Ali İhsan Dilmen

Tarih: 10.11.2025 16:30

ARADAKİ FARK

Facebook Twitter Linked-in

Siyaset arenasında Genel Başkan düzeyinde iki akademisyen var.

Benim bildiğim bu iki isim dışında başkaları da var mı bilmiyorum.

İki siyasetçinin dünyaya, olaylara bakışı, yaklaşımı ve çözüm önerisi birbirinden bir hayli farklı.

Her iki Genel Başkanın ülke siyasetinde en çok konuşulan yönleri Suriye politikası üzerinden oluyor.

Malum, Suriye'de yaşanan iç savaş sonrası insanlar ülkelerinden canlarını korumak için taşıyabilecekleri neleri varsa yanlarına alarak komşu ülkelerin sınırlarına yığıldı.

Haliyle, ülkelerindeki iç savaştan kaçanların büyük çoğunluğu da ülkemize geldi.

Bunların birçoğu ülkemizi geçiş olarak kullanıp Avrupa'ya geçmek istiyordu.

Uluslararası hukuk kurallarına göre sınırlarımıza yığılan insanların reddedilmesi mümkün değildi.

Yani, kabul etmek hukuki zorunluluktu.

Süreç, 2011 yılında başlayarak pandemi dönemine kadar artarak devam etti.

Ülkemizin yöneticileri ve Avrupa ülkeleri, sorunun çözümü için yol aradılar ve maalesef sığınmacı, göçmen akınının yoğunluğu ve göç idaresinin sorunu yönetmekte gösterdiği zafiyet ülke içinde bir takım tepkilere neden oldu ve bunun sorumlusu olarak dış politika görüldü.

Dış politika denincede akla Davutoğlu geliyordu.

Çünkü, onun dış politikada etkin olması ve 2016 yılında Ak Parti ile, yani Erdoğan ile yollarını ayırmasından sonra hem iktidar cenahının kalemşorları, hem muhalefet tarafından sorumlu Davutoğlu ilan etmek kolaydı.

Erdoğan’ın “Emevi camiinde namaz kılacağız” sözü bile, Davutoğlu’nun günah hanesine yazıldı.

Böylece Suriyeli göçmenleri başımıza musallat edenin Davutoğlu olduğu halkın hafızasına kazındı.

O ise, kendini aklayacak imkanı olmadığı için bu ithamların vebaliyle baş başa kaldı.

Bu süreçte bir başka akademisyen Genel Başkan Ümit Özdağ ise, mülteci, göçmen karşıtlığı, ayrımcı ve ırkçı söylemleriyle ön plana çıktı.

Konuyu detaylandırmaya gerek yok, işi o naktaya vardırdı ki, bir çarşı gezmesinde kuyumcu esnafın kimliğini sormaya, Suriyelilerin vergisiz esnaflık yaptıkları, hastanelerde öncelikli olduklarına kadar imtiyazlar verildiğini ileri dillendirdi.

İnsani değerleri, uluslararası hukuku yok sayarak sığınmacıları göndereceğini dile getirdi.

Özdağ, ayrımcı söylemleriyle toplumsal çatışmaları körükleyecek şekilde davranıyordu.

Bu süreçte ülkenin birçok yerinde, özellikle Kayseri'de olaylar patlak verdi.

Her iki akademisyenin tutumunu söyledikleriyle değerlendirdiğimizde birbirlerinden çok farklı bir şekilde milliyetçilik anlayışına sahip olduklarını söylemek mümkün.

Ümit Özdağ, etnik milliyetçi anlayışa sahip iken, Davutoğlu'nun milliyetçilik anlayışının; kültürel, tarihdaşlık, ortak kader birliğini kapsayacak esnekliğe sahip olduğunu söylememiz gerekir.

Başdanışmanlık ve Dışişleri Bakanlığı zamanlarında ortaya koyduğu vizyon bu tespitimizi doğrulamaktadır.

Onun görev yaptığı dönemde kurulan TİKA, Türkçemizi yaygınlaştırmak için kurulmasına öncülük ettiği Yunus Emre Vakfı, Türk Devletleri Teşkilatı bu anlayışının sonucudur.

Davutoğlu, çabaları sebebiyle kimi çevrelerce Neo Osmanlıcılık ve İslamcılıkla itham edildi.

Yazmış olduğu Stratejik Derinlik kitabı da genellikle okumayanlar tarafından “maceracılık” olarak ileri sürüldü.

Ben kitabı, yanımda Dünya Haritasıyla satır satır okudum ve iddia edilen hiçbir iddianın varlığına rastlamadım.

Bunun yerine her ülkeyle “Kazan kazan” prensibi ile ortak çıkar alanları oluşturan önerilerini bolca gördüm.

Davutoğlu, bu özelliği ile birçok sömürgeci, kendini belirleyici güç olarak gören ülke yöneticileri ve politika yapıcıları tarafından tehlikeli bulunmuş, müzakere yeteneği, tarih, uluslararası hukuk bilgisi muhataplarının bazılarına güven verirken bazılarında da tedirginlik oluşturmuştur.

Davutoğlu, bildiği doğruların bedelini ödemeyi göze alabilecek düzeyde kararlı duruş sahibidir.

Müslüman ve halis Türkmendir.

İnsanların farklı etnik veya dini kimlik sahibi olmaları onun için vazgeçilmez değerde kıymetlidir ve farklılıklarla birlikte ortak yaşamın ötesinde, iş yapacak düzeyde demokrat tutuma sahiptir.

Onun kabul etmeyeceği, itiraz edeceği tutum;ilkesizlik, adaletsizlik ve ayrımcılıktır.

Bunun içindir ki, seçimle kazandığı makamı terk etmiş,  itirazın doğuracağı çatışmanın millete çıkaracağı maliyeti düşünerek istifa etmeyi tercih etmiştir.

Kısacası, Davutoğlu, ilkeli politik ve akademik şahsiyettir.

Onu hazmedemeyenlerin varlığı bir tarafa;

Özdağ ve benzerleri, Ahmet Hocanın ne ahlaki, ne akademik, ne de siyasi fikrini anlayacak empatiye sahiptir.

Hatta çok bildiklerini sandıkları milliyetçilik bağlamında dahi onu anlayacak düzeyde değildirler.

Onu anlamak gibi bir çabaları da yoktur.

Özdağ ve benzerleri, ancak muhataplarının duygu durumlarını istismar etmeyi tercih ederler. 

Onlardan kapsayıcı milliyetçiliğin gerektirdiği tavrı göstermeleri beklenmemelidir.

Avrupanın yakın geçmişinde ırkçı politika üreten siyasilerin yönettiği halkların başına açtığı belaları 2.Dünya savaşında gördük, duyguları kabartılan insanlar, hem zulüm çarkının dişlisi oldu, hem ağır bedel ödedi.

Bilanço ürkütücüydü, altmış milyon insan hayatını kaybetmişti.

Bu faşist yaklaşımların fikirle ilgisi yoktur ve olmaz.

Zira, ideolojiler için insan sadece bir nesnedir.

İdeolojik hastalığa müptela olan insanlar, kustukları öfkenin millete şerbet olduğunu düşünürler.

Davutoğlu. gerek Suriye politikası, gerek Terörsüz Türkiye ve ülkenin sürüklendiği kötü durumdan kurtulması için yapabilecekleri konusunda kapıları açık tutarken, bu durumun saptırılmasından endişe etmeyeceğini, ülkenin hizmetinden kaçmayacağını söylediğinde birileri onu oportünistlik ile suçlarken o, ilkeleri hatırlatmış, o ilkeler çerçevesinde görevden kaçmayacağını ifade etmiştir.

Özdağ ise, yakın vadede siyasi beklentisini iktidar tarafından sıkıştırılan “CHP'ye bizimle ortak ol” mesajı vermek üzerine kurmayı düşündüğünden, Davutoğlu'nun devlet adamlığının gereği kendisine yöneltilen soruya verdiği cevabı çarpıtarak, nezaket kurallarını aşan üslupla eleştirmiştir.

Maksadı, CHP'yi etkilemek ve bu yolla Terörsüz Türkiye bağlamında CHP'nin pozisyonunu değiştirmeye, çözümsüzlüğe, çatışma zeminine çekmeye çalışmaktadır.

CHP yönetimi bu yaklaşımın ortağı olursa, sosyal demokratlık ve evrensel değer iddiasından vazgeçerek kendisi için deva bulmaz duygusal anafora teslim olmanın felaketine hazır olsun.

Özdağ'ın tasarladığı budur.

Bu yolun dışında ırkçı, otoriter, dışlayıcı politikalarını oluşturan zihni kirliliği topluma kabul ettirme şansı olmayacağını kendisi iyi bilmektedir.

Kısaca toparlarsak.

Davutoğlu esnek, kapsayıcı, empatik, muhatabını anlamaya, işbirliği yapmaya açık vatansever demokrat bir tutum sergilemekteyken, Özdağ, katı, müzakereye kapalı, ayrıştırıcı, ötekileştirici, fikir yerine duygu durumu odaklı, kışkırtıcı ve otokrat bir dil kullanmaktadır.

Davutoğlu'nun alıcısı yoktur, çünkü o ve benzerleri dünya barışı, evrensel insani değerler, uluslararası hukuk gibi değerleri savunma direncini göstermektedir.

Bu değerlerin sözünü ederek aşındıranların varlığı ise samimi olanları gölgelemektedir.

Otoriterliğin rüzgarına kapılanlara bu gerçeği anlatmak zordur.

Özdağ'ın ise alıcısı elbette vardır.

Maalesef otoriterliğin alıcısı, sadece ülkemizde değil dünyada da var.

ABD'de Trump, Rusya'da Putin ve Avrupa'da ırkçılığın ve otoriterliğin yükselişi toplumlarda çaresizlik üretmekte, kendi içine kapanma arayışı oluşturmaktadır.

Çünkü otoriterler duygu manipülasyonu yaparken, demokratlar ortayolu, mutedil olanı aramaktadır.

Aralarındaki en önemli fark budur.

İnşallah New York'ta kazanılan zaferin rüzgarı otoriterliğe, ayrımcılığa dur diyecek kararlılığa iyi bir örnek oluşturur.

Otoriterliğe direnmenin önemi ve erdemi nlaşılır.


 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —