Av. Meryem Türktekin

Tarih: 02.05.2025 21:17

YENİDOĞAN ÇETESİ DAVASI

Facebook Twitter Linked-in

Kamuoyunun bildiği üzere Gelecek Partisi olarak, Bakırköy 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan ve kamuoyunda "Yenidoğan Çetesi" olarak adlandırılan davayı başından beri yakından takip ediyoruz.

Dördüncü duruşmayı da İnsan Hakları Başkanı olarak, Sosyal Politikalar Başkanımız Aynur Algül hanımla birlikte takip ettik. Duruşmada ara karar verildi ve bir sonraki celse 30 Haziran’a ertelendi.Tutuklu sanıklardan 10’u hakkında da tahliye kararı verildi.


Tahliye edilen sanıklar arasında, davaya müdahale dilekçemiz ekinde ilk duruşmadan önce tarafımızca dosyaya sunulmuş olan ve kamuoyuna yansıyan 2016 tarihli bir ‘Suç Raporu’nda ismi geçen kişilerden biri de yer aldı.

ÜZGÜNÜM!

Hukuk adına üzgünüm, adalet adına üzgünüm, insan hakları adına üzgünüm...

Zira bana göre, dosyaya sunduğumuz 'suç raporu'nda adı geçen kişiler yönünden davada öncelikle araştırma genişletilmeliydi ve tahliyelere ona göre karar verilmeliydi...

Unutmayalım ki;

Bir beşik boşsa, sadece bir çocuk eksik değildir...
Bir toplumun umutları, hayalleri ve geleceği de eksilmiş demektir...

DOSYADA YENİ BİR AŞAMAYA GEÇİLDİ

Geçtiğimiz hafta başında, bu dava kapsamında yeni bir gelişme yaşanmış ve  yeni iddianame mevcut ana dosyayla birleştirilmişti. Böylece sanık sayısı 46’dan 58’e, tutuklu sayısı ise 29’a yükselmişti.

Bir hukukçu olarak, bu birleştirme “Acaba bazı sanıkların tahliyesine zemin hazırlar mı?” sorusunu aklıma getirmişti. Ne yazık ki gelişmeler endişemi teyit eder nitelikte oldu.


BİRLEŞTİRİLEN DOSYANIN SANIKLARI İFADE VERDİ

Kamuoyunun, soruşturma savcısına yönelik tehdit iddialarıyla tanıdığı Mustafa Kemal Zengin'de  duruşmaya sanık olarak katıldı ve ilk kez savunma yaptı.
İfadesi kamuoyunda tam bir 'pişkinlik" örneği olarak değerlendirildi.

Kısaca dedi ki;

“Buradaki bir grup devleti tırtıklamaya başlamış.”

“Denetlenmemişler.”

"Savcının çekindiğini düşündüm. Çikolatamızı alıp gittik.Çayımızı içip konuştuk"
"Bu kadar bebek ölürken hastaneleri neden kapatmıyorsun? Hastane yöneticilerini, doktorları neden tutuklamıyorsun? Dedim, serzenişte bulundum."


"Ben savcıya insanların cinnet anında neler yapabileceğini söyledim.Ortada bir  tehdit yok."

“Bu dava Türkiye’nin en büyük utanç davasıdır.Burada bir iki tane gariban hemşireye ceza verip Türkiye’deki sağlık sorununu çözeceksek vay halimize."

“Herkes işin içinde, tepeden aşağıya.”

Bebekler ölürken sen 18 ay nasıl seyredebilirsin?”

“Hastaneler kapandığı için mutluyum… Ama isim değiştirip yeniden açılacaklar.”


“Bebekler ölürken il sağlık ve ilçe sağlık müdürlüğü neredeydi?”

“Hastaneler kapanmasa, bebekler ölmeye devam edecekti…”


“Ben bu suçtan anamın ak sütü gibi çıkacağımı biliyorum.”


Sanığın bu açıklamalarının, devam eden yargı süreci çerçevesinde değerlendirileceğine inanıyoruz.

HASTANE YÖNETİMİ HASTA BULMALARINI İSTİYORMUŞ


Tape kayıtlarına ve sanık ifadelerine  göre, bazı hastane yöneticilerinin hastane çalışanlarından hasta bulmalarını talep ettiği öne sürülmektedir.

Bu bağlamda, sanık Başhemşire Nigar Kubilay’ın, tape kayıtlarında geçen; hastane çalışanlarından “yenidoğan bebek ve gebe kadın bulmalarını' istemesine ilişkin beyanı da dikkat çekiciydi:

“Hastane yönetimi benden hasta bulmamı istiyordu...böyle bir ortamda çalışıyorduk”

Bu iddia, kamuoyunda daha önce gündeme gelen “göbek kordonu kanı” gibi ciddi iddiaları tekrar hatırlatmış oldu.

Tüm bu iddialar yargı sürecinde detaylıca araştırılmalı ve gerçeğe ulaşılmalıdır.


ORTAK SORU: HASTANE SAHİPLERİ NEREDE?

Sanıkların savunmalarında sürekli başka kişileri veya kurumları işaret etmesi dikkat çekiyordu.

Kimi kendisine verilen emirleri yerine getirdiğini, hiçbir kusurunun olmadığını söylüyor, kimi isnat edilen iddiaların asılsız olduğunu ileri sürüyor, kimi  soruşturma savcısını, kimi de medyayı suçluyordu.


Ancak mağdur ailelerin de, sanık yakınlarının da  duruşma aralarında yanımıza gelerek  bizlere anlatmaya çalıştığı ortak bir soru ve itiraz noktası vardı:

“Hastane sahipleri nerede? 
Onlar neden yargılanmıyorlar?"

Haklı bir itiraz...

Zira hastane sahiplerinin herşeyi bildiği ve en büyük kazancı onların sağladığı ifade ediliyor. Buna rağmen her nedense dosyada yalnızca iki hastanenin sahibi yargılanıyor, diğerleri henüz ortada yok. Yargılananların da biri firari tutuklu, diğeri ise tutuksuz...

HERKES MASUMMUŞ

O halde, o tape kayıtlarındaki  konuşmalar ne?

O bebekler neden hayatını kaybetti?

SGK'yı kim veya kimler zarara uğrattı?

Bu işten kim veya kimler kazanç sağladı?


DOSYAYA SUNDUĞUMUZ SUÇ RAPORU DİKKATE ALINMALI

Gelecek Partisi olarak dosyaya sunduğumuz 2016 tarihli ‘Suç Raporu’nda, bugün yargılanan bazı isimlerin geçmişte de benzer iddialarla ilgili soruşturulduğu bilgisi yer almaktadır. Ve bu rapora göre, bu eylemler 2015 yılına kadar uzanmaktadır.

Ancak ne yazık ki, söz konusu rapor yargılamada henüz dikkate alınmadı. Raporda adı geçen sanıklardan Fehmi Alperen bu duruşmada tahliye edildi, bir diğeri olan İlker Gönen ise, Şubat ayında cezaevinde yaşamına son verdi…


CİMER’e gönderilen bir ihbara ve savcılığa yapılan başvuruya göre, bu kişinin bir çete mensubu tarafından cezaevinde tehdit edildiği ve bu baskı nedeniyle yaşamına son verdiği öne sürülmektedir.

Daha önce de, Yenidoğan Çetesi olayında adı geçen, kapatılan bir hastanenin depo sorumlusu Satılmış Çim aracında ölü olarak bulunmuştu. Basına, Aralık ayında bahis borcundan dolayı intihar ettiği bilgisi yansımıştı. Ancak o olayda herhangi bir tehdit olup olmadığı yönünde detaylı bir araştırma yapılmış mıydı bilemiyoruz.

Fakat İlker Gönen ile ilgili, tehdit iddiasının, soruşturmanın kapsamının genişletilmesi gerektiğini net olarak ortaya koyduğu açıktır.


BENZER ACILAR YAŞAMAYALIM

Eğer bu olayın tüm yönleriyle ortaya çıkarılması mümkün olmazsa, benzer suçların farklı kurumlar ve kişiler üzerinden tekrar yaşanması kaçınılmaz olur.

Son yıllarda yalnızca sağlık sistemimizde değil, toplumun genelinde yapısal  çürümelerle karşılaşıyoruz.

Ancak bu dava, en güvenilir olması gereken, savaşta bile dokunulamayacak kurumlarımıza bile, yolsuzlukların, yapısal bozulmaların sirayet ettiğini açıkca ortaya koymuştur.


BAŞBAKAN DAVUTOĞLU ENGELLENMEMELİYDİ !

Genel Başkanımız Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, kurumlarımızda başlayan bozulmayı yıllar önce görmüş ve önüne geçmek amacıyla başbakanlığı döneminde:

Siyasi Ahlak Yasası

İmar Yasası

Kamu İhale Yasası

gibi, devlet yönetiminde şeffaflığı esas alan düzenlemeleri hayata geçirmek istemiştir.

Ancak, bu reformları gerçekleştirmesi siyasi müdahalelerle engellenmiş, bir saray darbesine maruz kalması sonucunda başbakanlık görevinden ayrılmak durumunda kalmıştır.

Eğer o düzenlemeler zamanında hayata geçirilebilmiş olsaydı, muhtemelen bugün bu skandallarla, bu hukuksuzluklarla karşılaşmazdık.

O masum bebekler çıkar çetelerinin elinde yaşamlarını yitirmezdi.Engelli hale geldiği iddia edilen onlarca çocuk böyle bir zarar görmezdi...

Davutoğlu’nun yıllar önce hayata geçirmek istediği ‘yönetimde şeffaflık’ ilkesi,ülkemiz için gecikmiş bir zorunluluktur artık.

İlçe başkanı bulsalar da, bulamasalar da (!)  bir an evvel etkin denetim mekanizmaları ve şeffaflık düzenlemeleri hayata geçirilmelidir mutlaka...

Zira öyle bir noktadayız ki artık:

·        Bebeklerimizi koruyamıyoruz.

·        Çocuklarımızı koruyamıyoruz.

·        Kadınlarımızı koruyamıyoruz.

·        Gençlerimiz uyuşturucu çetelerinin eline düşmüş durumda, iş insanlarımız haraç çeteleriyle karşı karşıya…

Halkımız pazara bile çıkamaz duruma gelmişken, iktidar hâlâ “yakında uzaya çıkacağız” algılarıyla bir dönem daha iktidarda kalabilme derdinde…

Oysa geldiğimiz nokta endişe vericidir.


HEM SİSTEMLE HEM DE KENDİMİZLE YÜZLEŞMELİYİZ

Ülkemizde yaşanan yolsuzluklar, adaletsizlikler, suskunluklar karşısında toplumumuz içten içe çürüyor…
Hepimiz bunu görmeliyiz…

Bir çetenin arkasında, onları koruyan veya onlara yol açan birileri olmadan bir devletin en güvenli olması gereken kurumlarında bu tür eylemlerin yapılabilmesi mümkün değildir...

Dolayısıyla, bu tür suçlara bulaşanlar, onlara yol açanlar, denetim zafiyetleri, sessiz kalanlar, görüp susanlar veya sesini duyuramayanlar...

Hepsi bu acı tablonun bir parçasıdır aslında...


Bu nedenle, bu olayda yalnızca sağlık çalışanları değil, bu eylemlerin yapıldığı tüm hastanelerin sahipleri, yöneticileri, bu hastaneleri denetlemekle sorumlu olan tüm bürokratlar ve siyaset mekanizması  da titizlikle sorgulanmalıdır.

BU DAVAYI TAKİP ETMEK VİCDANİ BİR SORUMLULUKTUR

Gündemin yoğunluğundan dolayı,davaya karşı medyanın ve kamuoyunun ilgisi azalmış durumda...

Oysa bu dava,huzur içinde yaşayabilmek için hepimizin içinde olması gereken devlete güven duygusu ile ilgilidir.
Türkiye’nin vicdanıyla ilgilidir, hukuk sistemiyle ve gelecek nesilleriyle ilgilidir.

Yani bu dava hepimizin sınavıdır:

Vicdanla mı hareket edeceğiz? 
Yoksa yine susmayı ve unutmayı mı tercih edeceğiz ?


Bize göre bu sorunun cevabı nettir; 
mağdur aileler yüreğinde adaleti hissedinceye ve toplumun hastanelere güven duygusu yeniden tesis edilinceye  kadar, bu davanın peşi bırakılmamalıdır.


ADALETİN TECELLİSİ İÇİN ÇABA GÖSTERMELİYİZ

Bu korkunç olay karşısında toplumun vicdanı ancak adaletin tecellisiyle huzura kavuşabilir.

Bildiğiniz üzere, Barolar, STK’lar ve diğer partiler gibi, partimizin de davaya müdahale talebi reddedilmiştir. Ancak red kararına karşı itiraz yoluna gitmiş olduğumuzdan yargılamada gördüğümüz tüm eksiklikleri istinaf ve temyiz aşamasında dile getirme hakkına sahibiz. O gün geldiğinde bu hakkımızı en etkin şekilde kullanacağımızdan kimsenin endişesi olmasın!

Gelecek Partisi olarak bizler, bu olayın tüm sorumlularının yargı önüne çıkarılması için ve adaletin tam anlamıyla tecelli etmesi için,
bu davayı sonuna kadar takip etmeye kararlıyız…

 

Not; bu yazı “Kamuoyunun bilgi alma hakkı kapsamında yazılmıştır. Hakkında yargı süreci devam eden kişi ve kurumlar için masumiyet karinesi geçerlidir.”


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —