İrfan Sönmez


MİLLİYETÇİLİK İLE MUHAFAZAKARLIK ARASINDAKİ MESAFE AÇILIRKEN…

Milliyetçilik siyaseti yapan partiler, şu soruyu kendilerine sormalıdır: Halkın büyük kısmı kendini milliyetçi- muhafazakar olarak tanımlarken niçin iktidar olamıyoruz? Bu sorunun cevabı aslında kendini milliyetçi olarak tanımlayanların hassasiyetlerinde gizli.


Milliyetçilik siyaseti yapan partiler, şu soruyu kendilerine sormalıdır: Halkın büyük kısmı kendini milliyetçi- muhafazakar olarak tanımlarken niçin iktidar olamıyoruz?
Bu sorunun cevabı aslında kendini milliyetçi olarak tanımlayanların hassasiyetlerinde gizli.
Belli ki, kendini milliyetçi olarak tanımlayan partilerle kendini milliyetçi olarak tanımlayıp bu partilere oy vermeyen kişilerin milliyetçilik anlayışları arasında  farklar var. Öyle olmasa, bu tanımın içinde olanların milliyetçi partilere yönelmeleri, aynı çatı altında buluşmaları gerekirdi.
Bu fark veya farkların ne olduğunu anlamak için basit bir karşılaştırma kafi.
Bu ülkede milliyetçilikle muhafazakarlık, daha çıplak bir ifadeyle dindarlık hep  iç içe olmuştur.
Toplumun kahir ekseriyeti oy verirken, - dinine, inançlarına- zarar vermeyeceğinden emin olduğu parti ve liderlere oy veriyor.
Parti ve liderleri önce bu yanlarıyla gözlemleyip test ediyor. Tercihlerini yaparken sadece ne kazanacağına değil, ne kaybedeceğine de bakıyor.
Türk toplumu, Osmanlı geleneğinden gelen dolayısıyla Cumhuriyete kadar kendini ve ötekini “dinle tanımlayan”bir toplum. Sosyal yapısında bu  gelenek ve şuuru hala büyük oranda muhafaza ediyor. Türklüğünü ifade ederken de din ve soy temeline dayanıyor. Ziya Gökalp,yüz küsür yıl önce Türk’ü tarif ederken “ dini dinime, dili dilime uyan” derken bu sosyolojiyi kasdetmişti.
Maşeri vicdanda Türk denince, Müslümanlık, Müslümanlık denince Türk  anlaşılır. Her iki kavram bu kadar içiçe geçmiş, birbirini tanımlar hale gelmiştir.
Bu sosyolojik gerçeğe rağmen, son yıllarda milliyetçilikle muhafazakarlık arasındaki mesafeyi açma istikametinde ciddi gayretler var. Bu,milliyetçiliği manasından soyarak,ruhları sirayet etme, etkisini kırmaya hizmet etmiş,
Onu muhafazakar kitlelere hitap etmekten uzaklaştırmıştır.
Bu milletin kahir ekseriyetinin birinci vasfı Müslümanlıktır. Hayata oradan bakar.Fikir ve ideolojileri ‘dininin’ menşurundan geçirir. O testi geçemeyenin peşinden gitmez.
Milliyetçiliğin büyük kuramcılarından Anthony Smith,
‘Seçilmiş Halklar’ isimli kitabında milliyetçiliğin güç kaynaklarını tartışırken “ Tanrı tarafından etnik seçilmişlik” mitine vurgu yapar. Milliyetçi, milletinin Tanrı tarafından seçilmiş bir millet olduğuna inanır. Bu tespitte millete dini bir kutsallık atfedildiğinden milliyetçilik din ile içiçe geçmiştir. Aynı çalışmada Smith,” milliyetçilikte milletin kutsal bir cemaat olarak düşünülmesine” vurgu yapar. Ve onun güç kaynaklarından birinin  bu yani kutsalla tahkim edilmiş olması olduğunu söyler.
Kutsallaştırma veya kutsalla izdivaç milliyetçiliğin toplum üzerindeki etkisini artırmıştır. Bugün o terkibin bozulduğunu,
milletin manasından çok maddesine vurgu yaptığını, bu nedenle de toplumun kalbine nüfuz edemediğini görüyoruz.
Milliyetçilik ete, kemiğe yaslanan bir düşünce biçimine dönüştükçe milletin bir kısmı ile arasındaki mesafe açıldı.Etkisi daralarak toplumu ihata etme imkanını kaybetti. Milliyetçiliğin iktidarı, ancak toplumun milliyetçilik şemsiyesi altında dindarlığı, muhafazakarlığı birlikte görmesi ile mümkündür. Bu alanı AKP’ye bırakıp, vatandaşı milliyetçilikle/ muhafazakarlık arasında tercihe zorlamak, bile isteye vatandaşı başka tarafa iteklemektir.Bir millet hangi dine iman etmişse milliyetçiliği de o dinin değerlerini gözetmek zorundadır. Türk milleti Müslümandır,
Milliyetçiliği de İslam’ın değerlerine tıpkı milleti gibi değer verecektir. Milletin temelleri milliyetçiliğin de temelleridir.