Selim Gürbüzer

Tarih: 16.08.2021 07:52

Bitki Embriyosu

Facebook Twitter Linked-in

       Bitki embriyonuna geçmeden önce bitkilerin orijini hakkında bilim adamlarının görüşlerini aktarmada fayda var elbet. Şöyle ki bitkilerin orijini ile ilgili Paleobotanik çalışmalar sonucu elde edilen veriler sağduyulu bilim adamları hariç bir takım bağnaz evrimcileri hayal kırıklığına uğratmış gibi gözüküyor. Çünkü Amerikalı Paleobotanikçi Chester Arthur Arnold; “Mevcut bitki gruplarının gelişme seyirleri esnasında geçmiş oldukları basamaklardan bazılarının, nesli kesilmiş bitkiler tarafından gösterileceğine uzun süre inanılmıştır. Ancak bu konuda araştırmalar, yüzyılı aşkın bir süredir devam etmesine rağmen, bu ümit ancak çok az bir dereceye kadar gerçekleştirilebilmiştir. Şimdi tek bir grup bitkinin bile başlangıçtan günümüze kadar olan flogenetik tarihini izleyememekteyiz” görüşünü dile getirmiştir. Hatta kendisi evrimci bir bilim adamı olan Cambridge Üniversitesi Botanik profesörü Dr. Edred Corner bile   “…hiçbir ön yargıya kapılmadan içtenlikle düşünüyorum ki bitkilerin fosil kaydı, özel yaratılışın lehinedir” diye itirafta bulunabilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki biyolojik âlemde bilumum filum, sınıf, takım, familya, cins ve türler olmak üzere hemen hemen tüm flora âleminin dünyanın yaratıldığı günden bugüne hiçbir değişikliğe uğramadan fosil kayıtlarında aynen korunduğu gözlemlenmiştir. Yani evrimcilerin iddia ettiklerinin tam aksine yaratılan tüm canlıların ilkel formlarını gösteren fosillere ve fosil kayıtlarına rastlanmadığı gözlemlenmiştir.  Dahası fosil kayıtlarında mevcut hayvan ve bitkilerin günümüzde yaşayanların orijinaliyle neredeyse birebir örtüştükleri ve aynı yerküreyi birlikte paylaştıkları bilinen bir gerçekliktir.

       Evrimciler bildiğini okuya dursunlar, bakın bitki  embriyosunun orijiniyle ilgili hususta Eski Romalı Doğa bilimcisi Gaius Plinius Secundus, “Doğa Tarihi Ansiklopedisi” adlı eserinde ilk defa palmiyelerin erkek ve dişi ayrımını yapmış ve bu devirlere ait bitkilerin stamen (erkek organ) salgılayıcı organ veya polen tanesine ait atılmış bir ürün olduğunu bilim dünyasına kabul ettirmiş bile. 

        İngiliz Botanikçi ve hekim Nehemiah Grew; “Anatomy of polents” adlı eserinde çiçek üzerindeki erkek organların stamenler olduğunu göstermiştir. Konuyu daha da açıklığa kavuşturmaya çalışan Alman botanikçi Rudolph Jakop Camerarius çevrede erkek bitkiler olmaksızın büyüyen dişi bir dut ağaca ait meyvelerin sadece boş çekirdeklerden ibaret olduğunu gözlemlemiştir. Hakeza Camerarius  “Desexu Plantarum Epistola-Bitkilerin Cinsiyeti Üzerine Mektuplar” adlı kitabında her hangi bir çiçeğin anter (başçık), polen ve yumurtalık kısımlarından meydana geldiğini ortaya koymuştur.

       Joseph Gottlieb Kölreuter Golter; Bir bitkinin stigmasının genellikle kendi türüne ait poleni kabul ettiğini, bir başka bitkinin poleni kabul ettiği durumda ise melez döllerin meydana geldiğini dile getirmiştir. Netice itibariyle gelinen noktada artık Joseph Golter’in tezleri ve Camerarius’un tanımlamaları doğrulanmıştır diyebiliriz. Hatta bu arada çiçek tozlaşmasında aktif görev yüklenen böceklerin önemini belirten ayrıntılı açıklamaların yanı sıra Nikotiana (Tütün çiçeği),  Dianthus (Çin karanfili) ve Matthiola (Şebboy)  türü melezlerin varlığı da tespit edilmiştir.

        Giovanni Battista Amici; bitkinin stigması içerisinde tüylere takılmış bir polen tanesini gördüğünde tüp biçiminde bir çıkıntının uzadığını tespit etmiştir. Böylece bu tespiti sayesinde polen tüplerinin nasıl teşekkül ettiğini aşama aşama gözlemleyen bilim adamlarına ışık saçmıştır.

           Botanikçi Robert Brown; polen tüplerinin kendine has yöntemlerle canlılık kazandıklarını ve muhtemelen stigmanın tozlaşması sonucu bitkinin gelişmesini tetiklediğini dile getirmiştir.

                                       Embriyonun Kökeni  (orijini)

       Mathıas Schleıden polen tüplerinin mikrofilden geçerek bir kanal boyunca yumurtaya girdiğini ve ayrıca polen tüpü ucunda ki embriyo kesesinin yeni bir bitki oluşturmak için hem besleyici bir yuva hem de kuluçka makinesi vazifesi gördüğüne dair bir tez ileri sürmüştür. Fakat Naturistler bu görüşe karşı çıkıp embriyonun polen tüpün uç kısmında meydana gelmediğini, ancak yumurtacığın bir parçası sayılan polen tüpü içerisinde yer alan bir sıvı tarafından döllenmesiyle embriyonun vuku bulduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca araştırmacı biyolog Wilhelm Hofmeister’de “Phanerogomlar” (embriyonun teşekkülü) adlı eserinde embriyonun menşeini polen tüpü değil embriyo kesesi içerisinde ki bir hücre olduğunu belirtmiştir. Nitekim Fucus Vesiculosus (esmer su yosunu) bitki türünün oluşumuna baktığımızda yeni bir su yosunu meydana getirmek için çimlenmeden önce yumurta hücrelerinin spermler vasıtasıyla döllendiği gözlemlenip melez türlerin ise farklı bireylere ait yumurta ve spermlerin birleşmesiyle meydana geldiği gözlemlenmiştir. Hakeza Tatlı su yosunu ‘Vaucheria’ bitki türüne baktığımızda da bilhassa bu hususta Botanikçi Nathanael Pringsheim spermatozoidin yumurtayla birleştiği anı (döllenmesini)  adeta film seyreder gibi gözlemlemiştir.  Bu arada Biyoloji ve evrim araştırmalarıyla tanınan Oscar Hertwig’de malum döllenmenin en önemli özelliğinin erkek ve dişi fertten gelen iki çekirdeğin birleşmesi sonucu vuku bulduğunu ifade etmiştir. Ve böylece en son veriler ışığında polen tanelerinde iki çekirdeğin varlığı ispatlanmış olur.

                                                        Singamin bulunması

     Embriyoloji hakkında önemli hadiselerden biri de hiç kuşkusuz Eduard Adolf Strasburger tarafından Singamin’in net bir şekilde varlığının ortay konuluyor olmasıdır. Zira Strasburger mikrosporun birinci bölünme esnasında oluşan küçük ürünün generatif hücre (çiçek, tohum ve meyve), daha büyüğünün ise vejetatif hücre (yaprak, kök ve gövde)  olarak tespit etmiştir. Nitekim çimlenme durumunda polen tüpünde vejetatif çekirdek ve erkek gamet diye adlandırılan generatif çekirdek bulunur. Bundan başka Eduard Adolf Strasburger yayınladığı raporun son bölümlerinde bazı genellemelerde bulunarak özetle şu sonuçlara ulaşmıştır:

  “-Döllenme erkek gametin nükleusu ile yumurtanın birleşmesi olayıdır.

  -Gametlerin sitoplâzması döllenmeden dolayı oluşmuş değildir.

  -Sperm ve yumurta nükleusun gerçek çekirdekleridir.

                                                        Kalazogami

  Botanik alanında uğraşan birçok bilim adamı Polen tüpünün kalazadan geçerek yumurta hücresine ulaştığı sonucuna varmışlardır. Ve elde ettikleri veriler ışığında gerek angiosperm tarz bitkiler  (kapalı tohumlu bitkiler) gerekse kalazogami tarz bitkiler iki class (sınıf) halinde sınıflandırılmışlardır. Mesela casuarina bitkisi  (demir bitkisi) kalazogami tarzının en tipik tek örneğini teşkil eder.  İşte bu nedenledir ki böylesi nadide kalazogami tarz tipi tek örnekleri filogenetik yönüyle değerlendirmek yerine daha çok fizyolojik yönüyle değerlendirmek daha doğru olur.   

                                                   Çift döllenme

      Sergei Navashin; Lilium martagon, fritillaria ve tenella türü bitkilerle yaptığı çalışmalar sonucunda angiosperm veya erkek gametlerin döllenme hadisesinde etken unsur olduklarını gözlemlemiştir.

   Polen tüpünde yer alan gametlerden yumurta hücresi ve kutup nükleusun birleşmesiyle çift döllenme meydana gelir. Mesela Mısır tohumunda erkek bitki poleninden gelen baskın özelliklerin görülmesi üzerine polenlerin yumurtanın belli kısımlarında kalıtsal karakterler üzerine etki yaptığı gözlemlenmiştir.  Böylece erkek gametle yumurtanın birleşmesi generatif çoğalma olarak anlam kazanırken erkek gametlerin dişi gamet ve polar çekirdeklerle birleşmesi de çift döllenme olarak anlam kazanır.

                                         Partenogenez (döllenmesiz üreme)

      Tozlaşma olmaksızın bir dişi bitkisinde meydana gelen tohumlanma olayına partenogenez denir.  Bilindiği üzere partanogenezle ilişkin çalışmalar Antennaria ve Alchemilla bitkiler üzerinde yapılan analizlerle start almıştır.

       Avusturyalı Botanik uzmanı Kerner von Marilaun; Bir takım yaptığı incelemeler sonucunda Alpin bitkiler üzerinde erkek bitkilerin çok nadir bulunabileceği,  dişi bitkilerde ise tozlaşma olmasa bile bir şekilde tohum oluşturabileceklerini belirtmiştir.

        İsveç Uppsala’da Botanik profesörü Hans Otto Juel; Polen yetersizliği konusunda çalışmış ve elde ettiği bulgular neticesinde kromozom sayısında herhangi bir eksilme olmaksızın embriyo kesesi içerisinde megaspor ana hücresinin geliştiğini, dolayısıyla diploid yumurtanın döllenmeksizin bir embriyo oluşturduğunu dile getirmiştir.

                                  20.yüzyıl embriyolojik alanındaki gelişmeler

     Gametofitler ve embriyonun gelişmesi üzerine en gerçekçi bilgiler şimdilik Coulter ve Chamberlain tarafından kaleme alınan “Morfoloji angiospermae-kapalı tohumlular morfolojisi” adlı eserinde görmek mümkün dersek yeridir.  

     Avustralyalı Karl Schnarf’ın  “Embriyoloji der angiosperm” ve “Vergleich Embriyologie Der angiosperm” adlı iki muhteşem eserinde ise gerek taksonomi alanında yaşanan problemler dile getirilmiş, gerekse ordu ve familyalara ilişkin doğru tespitler tüm detaylarıyla birlikte ortaya konulmuş durumdadır. Hakeza Fransız bir bilim adamı dikotil ve monokotil genusları ile bazı familyaların embriyolojik gelişimleri konusunda ilginç sonuçlara varmıştır.

       Bilindiği üzere bitki çekirdeğinin tohumları önce ana bitkiden sürünerek ayrılabiliyor. Yani bu demektir ki tohum daneler olgunlaşınca kendisini muhafaza altına aldığı kabuğun baş tarafını yardığında gün yüzüne çıkaraktan adeta hayata merhaba deyip neşvünema bulabiliyor. Genel itibariyle tohumun yapısına baktığımızda en üst tepe noktasında sert kıllarla kaplı taç kısımlı bir yapıya büründüğünü görürüz.   İlginçtir bu kıllar kuru havalarda yayılma kabiliyeti gösterirken, ıslak havalarda da tam aksine toplanabilme kabiliyeti bir özelliği sergilerler.  Nasıl mı?  Mesela tırmanıcı özelliğe sahip bir bitki türü olarak adından söz ettiren orman asması (Clematis vitalba) ıslanır ıslanmaz neme karşı hassas oluşundan kala kalıp kıla (tüye) yapışık halde kalırken tüyler kuruduğunda ise bir bakıyorsun bükülerekten yayıldığını görürüz.  Belli ki yağmurlu havalar birçok bitki tohumunun yere inmesiyle birlikte tohumun rüzgârla taşınmasına gerek kalmaksızın adeta yere mıhlanıp tüy kıl yapışması denen hadise gerçekleşmiş olur. Güneşli havalarda da tam tersi bir durum söz konusu olup yukarı doğru ivme kazanan hava akımlarının etkisiyle birlikte tohumların açılıp saçılması sağlanmış olur. Böylece tüylerin sonuna kadar açılması sonucu tohumların etrafa taşınma işlemi gerçekleşmiş olur. Hele bir tohum toprağa düşmeye görsün bir bakıyorsun toprağa düşen tohum nem etkisiyle sağa sola hareket etme kabiliyeti sayesinde tüylerin otlara takılmasının ardından rahatlıkla kendine uygun çimleneceği bir ortama doğru ilerleyebiliyor. Tabii sadece ilerlemekle kalmayıp,  bu arada toprağın bağrına sondaj misali saplanıp baharla birlikte rengârenk çiçek olarak karşımıza çıkıp bizi selamlamış olurlar.  Ve dahası tohumun üzerinde yer alan takriben 3 cm uzunluğunda ki bir kıl adeta sondaj makinesi görevi üstlenip, tohum içerisine kodlanmış bir programla birlikte toprağın bağrında yeniden bir diriliş için hazırlığa koyulur da. Hatta bir takım bitki türleri de vardır ki daha farklı yöntemlerle hazırlıklara koyulup üzerinde taşıdığı polene (erkek organlar) konan böcekle iletişime geçme kabiliyeti sayesinde bir bakıyorsun daldan dala konar misali kendini bitkiden bitkiye taşıyabiliyor. Böylece böcekler gıdalanacağı yiyeceği fazla arama zahmetine katlanmaksızın bitkiden gelen sinyaller doğrultusunda çiçeğe konup rızıklandığını görürüz.

         Evet,   her şey besbelli ki bir plan dâhilinde cereyan etmekte. Zaten ortada bir plan, bir program olmazsa, polen ve nektarları henüz daha oluşmamış ya da polen ve nektarı alınmış çiçeklere böceğin boşu boşuna konma durumu söz konusu olurdu ki, bunun hiçbir anlam ifade etmeyeceği ortaya çıkacaktı. Anlaşılan tabiatta tesadüfe yer yoktur. Nitekim tesadüfe yer olmayacak şekilde bitkilerde böceğin ilgisini çekebilecek her türlü sinyalizasyon iletişimini sağlayacak donanımın varlığı bu gerçeği teyit ediyor zaten.  Mesela kelebeklerin bitki üzerinde ilgisine mazhar olan en çekici durum bitkinin en parlak olan kısmıdır. Hele bilhassa beyaz desenli çiçekler diğerlerine göre daha çok cezbedici görünüme sahip olmakla dikkat çekmekle birlikte sinekler bundan istisnadır. Malum sinekler daha çok kirli et rengi, koyu kahverengi görünümde olan çiçeklerin çekim etkisi altına girmekten keyif alırlar. Yarasalar için bilhassa alaca karanlıkta görülebilecek ve pollenecek türden çiçekler daha çok tercih sebebidir. Kuşun ilgisini çekebilecek çiçekler ise kuşun gagasına uygun bir yapıda olacak çiçekler tercih sebebidir.

          İşte tüm bu anlatılan örneklerden de anlaşıldığı üzere bir çiçeğin uzaktan da olsa görünür olması ya da ihtiyaca cevap verebilecek nitelikte olması yetmiyor, aynı zamanda etrafa güzel koku yayabilecek özellikte değişik sinyalleri bağrında taşıması da icap ediyor. İlla ki sinyalizasyon sistemini de bağrında taşıması gerekiyor ki çiçeğin davetine icabet edecek canlılar etrafında üşüşebilsin. Bu demektir ki hayat tasarımını programlayan Yüce Rabbimiz böyle murad edip çiçekleri cezb edici bir biçimde yaratmıştır. Böylece böcekleri erkek organdan dişi organa çiçek tozu taşımaya amade kılmıştır. Her ne kadar bitkiler hayvanlar gibi gezip dolaşmaya elverişli organlar olmasa da,  Yüce Allah (c.c) bitkiler içinde vasıtalar yaratmış ki üreyip meyve verebilsinler.

          Polenler daha çok rüzgâr vasıtasıyla uzak diyarlara taşınırlar. Böylece bitkilere bu manada uçuş yapabilen uçaklar gözüyle bakabiliriz. Zira Huş ağacına ait polenler yükselen sıcak hava akımlarının etkisiyle veya 3 kuvvetinde esen bir rüzgârla birlikte 400 km yol mesafe kat edebiliyor. Düşünebiliyor musunuz 3 kuvvetinde esen bir rüzgâr, normalde otu bile kıpırdatmaktan acizken, bu işi başarması hayrete şayan bir yelpaze uçuşu olarak karşımıza çıkar. Değim yerindeyse bu durum kuşları bile kıskandıracak türden bir uçuş yelpazesidir dersek yeridir.  Başka bir ifadeyle böylesi polenimsi uçuşların öyle yabana atılır cinsten uçuşlar olmadığı bilakis yapılarının son derece küçük ve hafif olmasından kaynaklanan kendine has uçuş marifetidir bu.   İşte bu denli narin ve hafiflik yönüyle dikkat çeken Huş ağacı gibi polenlere sahip bitkiler için havada yaklaşık 66 saat gibi bir süre içerisinde uçuşun akabinde yere de narin bir şekilde düşme avantajı gerçekleşir. Hakeza akça ağacı da öyle olup tohumunu 2 saat gibi bir süreyle havada turladıktan sonra inişini gerçekleştirir. Böylece havada uçan polen ve tohumların sıradan bir toz olmayıp, son derece planlı donatılmış her biri paraşüt konumunda ya bir mantarın, ya bir orkidenin, ya da bir ağacın özetini ortaya koyan büyüme programının temsilcileri olarak adından söz ettirmiş olurlar. Onlar adından bu şekilde söz ettirirken bize de bu arada bir bitkinin programını yükleyen Allah’a şükretmek düşer.  Hem nasıl şükretmeyelim ki,  her bir tohum zerreleri sayesinde hem canlılar rızklarına kavuşmakta hem de kendi nesillerini devam ettirebilmektedirler. Tabii anlayana.  Nitekim Yüce Rabbimiz; “O suyla ile bir-ağacın bile bitiremeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah ile beraber bir tanrı ha? Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur” (Neml, 60) beyan buyurmakla yeryüzünde sayısını bilemediğimiz nice bitki tohumlarının tüm canlıların hizmetine amade olmak için belirli bir program dâhilinde habire etrafa tohum saçtıklarına dikkat çekmektedir. İnanan insanın elbette ki bitki âlemi dikkatini çekecektir, zira toprağa düşen bir tohum bir bakıyorsun yüz sayıda ya da daha fazla sayıda dane verebiliyor. Keza Sekoya türü gibi dev ağaçların tohumları o kadar küçük ki hepsini toplasanız normal bir fincan kabını doldurmaz, ama gel gör ki bu tohumlar neşvünema bulduklarında 1500 ton ağırlığında koca bir ağaca dönüşebiliyor. Bu arada şunu belirtmekte fayda var; gerektiğinde ağaçlara aşı yapmak suretiyle de kat be kat meyve elde edilip bereketlenmeye bereket katılabiliyor. İnanmayanlar kâinattaki bu müthiş programa dikkat kesilmeyiversinler, biz inananlar olarak dualarımızda ‘Allah’ım bu ne berekettir, Sana sonsuz hamd-ü senalar olsun’ deyip şükreylemekten kendimizi alamayız da.  

                                    Alglerde döllenme ve döl almaşı

       Bilindiği üzere algler klorofil içeren bitkilerdir. Aslında bitkiye yeşil renk katan klorofiller kloroplast denilen yapılar içerisinde konaklamasına rağmen bir kısım alg bitkilerinde tamamen tüm hücreye nüfuz etmiş durumdalardır.  Öyle de algler vardır ki tek hücreli olup tek başına yaşarlar, bazıları da koloni halde bulunurlar       

      Algler; mavi-yeşil algler, yeşil algler, diyatomlar, kahverengi algler gibi isimlerle kategorize edilirler.  İçlerinde en göze çarpanı hiç kuşkusuz diyatomlardır.  Öyle ki birbirinden güzel desenleriyle dikkatleri üzerine çeken diyatomların hücre çeperleri silikayla örtülü olduğundan deniz yatağının adeta süs manzarasını oluştururlar. Sadece süs olarak mı, hiç kuşkusuz deniz canlıların ziyafet sofrası da olurlar.   

      İlkel bitkilerde genellikle genetik materyalin sitoplâzma içerisine dağılımı veya nükleusta toplanmıştır. Daha ileri ki kademelerde iki haploid spor birleşerek diploid zigospor meydana getirirler. Hatta birçok yeşil alglerde zigospor mayoz bölünmeye uğrayarak kamçılı 4 haploid hücre meydana gelmiş olur. Derken kamçılı olan bu hücrelerin gelişmesiyle birlikte haploid fertler meydana gelir. Bu olayı şematize edersek şöyle bir tablo çizebiliriz.

                                    Gamet(n)             Gamet(n)                              

                                                           ⁄

                                               Zigospor(2n)

                                                  (Zigot) mayoz bölünmeyle

                                                        ↓

                                4 kamçılı hücre (n) oluşturur.

                    Kamçılı hücrenin gelişmesi ile birlikte 4 gametofit meydana gelir.

                                                        ↓

                    Gametler redüksiyon bölünme ile sporlar oluştururlar.

                                                         ↓

                    Sporlar çimlenerek gametofitler meydana getirir. Haploid gametofitlerin uçlarında gametangiumlar teşekkül eder.

                                                          ↓

                   Gametler birleşerek zigotu hâsıl ederler. Zigot çimlenerek diploit sporofiti hâsıl eder.  Derken sporofit üzerindeki sporanlardan sporlar çimlenerek haploid sporlar hâsıl olur.

                                                  Cladophorada döl almaşı  

        Dalların ucundaki sporanglarda redüksiyon bölünme vuku bulmasıyla birlikte 4 adet kamçılı zoospor hâsıl olur. Hâsıl olan zoosporların yarısı (+) değerlikte diğer yarısı da  (-) değerlikledir. Derken söz konusu zoosporlar çimlenerek haploit gametofitleri meydana getirirler. Meydana gelen gametofitlerin ucunda ise 2 kamçılı izogametler oluşur. İzopgametler su içerisinde birleştiğinde ise 2n kromozom içeren zigotu oluştururlar. Zigot bu durumda direk çimlenip diploit sporofit teşekkül eder. Diploit sporofit redüksiyona uğramasıyla birlikte zoosporlar oluşur. Oluşan zoosporlarda çimlendiğinde yeni haploid bitkileri oluştururlar.

         Eumycophıta mantarların çeperleri ekseriyetle kitin yapıyla kaplıdır. Miselyum fazlaca dallanmış hiflerden oluşurken sporlar ise ascomyceteslerde ascus, basidiomyceteslerde basidium denen keselerden gelişir.

         Protoascomycetes grubuna ait gametangların (gamet keselerinin)l birleşmesiyle de zigot teşekkül eder.  Teşekkül eden zigotun redüksiyon ve mitoz bölünmeler geçirmesiyle birlikte 8 haploid nükleus meydana gelir. Böylece meydana gelen nükleusların her biri kitin örtü ile sarılarak askosporlar haline dönüşür.

                                                Eumycophytada döllenme ve döl almaşı

       Topuz şeklinde ki anteridiumların bütün protoplastları askogonların içine geçer. Bu arada çekirdekleri de dişi çekirdeğin yanına gider gitmesine ama birleşmezler.  Sadece askogon içerisinde çift çekirdek halde bulunup, askogon içerisinde yer alan hiflerin dallanmasıyla birlikte bölmeli hif sisteminin meydana gelmesinde rol oynarlar. Yani her bölmenin içerisinde bir dişi bir de erkek nükleus çift evresi vardır ki; bu evreye dikaryotik faz denmektedir. Nitekim bu evrede hiflerin ucunda bulunan nükleus çiftleri bölünerek çengel gibi çıkıntılar oluşturmanın yanı sıra çengelin taban hücresi ile kaynaşması denen olay gerçekleşip zigot meydana gelmektedir. Zigot ise önce redüksiyon daha sonra mitoz bölünme ile 8 askospor oluşturur.

      Sporofit fazına tekabül eden hifler ileride askı meydana getireceklerinden dolayı bu safhada bunlara askogen hifler adı verilir. Askus teşekkülü neticesinde genellikle 8 haploid nükleus hâsıl olur. Daha sonra her bir nükleus bir askospor haline gelir. Taban hücresinde bu olayın tekrarlanmasıyla  (askus oluşumunun tekrarlanmasına) birlikte askus grupların meydana getirdiği örtüye de plektankima adı verilir.

      Euascomycetesin basidiomycetes grubunda ise somatik hücrelerin birleşmesiyle somatogami oluşur. Bu grubun en önemli özelliği ise basidium teşekkül etmesidir.

                                   Karayosunlarında döllenme ve döl almaşı

      Bilindiği üzere bir suya kurumuş daneler konulunca canlanıverir. Bir zaman sonra kurumuş danelerin çatlayıp kök salmaya ve derken yaprak şeklinde filizlendiğine şahit oluruz. Belli ki bir kuru danelerin birbiri ardına değişime uğraması mensup olduğu bitkinin çehresini ortaya koymak içindir.  Hakeza çimlenme de öyledir.  Zira çimlenmeyle birlikte haploid sporlardan protonemaz hâsıl olur. Protonema üzerinde ise tomurcuk ve gövdeye benzer yapılar meydana gelir ki bu yapı gametofit diye bilinir.  Derken bu gametofit yapıdan yeşil kara yosunu ortaya çıkar. Yani gametofit üzerinde anteridium ve arkegonium vardır. Dolayısıyla arkegonium içerisinde yumurta döllenip, önce embriyo (zigot) hâsıl olur, sonra embriyondan spor kapsülü, daha sonrasında sporogonun iç kısmı redüksiyona uğrayıp haploid spor tetratları teşekkül eder.

                                       Eğreltilerde döllenme

      Kara yosunları ile eğreltiler arasında en önemli fark; kara yosunlarında gametofit safha baskın olurken, eğreltilerde ise sporofit safha daha baskın ve uzun ömürlü olmaktadır. Bu arada spor kapsülü bitkinin sporofit kısmını oluşturduğunu unutmamak gerekir.  Bu yüzden sporofitin sporang taşıyan yapraklarına sporofil denir. Mesela Seleginella bitkisi heterosporik eğrelti otun tipik bir örneğini teşkil eder.

      Tek tipte spor veren pteridophyta bitkilere ise izosporik diye tarif edilir. Örnek-Polydium ve Dryopterus izosporik eğrelti otları.

       Ayrıca mikrospor ve makrospor (megaspor) olmak üzere iki çeşit spor veren cinsler  daha vardır ki bunlar da  megasporangiumlardan meydana gelmektedir. Dolayısıyla sporangları taşıyan yapraklara mikrosporofil, makrosporangları taşıyan yapraklara makrosporofil denir.

       Haploidspor çimlendiğinde Protali hâsıl eder. Protal ise monoik ve dioik olmak üzere hem anteridium hem de arkegoniumu oluştururlar. Ayrıca arkegoniumdan yumurta hücresi, anteridumdan da spermatozoit oluşur. Derken döllenme su vasıtasıyla gerçekleşir. Bu arada protal üzerinde yumurta hücrelerinden birinin teşekkül etmesiyle birlikte sporofit kök, gövde ve yapraktan müteşekkil bir bitki meydana gelir. Bu bitkinin  (ergin sporofitin) sporofil yapraklarından da sporangiumlar teşekkül eder. Sporangiumların iç kısmı sporogen doku halinde olma hasebiyle erginleştiklerinde redüksiyon bölünmeye uğrayıp dörder adet spor hâsıl ederler. Böylece oluşan sporlara genç protali denir.

                                                                                                          (Devam edecek)


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —