Sel ve içimizi yakan orman yangınları tabii felakettir deyip geçemezsiniz. Olaya bu perspektiften bakmak -sorumluluktan kaçmak- anlamına gelir. Bir şeyi durdurma, insan iradesiyle ortadan kaldırma imkanı yoksa ortada kusur da yoktur. Felaketler karşısında şimdiye kadar Saray iktidarının tavrı bu oldu.
Soma maden faciasında da benzer bir tepki gösterilmiş, bu işin fıtratında var denilerek sorumluluktan kaçılmıştı.
Evet, yağan yağmuru, çıkan yangını belki durduramazsınız ama onun zararlarını en aza indirebilirsiniz. Mesela yangınlar için önceden tedbir alarak, uçaklarınızı, arazözlerinizi hazır hale getirerek, personelinizi eğiterek bunu yapabilirsiniz.
Aynı durum sel felaketi için de geçerli. HES'leri uygun yerlere yaparak, dere ağızlarına imar izni vermeyerek, su yollarını kapatacak malzemeleri -mesela tomrukların- dere kenarlarına dökülmesine izin vermeyerek bunu yapabilir, insan ve kaynak zararını en aza indirebilirsiniz.
Bunların hiç biri yapılmadı.
Daha önce Giresun'da, şimdi Kastamonu Bozkurt'ta selin alıp götürdüğü evlerin neredeyse tamamı dere yatağına yapılan evlerden oluşuyor. Bu kadar insan kaybının arkasında, tabii afetlerin büyüklüğü değil, insan ve yönetim hataları yatıyor.
Tek adam yönetimi geliyorum diyen felaketlere karşı önleyici tedbirleri almadığı gibi müdahalede de yeterli tepkiyi vermedi. Vermedi, çünkü bütün kurumların içi boşaltılmış, uzman ve ehil kadrolar partizanlık adına tasfiye edilmiş, geriye niteliksiz kadrolar bırakılmıştı.
Bölgeye giden bütün ekipler koordinasyonsuzluktan şikayet ediyorlar. Bir yerde işbilir kadrolar yok, insiyatif kullanma yetkisi tek adama devredilmişse orada ne bir plan, ne de bir koordinasyon olabilir. Felaketleri büyüten budur. Kastamonu'nun köylerinde vatandaş hamile kadınlar var, mahsur kalanlar var diye yardım istiyor ama bir helikopter ulaşıp vatandaşın imdadına yetişemiyor. Çünkü akıl tek adamda toplandığı için kimse risk alıp anında tepki veremiyor. Bölgeye Soylu ile Murat kurum'u göndererek hükümetin varlığı gösterilmeye çalışılıyor. Daha kötüsü muhalefet belediyelerinin önünün kesilmesi, felaketzedeye ulaşma imkanlarının zorlaştırılmasıdır.
Bu ülke hepimizin, felaketlerde particilik olmaz. Vatanın bir bölgesini felaket vurmuşsa artık hepimiz Kastamonulu, Bartınlı, Sinoplu, Rizeliyiz. Böyle durumlarda partiler belirsizleşir hepimizin partisi Türkiye olur.Bizi millet yapacak olan da budur. Birbirimize ne kadar el uzatır, ne kadar yaralarımıza merhem olursak o kadar millet oluruz.
Acımız büyük, kayıplarımız büyük, derdimiz büyük. Saray artık bu ne kazanır, ne kaybederiz siyasetini bırakmalıdır. Siyasetin tek ölçüsü Türk milleti ne kazanır ne kaybeder olmalıdır. Bir iktidar gider bir başkası gelir, mahkeme kadıya mülk değildir.Yapamayanı göndermek, yapabilecek olanı getirmek milletin teveccühüne ve iradesine bağlıdır. Yara sarmak yerine onu bunu suçlamak, ihmal ve sorumluluktan kaçmak kimseye fayda getirmez. Üstelik böyle bir duruş bu tür felaketler karşısında hatalarımızın izalesini de engeller. Bir eksiği, hatayı düzeltmek ancak onun varlığını kabul etmekle mümkündür. Saray sorumluluk kabul etmediği için hataları düzeltmek de mümkün olmuyor.
Millet ittifakı iktidarda olsa muhtemelen bu kudümsüzler geldi, felaketler başladı diyeceklerdi. Şimdi onu da diyemiyorlar. Çünkü düne kadar iktidarlarını perçinlemek için İslam'ı tersyüz ederek, -gökten gelen bir karar vardır-diyorlardı. Şimdi ne diyecekler merak ediyorum. Göğün kararını tabiat olayları üzerinden okuyorlarsa işleri kötü.Çünkü bu mantıkla bakıldığında-ki bu İslami bir bakış değil- bütün bir tabiat ve onun maliki gidin diye sesleniyor.