Muhsin Kafkas


MEB'de MÜFREDAT DEĞİŞİKLİĞİ DEĞİL,ZİHNİYET DEĞİŞİMİNE İHTİYAÇ VAR!!!

MEB Bakanlarının müfredat değişimi sevdasını anlayamıyor ve anlamlandıramıyorum.


MEB'de müfredat değişikliği değil, zihniyet değişimine ihtiyaç var.

MEB Bakanlarının müfredat değişimi sevdasını anlayamıyor ve anlamlandıramıyorum.

Sanki ülke 23 yıldır başka partili bakanlıklarca yöneltilmiş edasıyla hareket ediyorlar.

Gelen her bakan bir müfredat değişikliği sevdasına düşüyor.

20 yıllık periyotta Ak Parti tam 9 Milli Eğitim Bakanı değiştirdi.

Belki de en çok bakanın değiştiği bakanlık MEB oldu.

Lakin MEB'in merkez bürokrasisi çoğu zaman bu bakanlara tahakküm etti.

Ayrıca öğretmen rezervi cağın koşulları değişmesine rağmen teknoloji kullanımı dışında pek değiştiğini söylemek mümkün görünmüyor.

2002 yılında Ak Parti iktidara geldiğinde şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan cezaevindeydi. Parti lideri olmasına karşın hükümeti kurma görevi Abdullah Gül’e geçti. Abdullah Gül 58.hükümetin ve Ak Parti’nin ilk başbakanıydı. 58. Hükümetin ilk başbakanı da sonraki yıllarda Anavatan Partisi Genel Başkanlığı yapacak olan Erkan Mumcu’ydu.

2003 yılında kabinede değişikliğe gidilerek Erkan Mumcu yerine Hüseyin Çelik yeni Milli Eğitim Bakanı oldu. Hüseyin Çelik Mart 2003 ve Mayıs 2009 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı yaparak Ak Parti döneminin en uzun Milli Eğitim Bakanlığı yapan ismi oldu. Hüseyin Çelik’ten sonra ise Milli Eğitim Bakanlığı’nda deyim yerindeyse dikiş tutmadı.

Milli Eğitim Bakanlığı’nda Hüseyin Çelik döneminin ardından 2 yıl süren Nimet Çubukçu dönemi ve yine 2 yıl süreyle bakanlık yapan Ömer Dinçer dönemi yaşandı. Daha bu yıllarda Ak Parti iktidarı ulaşım ve sağlık gibi alanlarda reformlar yaparken eğitim konusunda sınıfta kaldığı eleştirileriyle karşı karşıya kalmaya başlamıştı.

Ömer Dinçer dönemini takip eden yıllarda 3 yıl süreyle Nabi Avcı, 2 yıl süreyle İsmet Yılmaz ve yine 3 yıl süreyle Ziya Selçuk Milli Eğitim Bakanlığı koltuğunda oturdu. 20 yıllık süre sonunda Ak Parti tam 9 kez bakan değişikliği yaptı ve şu an mevcut 9. Bakan görev başında.

Bu Bakanımız da diğerleri gibi daha önce sanki keşfedilmemiş müfredat değişikliğini keşfedip yine herşeyi sil baştan yapıyor.

Bu sil baştan hikayeleri artık tat dökmüyor. 

Kalıcı eğitim politikaları geliştirmede pansuman tedbirler ile bir yere varilamıyor.

Buradan çıkan sonuç yapılan değişiklikler kalıcı değil , yapanın bakanlığı süresince geçerli oluyor.

#usö #ulassalihözdemirKonfor alanını terk etmeden başarıya ulaşılmaz.

Aksini bekleyerek sadece sükutu hayale uğrarsınız.

Çaba ve gayretimiz muvaffakiyetimizin yol göstericisi olacaktır.

EMEKLİ MAAŞI

Emekli maaşların da revize yapılmalıdır. Bu zor ekonomik koşullarda emekli ezdirilmemelidir.

Benim kişisel görüşüm seçimin AKP aleyhine dönme ihtimali oluşur ise, 31 Marta ramak kala bir düzenleme yapılacaktır.

Bu değişiklik şart.

İTİBARDAN TASARRUF OLMAZ MI ACABA?

Sadeliğin görkemi başkadır zira sadelikte insan, ihtişamda eşyalar ön plandadır.”

“Sadelik en yüksek gelişmişlik düzeyidir''

(Leonardo da Vinci)

"Güzellik, fazlalıklardan arınmadır..."

(Mikelanj)

FIKRA GİBİ AMA GERÇEK, “Sığırlar aynı yerde otluyorlardı” Daha yedi yaşlarında babamın çiftliğinde Traktörle çift sürüyordum, Traktör, makine ve ekipmanlarına merakım daha o yaşlarda başlamıştı. Öğretmen Okuluyla birlikte Çınarlı Meslek Lisesinin Radyo-Elektronik bölümünün gece eğitimini bitirdim.Öğretmen okulunda öğrenciyken müdürümüz Tevfik Elmas’ın teşvikiyle, tarihte ilk defa Radyo-Elektronik kolunu kurdum. 19 yaşımda bir dağ köyüne tayin olduğumda, bilgilerimi hayata geçirmeye can atıyordum.O yıllarda Grundig marka transistörlü radyolar dokuz yüz, öğretmen maaşı da dört yüz elli liraydı.Yani bir transistorlu radyo iki öğretmen maaşına, bu günkü değeriyle altı bin liraya satılıyor, milletimiz düpedüz soyuluyordu. İzmir Çankaya Caddesinde elektronik hurdacıları vardı. Atılmış radyo kondansatörleri radyonun kalbidir, gerisi kolay...Hurdacıdan aldığım parçalarla bir radyo otuz liraya mal oluyordu. Öğretmenlik yaptığım dağ köyünün elinden marangozluk da gelen muhtarı İrfan, muhtarlık binasında bana yer verip bir de çalışma masası yaptı.İşe koyulup radyo elemanlarını monte ettim.En sona hoparlörü kalınca, muhtara; -“Tut şu kablonun ucunu, hoparlörün Dibine değdir” dedim.Değdirdiği gibi oyun havaları patladı, Ankara radyosu çalıyordu !Muhtar radyoyu kapıp sevinçle dışarı fırladı;-“Öğretmenimiz radyoyu icat ettiii !” diye bağırarak köy meydanındaki kahveye koştu. Köylü merakla kahveye doluştu.

-“Üleen dokuz yüz gaymelik iş bu muymuş” diyorlardı.

Onlar;

-“Öğretmenimiz radyo icat etti “ dedikçe, Ben

-“değil başkası icat etti , ben imal ettim” diye uyarsam da, onlar inatla,

-“Sen icat ettin” diyorlardı.

Önce muhtara, sonra da köylülerime radyo yapmaya başladım.

Muhtar radyolara kutu yapıyor, hoparlör çıkışının deliklerini açıyordu.

Kutunun yan tarafındaki kondansatör düğmesinden arama yapılıyor, skala olmasa da istasyonlar pekala bulunuyordu.

Kimseden para da almıyordum ama onlar da çeşit ikramla memnuniyetleri gösteriyordu,

Radyoya kavuşmaktan herkes çok mutluydu.

Bir gün, bizim Uzun Memet radyosunu ağaca asmış tarlada çalışırken, devriyeye çıkan jandarma başçavuşu görüp yakalamasın mı,

- Nedir ülen bu?

- Radyo başefendi.

- Böyle radyo mu olur ülen? -Öğretmenimiz icat etti.

- Neee, kaçak radyo yapmış, tut onbaşı, zabıt tut !

Zaptı tutmuşlar.

O yıllarda öğretmenlerin milletvekili gibi dokunulmazlığı vardı. Jandarma ya da polis karakoluna çağıramazlar, Milli Eğitim Müdürü ifade alır, gerektiğinde savcılığa sevk ederdi.

Milli Eğitim Müdürümüz Ahmet bey, öğretmenimiz bana bir uğrasın diyecek kadar kibardı,

Yanına varınca beni alıp kaymakama çıkardı ve;

-“O muhteşem mucit bu ! “ dedi ve kaymakam da suçumu yüzüme tebliğ etti.

Radyoların yıllık vergisi vardı ve vergi kaçakçılığı nedeniyle radyo başına para cezası kesiliyordu.

İzinsiz radyo imal etmek de casusluk gibi bir şeydi, yani sonu hapis cezası.

Savcılığa sevk etmemek için, önce takdir edip, sonra bir sürgün cezası ile işi kapatarak, Ödemiş, Bozdağlar’daki Kızılkeçili köyüne sürgün ettiler,

Soruşturma kapanmış ama yurdumun geri kalmışlığının yaraları kapanmamıştı.

Bahar aylarında Bozdağlar’a geldim, İsviçre gibi bir yer,

Bozdağlar’ın tepesinde son köy Karakeçili, buradan öteye sürülecek yer yok,

Köyü gezerken, içinde alabalıkların oynaştığı dere boyunda terk edilmiş üç su değirmeni gördüm. Elektriklisi çıkınca, bunların pabucu dama atılmış, Birinin suyu var, kapağı kapatınca tribünden çıkan su insana çarpsa parçalar,

Yazık boşa akıyor,

O yıllarda hiç bir köyde elektrik yok,

Hafta sonunu dar ettim,

İzmir Sanayi Bölgesinde Manisa’lı Ahmet Tütüncüoğlunu buldum, Derdimi anlatınca yardımcı olup, jeneratör için gerekli parçaları bulmamı sağladı, alternatör , voltaj aralığı sağlayan kolektör ve kondüktör, jeneratörün miline monte edilecek kayış ve tribün kanatlarını kaynak yapacağım değirmen çarkı.

Ahmet bey, o iyi yürekli insan, hepsini köyüme kadar kendi cipi ile getirdi.

Bir kaç günde montajı tamamladım.Köy kahvesine, okuluma, camiye ve köy meydanına kılavuz aydınlatma için kablolar çektim.

Açılış için akşam karanlığını seçtim.

Köylü merakla toplanmış bakarken, suyun kapağını açınca, ortalık gündüz gibi aydınlık oldu.

Suyun gücü neredeyse on beş köyü aydınlatacak elektriği üretebilirdi. Köylü sevinçten çığlık atıyordu.

-“Sakın öğretmenimiz icat etti diye kimseler söylemeyin, başıma iş açarsınız” diye hepsine tembih ettim.

O gece devreyi hiç kapatmadım, nasıl olsa bedavaydı,

Sabaha kadar efeler zeybek oynadı, kimi duayla, kimileri rakı içerek karanlıktan kurtuluşu kutladı.

İki gün sonra basıldık. Tüm ilçe jandarması köyü basmıştı.

Emir aldık, sökün bunları yoksa fena olur,

Söktük.

Kasabaya indim ve –“Sizin mevzuatınıza da, palavra eğitiminize” diyerek istifamı verdim

Oradan denizlere açıldım.

Önce telsiz ve güverte vardiya zabitliği, ardından süper tanker süvariliği.

Yıllar sonra memlekete döndüğümde gördüm ki, değişen bir şey yoktu, sığırlar yine aynı yerde otluyorlardı,,

(Öğretmen Nedim ÇAKMAK)