Türkiye’de Vicdan Susturulursa, Bilim İktidarın Aparatına Dönüşür
Vicdan, insanın içindeki son kırmızı çizgisi son sınırdır.
O sınır ortadan kalktığında geriye ne hukuk kalır ne ahlâk;
sadece emir, itaat ve korku kalır.
Ülkemizde bugün yaşanan tam olarak budur:
Vicdan geri çekilmiş, yerine biat yerleştirilmiştir.
Almanların bir sözü vardır:
“Es ist besser Gewissen ohne Wissen,
als Wissen ohne Gewissen.”
Bilgisiz bir vicdan,
bilgili ama vicdansız bir düzenden daha az yıkıcıdır.
Çünkü vicdansız bilgi,
gücün kimde olduğuna bakar;
her dönemde aynı yere çalışır.
Yanlışa gerekçe üretir,
hukuksuzluğu teknik bir ayrıntıya indirger.
Türkiye’de üniversiteler vardır;
ama iradeleri yoktur.
Bilim insanları vardır;
ama sınırları başkaları tarafından çizilmiştir.
Rektörler seçilmez, atanır;
sorular serbesttir ama cevaplar önceden bellidir.
Diplomalar çoğalır,
özgür düşünce ise sistemli biçimde daraltılır.
Yıllardır “adalet”, “hukuk”, “mazlum” kelimeleri
yüksek perdeden tekrarlanır.
Ancak bu kavramlar,
yalnızca merkezin çıkarına dokunmadığı sürece geçerlidir.
Güçsüzün hakkı,
güçlüye değdiği anda
dosyalar kapanır, tanımlar değişir,
adalet ertelenir.
Toplum olarak şunu neredeyse hiç sormuyoruz:
İma yoluyla verilen talimatların,
manşetler üzerinden kurulan yargıların,
uzayan tutuklulukların,
el konulan malların
vicdanî bir karşılığı var mı?
“Yasal” denilen her şeyin
adil olduğunu kabul etmeye
ne zaman bu kadar alıştık?
Oysa ilahî adalet,
merkezi talimatlarla işlemez.
Orada niyet vardır,
çaresizlik vardır,
masumiyet ve güçsüzlük vardır.
Vicdan, hükmün önündedir;
güç değil.
Bilim, siyasal iktidarın denetimine girdiği anda
hakikatin değil, düzenin hizmetine girer.
Yanlışı düzeltmez;
yanlışı grafiklerle, raporlarla, akademik dille parlatır.
Hukuksuzluğu sorgulamaz;
olağan, gerekli ve kaçınılmaz ilan eder.
Kant, vicdanı
“ahlâk yasasının insanın içindeki sesi”
olarak tanımlar.
Bugün bu ses,
ya bastırılıyor
ya da “uyumsuz”, “yerli değil”, “tehlikeli”
etiketleriyle susturuluyor.
Herkes konuşuyor gibi yapıyor,
ama kimse sorumluluk almıyor.
Herkes hüküm veriyor,
ama karar mekanizmaları tek elde toplanmış durumda.
Vicdan, bireyin iç meselesi olmaktan çıkarılıp
otoritenin onayına bağlanmış bulunuyor.
İnanç da bu düzenin dışında değil.
Din, adaleti hatırlatmak için değil,
itaati pekiştirmek için dolaşıma sokuluyor.
Oysa Peygamber’in sözü açıktır:
“İyilik, güzel ahlâktır.”
Ahlâk ise talimattan değil,
vicdandan doğar.
Vicdan yoksa,
ne inanç kalır
ne de ahlâk.
Ve asıl tehlike şudur:
Vicdanını askıya alan toplumlar,
bilimi kurtuluş sanır.
Oysa vicdansız bilim,
özgürlük üretmez;
yalnızca daha sofistike,
daha teknik,
daha suskun bir baskı düzeni kurar.
Yeni yıla daha VİCDANLI girme dileğiyle
