, âhirim sensin / Sözüm yok su benden kirildigina / Gidip baska dala sarildigina / Gönlüm inanmiyor ayrildigina / Gözyasim sen oldu, kahirim sensin / Evvelim sen oldun, âhirim sensin.” 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —