Selim Gürbüzer


KÂİNAT LABORATUVARINDA ALLAH’I HİSSETMEK

Maalesef bilim dünyası ateizmin etkisi altında kalaraktan yaratılan her varlığı tesadüfi bir eser olarak görüp iki yüzyılı aşkındır pozitivist felsefi davası gütmekteler habire.


       Maalesef bilim dünyası ateizmin etkisi altında kalaraktan yaratılan her varlığı tesadüfi bir eser olarak görüp iki yüzyılı aşkındır pozitivist felsefi davası gütmekteler habire. Güya ellerine tutuşturulmuş içi boş pozitivist felsefi reçetelerle insanların yaratılış mucizesine olan inancını inkâra dönüştüreceklerini sanıyorlar. Bikere her şeyden önce sınırlarına hayallerin bile yetişemeyeceği uçsuz bucaksız bir âlemde yaşıyoruz, o halde bu durumda yaratılış mucizesi insanların dikkatinden nasıl sarfınazar edilebilir ki? Düşünsenize sırf içinde bulunduğumuz samanyolu galaksisi takriben yüz milyar sayıdadır.  Yine bunun en az iki misli kadarda galaksi hudutlarımız içerisinde aydınlık güneşimiz gibi iki yüz milyar sayıda yıldızların varlığı söz konusudur. Şimdi gel de sınırlarına hayallerimizin bile yetişemeyeceği bu varoluş ve yaratılış mucizesini ne mümkün ki insanlar görmezden gelebilsin. Hem kaldı ki insan olarak bizatihi kendi iç ve dış dünyamız bütün olarak küçük âlemdir, hatta insana fiziki ve ruhu yönden bakıldığında büyük âlem diyen âlimlerimizde var. Her ne kadar pozitivist felsefi akımlara kapılan aklı evvel bir kısım bilim adamları yoktan varoluşu inkâr etseler de bikere Elmalı Hamdi Yazır’ın “Madumun kendi kendine vücuda gelmesi, zâtî yok olanın bizatihi var olması imkânsızdır”  şeklinde diye ifade ettiği olmayan bir şey kendiliğinden var olamayacağı gibi hiçbir şeyde kendi kendine ademden vücut (yokluktan varlığa)  bulamayacaktır gerçeğini değiştiremeyecektir.  Evet bu ifadede yokluk ademi temsil eden bir kavram olarak anlam kazanırken, varlıkta vücudu temsil eden bir kavram olarak anlam kazanmakta. Dolayısıyla Sezai Karakoç’un “Yoktan da vardan da öte bir vardır, Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır”  mucizesinin üzerine söz söyleme cüretinde bulunmaya yeltenen pozitivist felsefi ve materyalist akımların kendi aralarında ortaya koydukları yaratılışı inkâr eden farazi reçeteler bizim asla kabul edeceğimiz karar mercii odakları olmayacaktır, olmaz da. Baksanıza adamlar yüzlerine taktıkları  ‘Pozitivist Bilimsel’ etiket maskeyle sinsice önümüze koydukları bir takım içi boş yaratılışı inkâr eden suni reçetelerle insanları ruh köklerinden uzaklaştırıp maddenin kölesi yapma peşindelerdir. Öyle ya, madem hinlik peşindeler, o halde sözde bilimsel maske takınmış haramiler ruh köklerimizle daha fazla oynamalarına izin vermeksizin kendi yaratılış mucize tezlerimizi ortaya koymalı ki bizden sonraki kuşaklar içi boş suni reçetelere kurban edilmesin. Hele bilhassa uzay ve fen bilimleriyle iştigal eden teknofest gençlik için bunu yapmaya mecburuz da. Zira böylesi teknolojik donanıma haiz gençliğe ne pozitivist akım ne evrimci akım ne de materyalist akım rehber olabilir. Şu iyi bilinmeli ki; insan her ne kadar ete kemiğe bürünse de onu sırf maddi varlık olarak görmek evrimcilerin tamda arzuladıkları hayvan mertebesine indirgeyen akla ziyan bir bakış açısıdır. Bu yüzden bizim bakışımızda Yüce Allah’ın yarattığı her varlıkta tecelli eden mucize-i rabbaniyeler doğrudan bizim için rehber ayna olup inancımız gereği Âdem (a.s)’den bugüne insanı hep Allah’ın mukaddes emaneti Eşref-i mahlûkat olarak görürüz de.  Evrimciler gibi insanı asla maymuna indirgeyen bir mahlûkat olarak görmedik görmeyiz de.  

        Unutmayalım ki insanı hayvan mertebesine ya da maddeye indirgeyen Darwinizm, Pozitivizm, Materyalizm ve Ateizm taraftarılar Fen derslerinde Yaratılış mucizesinden bahsedilmesinin bilime aykırı olduğundan dem vurmaktalar habire. Oysaki bilimin uğraşı alanı olan cemadat,  nebatat, hayvanat ve insanat başlı başına kendi içinde laboratuvar âlemler olup, bu söz konusu laboratuvar âlemlerinden neye elimizi atsak her bir âlem fiil failine, eser ustasına, sanat sanatkârına nisbetle Yüce Allah’ın Yaratılış mucizesine işaret etmekte. İşte Fen derslerine bu yönden bakıldığında Yaratılış mucizesi dediğimizde bilime asla ters düşmeyip tam aksine Allah’ın ilim sıfatının tecellisi bir bilim dalı olduğu görülecektir. Bu yüzden Fen derslerinde işlenen her bir konunun Allah’a ayna olması hasebiyle Hayy’dan Hu’ya Allah demekten kendimizi alamayız da. Düşünsenize 30 yıl öncesinde kendisi ateist olup 56 yaşına geldiğinde insan DNA’sının şifrelerini çözüp bilim dünyasına adını yazdıran Dr. Francis Collins’in  “Laboratuvarda çalışırken Allah’ın varlığını hissettim” beyanıyla ateizmden yaratılış mucizesi çizgisine gelmesi Allah’ın ilim sıfatının bilim üzerinde tecellisinden maksadımızın ne olduğu noktasında meramımızı ziyadesiyle anlatmaya yeter artar da.  Her ne kadar yaratılış mucizesinin ilk anlarına şahit olamasak da kendimizin topraktan vücuda geldiğimizi biliyor olmamız ve hakeza hiçbir var oluşun tesadüfi oluşuma geçit vermeyecek şekilde yaradılış gayesine uygun olarak vücut bulduğunu hissediyor olmamız bize Allah’ın birer mucizevi delilleri olarak inancımızı daha da pekiştirmeye ziyadesiyle yetmiştir diyebiliniz pekâlâ. Zira Yüce Allah (c.c)  “Onları, ilk defa yaratıp inşa eden diriltecektir. O (Allah ki) her türlü yaratmayı hakkıyla bilendir” (Yasin, 79) ayeti mucibince tıpkı yeryüzü sathını yağmurlarla diriltip envaı türlü bitkilerle Hayy kıldığı (diri, canlı tutup)  gibi ilk insanı da topraktan yaratıp ruh üfleyerekten Hayy kılmıştır. Madem öyle, bize bu noktada Yüce Yaradan’a hamdü senâ eyleyip yaradılış gayemize uygun Hu diyerekten anmak düşer.

          Vesselam.