“Tek Devlet,Tek Millet, Tek Bayrak” anlayışından “Yerli ve Milli” sığlığından sonra şimdi de “Türkler,Kürtler,Araplar'ın” birliğiyle gelecek vizyonu arayan ve birdenbire “Türkiye Yüzyılı”nı bu zemin üzerine oturtmaya çalışan Erdoğan, önümüzdeki günlerde arzu ettiği zemini güçlendirmek için daha neler yapacak, şapkadan nasıl bir tavşan çıkaracak acaba?
Bunu bilmiyor ama yenilerini bekliyoruz!
Biliyoruz ki, Erdoğan sürprizleri, heybesinde irili ufaklı “turp” bulundurmayı çok seviyor.
Hakkını yemeyelim halkımızda bu turplara çok meraklı..
Bir anda, her mahalde; öncelikle bu işin pazarlamasını yapan ve muhalif medyada, ardından çarşıda, pazarda, kahvede, ofislerde, esnaf dükkanlarında Erdoğan’ın “turpları” ve büyüklükleri konuşulur oldu.
Böyle davranmayı çok önemli buluyor olmalıyız ki, her birimiz, konunun tarafı olmakla yetinmiyor hemen, savcı, hakim, konuların uzmanı kanaat önderi oluyoruz.
Sayın Devlet Bahçeli’nin açıklamalarıyla bir anda ülkenin gündemini meşgul eden ve önceleri adı konulmayan, daha sonra ise “Terörsüz Türkiye” söylemiyle topluma sunulan, çözüm süreci benzeri çalışmalar, Türkler ve Kürtler arasında heyecan uyandırmasının yanısıra dikkate alınacak düzeyde tedirginlik, korku, endişeyle birlikte umut ve heyecan oluşturdu.
Edindiğim izlenime göre Kürt vatandaşlarımız arasında umut ve heyecan, Türk tarafında ve özellikle siyasi duruşlarının merkezine “siyasal milliyetçiliği” koyan kesimler tarafında tedirginlik ve öfke hali ön plana çıkmakta..
Ben ise, başından beri ihtiyatlı iyimserlikten yanayım.
Geçtiğimiz hafta terör örgütünün sembolik olarak silah bırakması ve silahları yakması “siyasal milliyetçilerin” süreç hakkında umutlu olmasını sağlamamış, tam aksine silahlarını bırakan teröristlerin aranıyor olmasına rağmen kendilerine bir şey yapılmadığını ileri sürülerek yeni bir tartışma başlatmışlardır.
Oysa, ortada garip bir durum yok.
Elbette Süleymaniye'de yapılan sembolik silah bırakma seremonisini teröristler yapacaktı ve Süleymaniye'de bizim o teröristleri tutuklamak gibi bir yola tevessül etmemiz mümkün olsa bile doğru olmazdı.
Türk tarafında pazarlık yapıldığı iddiaları kuvvetlidir ve bu söylemlerinde pek haksız sayılmazlar.
Ancak terörün bitmesi için kültürel, siyasi ve hukuki mutabakatın olması gerekmiyor mu?
Meseleye “yendik, yenildik” olarak bakmanın sorun üreteceği çok açık.
Konuyla ilgili yapılacak düzenlemeler sanırım TBMM'de oluşturulacak, bütün partilerin üye vereceği komisyon marifetiyle belirlenerek olgunlaştırılacak.
Burada önemli olan, bütün yurttaşların ve ülkenin ne kazanacağıdır.
Hukuki metinler elbette ülkelerin toplumsal barışını, huzurunu, güvenini, özgürlüğünü sağlamada çok önemlidir ve hukuk herkes için eşit ve adil olarak uygulandığında kapsayıcı ve anlamlıdır.
Eşit muamele sağlayacak kurum ve kuralların olması birey ve toplumların, özellikle de zayıf bırakılmışların sığınacağı yegane yer hukuktur.
Böyle bir sığınağın olmaması toplumda umutsuzluk ve yılgınlık oluşturur.
Suriye'de oluşan yeni durum, İsrail'in örgütlü terör devleti olarak soykırımcı tutumu, Trump'ın İsrail'e verdiği destek, uluslararası hukuk ve soğuk savaş sonrası barışı tesis etmek için oluşturulan kurumların kuruluş amaçlarına uygun iş görme güçlerini yitirmelerinin oluşturduğu kaotik durumun bölgemizde oluşan yeni duruma dair çözüm üretmemesi, ülke olarak bizim daha aktif, bölgede huzuru tesis etmeye yönelik inisiyatif almamızı zorunlu kılmaktadır.
İşte böyle bir ortamda sayın Bahçeli'nin beklenmeyen çıkışı ve İmralı'dan bu çağrıya olumlu cevap verilmesi, yepyeni bir umut olarak toplumda heyecan uyandırmıştır.
Artık, devlet eliyle “Terörsüz Türkiye” diye başlatılan süreç, hızlı ve kontrollü bir şekilde yürütülmeli, sadece ülkemiz değil, bölgenin tamamı terörden arındırılmadan sürecin başarı şansının zor olduğu unutulmamalıdır.
Ak Parti'nin Kızılcahamam'da yaptığı İstişari Toplantıda sayın Cumhurbaşkanının sürece sahip çıkması ve sürecin Türkler, Kürtler, Araplar arasında yapılacak işbirliği ile yürütüleceğini ifadesi eksik olmakla birlikte doğru ve yerindedir.
Türkler, Kürtler, Araplar'ın yanına Farisiler, yani İranlılarda mutlaka eklenmelidir.
Burada oluşacak hukuki zemine oturtulacak işbirliği ve entegrasyon, bölgenin huzurunu sağlamakla birlikte, dünya barışına da katkı sunacak, Soğuk Savaş sonrası kurulan ve şu anda görev yapamaz durumda olan kurumların, (BM gibi) yeniden dizayn edileceği sürece katkı sunacak, bir milyar sekiz yüz milyon müslümanın yeni düzende temsil edilmesini sağlayacaktır.
Bunun Özgür Özel ve bir takım Kemalistler ile sekülerlerin iddia ettiği gibi “siyasi ümmetçilik” veya “Yeni Osmanlıcılık” ile alakası yoktur.
Nasıl Avrupa Birliğini Hristiyan Birliği olarak bakmıyorsak, niye bu çabayı Siyasi Ümmetçilik ve yeni Osmanlıcılık olarak görelim?
Türkiye'nin modernleşme süreci elbette yoluna devam edecektir.
Burada kuşkuya yer yoktur.
Ancak, modernler ve Kemalistler acaba “Eksen kayması” var mı endişesi taşımakta, toplumu devlet zoruyla değiştirmekten medet ummaktadır.
Bu elbette “Toplum mühendisliğine” soyunmaktır.
İnsan belli bir zaman kafasını bir yöne çevirerek baktığında, aynı yöne bakmanın sonucunda boynunda kireçlenme olur.
Yüz yıldır aynı yöne, Batıya bakan arkadaşların “boynunda kireçlenme” olduğu,böylece görüş ve düşünüş yanlışı yaptıkları aşikar.
Ayrıca böyle davranmaları, demokratik ve evrensel hukuk ilkelerine de terstir.
Parantezi kapatayım ve devam edeyim.
Yeni durum, iktidardan bağımsız olarak, ülkemizin ve bölgenin önüne çıkmış fırsat olarak görülmelidir.
Varsın iktidar ve Erdoğan bu sürece sahip çıksın ve bunun siyasi getirisinden de istifade etsin.
Bu kötü değildir.
Kötü olan, edebiyatının yapılması, şahsi hesaplarla sürecin tekrar akamete uğrama ihtimalidir ki, bunun maliyeti topluma ağır olur.
Bu sebeple, bu durumda mevcut iktidarı kabullenmekten başka elimizde başka seçenek yoktur.
Yani ne yapılacaksa iktidar eliyle yapılacaktır.
Ancak, şahsi hesaplarla ülkeyi daha fazla otoriterliğe sürükleyecek anayasa taleplerine karşı muhalefet, demokrasi ve özgürlükleri teminat altına alacak yasal ve anayasal düzenlemelerin önünü açmalı ve mutlaka katkı sunmalı, mevcut demokratik kazanımlardan ödün vermemelidir.
Yapılması gereken budur.
Yeni durumda mevcut sistem ve sistemi istediği gibi yöneten Erdoğan'ın varlığı bu amaca yönelik değerlendirilmelidir.
Hepimiz iyi biliyoruz ki, ülkede Erdoğan ne diyorsa o oluyor, devletin bütün kurumları:Yargı, Mit, Anadolu Ajansı, TRT, Havuz ve Ziraat Bankasından torpilli Demirören Medyasıyla, Basın İlan Kurumundan faydalanan Yerel medya, TBMM, iktidara taleplerini iletmekte ürkek davranan Odalar, Borsalar, TÜSİAD, MÜSİAD, MİSİAD, memur ve işçi sendikalarının kahir ekseriyeti, dernek ve vakıfların büyük çoğunluğu, Erdoğan'dan gelecek talimat, uyarı ve ikazlara ayarlanmış vaziyette “hazır kıta” beklemektedirler.
Dün kötü, terörist olanlar ise, bugünün itibarlıları olunca toplumun belirli kesimleri yeni duruma uygun olarak vaziyet alacaktır ve almaktadırlar.
Doğrusu bu tutumlarının, Erdoğan'a duydukları sevgi, “Güven eşiği” ile ilgisi olduğu kadar, gücün caydırıcılığının sağladığı tahakküme “Kerhen” tabi olmalarıyla ilgisi de bir hayli yüksektir.
Umarım bu yeni durum, “Tekçi anlayıştan vazgeçerek başkalarıyla işbirliği yapma, ortak entegrasyon oluşturma” çabasına dönüşür.
Zaten, “Demokrasi, eşit yurttaşlık, hukuk devleti” ancak böyle kurulabilir.
Ne demişler “Zor oyunu bozar”
Yeterki, zoru başaracak niyet ve irademiz olsun.
Birileri siyasi güç kazanır diye, toplumun özlediği hukukun önüne engel çıkarmamak elzemdir.
Unutmayalım!
Hiçbir faninin ömrü, milletin ömründen uzun değildir.
Ve milletler için elli yılın, yüzyılın çok önemi yoktur.
Kayıp zamanlar mutlaka telafi edilir.
İnsanlık tarihinde, yeryüzünden ilahi buyruk sahibi nice peygamberler, adil sultanlar geçtiği gibi çok kibirli, astığı astık, kestiği kestik sultanlar, krallar, diktatörler de geldi geçti..
Ve dünya hiçbir faniye kalmadı.
Onlar öldü gitti, insanlık ise yürüyüşünü sürdürmektedir..
Kısaca enseyi karartmamak, umudu büyütmek için çaba göstermek gerekir vesselam.