İrfan Sönmez


İRAN VE EĞİTİM DİLİ

Çekildi havası verilerek, hem kamuoyunda gittikçe büyüyen tereddütler izale edilerek -çözümcülerin- eli rahatlatılıyor, hem de iktidara 'biz adım attık sıra sizde' deniliyor.


Küçük bir grup PKK'lının silahını yakmasından sonra, yeni bir seremoni ile PKK Türkiye'den çekildiğini duyurdu.

Çekildi denilenler, görüntülere göre topu topu 40-50 kişiydi. 

Yani şimdiye kadar Türkiye bu 50 kişi ile mi mücadele ediyordu, Bu kadar mıydı PKK?

Bu da tıpkı silah yakmak gibi sembolik ve taktiksel bir adım.

Çekildi havası verilerek, hem kamuoyunda gittikçe büyüyen tereddütler izale edilerek -çözümcülerin- eli rahatlatılıyor, hem de iktidara 'biz adım attık sıra sizde' deniliyor. Muhtemel bir anlaşmazlıkta, 'biz silah bıraktık, Türkiye'den çekildik ama Türkiye taahhütlerini yerine getirmedi 'diyecekler...

Bundan sonra bu çevrelerin talepten çok direktife benzeyen isteklerini daha çok duyacağız. DEM Parti sözcülerinin ikide bir didaktik ve üstenci bir üslupla; 'adım atın, yasal düzenlemeler yapın, Apo'yu umut hakkından yararlandırın,anayasayı değiştirin,ana dilde eğitimin önünü açın' gibi açıklamaları sürecin nereye evrileceğinin işaretlerini veriyor.

Halbuki, başta şartsız, pazarlıksız demişlerdi; PKK bütün şubeleri ile silah bırakacak, iktidar da Öcalan'ı umut hakkından yararlandıracaktı. Üstelik,' Apo çıkmak istemiyor 'gibi açıklamalar yaparak onu cilalamayı ihmal etmemişlerdi. Ancak DEMP'lilerin son İmralı ziyareti kazın ayağının öyle olmadığını gösterdi. Öcalan,' umut hakkı istiyor, beni çıkarın' diyordu.

Şu saate kadar belli olan şudur: Militanların teslim olmasına dair en küçük bir taahhüt yok. Üstelik af değil ayrıcalık istiyorlar, biz terörist değiliz, pişman da değiliz, Kürt Ulusal Kurtuluş Ordusuyuz, bize  bir ordu muamelesi yapın, diyorlar.

Suriye PKK'sı açıkça silah bırakmayacağını söyledi, ve bırakmayacak. İran'da faaliyet gösteren PJAK'da silah bırakmayacak. Bu gidişle, yakılan 30 silah, Türkiye'den çekildiği iddia edilen 50 militanla yetinmek zorunda kalacağız.

Buna karşılık Apo ve onun arkasına takılan katilleri affedeceğiz. Kürtçeyi ikinci bir resmi dil haline getireceğiz, Apo'ya milli kahraman payesi vereceğiz, anayasadan Türklüğü sileceğiz.

Üzerinde en çok durdukları konu, ana Kürtçeyi -ikinci resmi dil- haline getirmek.

Onlar, dilin önemini, toplumu bütünleştirme veya ayrıştırmadaki rolünü anladı bizimkiler anlamadı. İkinci bir resmi dil, o dilin etkin olduğu coğrafyada giderek ortak iletişim dilinin gerilemesi, zamanla konuşulamaz hale gelmesidir.Oysa Pıco sagart'ın ifadesiyle,"bireyler arasındaki hukuksal eşitsizliğin  giderilmesi dil birliğine bağlıdır."

Dilin bu fonksiyonuna rağmen PKK ve uzantılarının dil üzerinden uluslaşma ve ayrışma taleplerine sempati ile bakan İslamcı ve sol çevreler var.

Herkes bildiği dili konuşmalı buna kimsenin itirazı yok. Buna engel olmak ne hukuka ne insanlığa sığar. Ancak bir dilin resmi dil haline gelmesi başka bir şeydir,bildiği, konuştuğu bir dilin resmi dil olmasını istemek başka bir şeydir ve aslında -devletleşme yolunun- açılmasını istemek demektir.

Ayrıca bunun Müslümanlıkla ilgili bir yanı olduğunu da sanmıyorum.

Bugün İslam kisvesi altında bölücülerin önünü açmaya çalışanların çoğu 80'li yıllarda İran sempatizanı takılan, Humeyni'yi  göklere çıkaran kişi ve gruplardı. Ama aynı gruplar İran'daki dil politikalarını da ısrarla gözden uzak tuttular.

O zaman biz söyleyelim; İran İslam Cumhuriyeti  anayasanın 15. maddesine göre  resmi dil Farsçadır. İkinci bir resmi dil yoktur.Tebriz çevresinde çoğunluk Türkçe,Kürtlerle meskun olan bölgelerde çoğunluk Kürtçe konuşmasına rağmen bu dillerin hiç biri eğitim dili olarak kabul edilmemiştir.Üstelik İran'da Fars olmayanların genel nüfusa oranını bazı kaynaklar yüzde 40-55 arasında göstermektedir. Sadece Azerbaycan Türklerinin nüfusu için yüzde 30-40 gibi rakamlar telafuz edilmektedir. Kürtlerin genel nüfusa oranı ise yüzde 5-7 civarındadır.İran, neredeyse ülke nüfusunun  üçte birinden fazlasına tekabül eden Türkçe konuşanlara bile bu hakkı tanımamıştır. Eğitim dili ana okulundan üniversiteye kadar yalnızca Farsçadır. Bazı bölgelerde yerel diller sadece bizdeki gibi seçmeli ders olarak öğretilmektedir. İran bir din devletidir ve bu uygulamalarını dini anlayışına aykırı görmemiştir. İçimizdeki  geçmişin Humeyni tilmizleri ise çarpık yorumlarla PKK'nın milletleşme ve devletleşme için istediği bu düzenlemeyi din üzerinden  meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

Bu daha çok bizdeki siyasal İslamcılara mahsus bir hastalıktır.Diğer İslam ülkelerinin düşünürlerinde böyle bir talep duyabilmek mümkün değil, varsa da bugüne kadar tesadüf etmedim. Cezayirli Malik bin Nebi  gibi önemli bir düşünür, " Müslüman bir ülkenin kültür evrenine sokulan iki dillilik gibi bir anlaşmazlığın, yalnız estetik düzeyde kalmadığını, ahlaki ve felsefi düzeyi de etkilediğini,"söyler.  Çünkü her dil, o  dil topluluğunun kültürünün,tarihinin,ahlakının,hayat felsefesinin,estetiğinin  taşıyıcılığını da yapmakta, taşıdıkları ile toplumun bütününü etkilemektedir.Dil birliği insanları bir arada tutmaya, dil farklılığı ayrıştırmaya yardımcı olur. Roux'un ifadesiyle, "tarihe intikal etmiş,Gaznelileri,Selçukluları, Hazarları ve Karahanlıları Türk ulusunun geçmişteki öğeleri olarak niteliyorsak bunu dil öğesi aracılığı ile yapmaktayız. Dil, sadece toplumları birleştirmekle kalmıyor,geçmişle de bütünleştiriyor. Millet olarak bir ve bütün olarak kalmak istiyorsak dil birliğini korumak zorundayız. Birbirimizi anladığımız müddetçe -biz olur,biz olarak kalırız.