Selim Gürbüzer

Tarih: 27.06.2025 09:08

ERMENİ MESELESİ

Facebook Twitter Linked-in

Ermeniler bir zamanlar Osmanlı şemsiyesi altında gayet halinden memnun halde yaşayan Millet-i Sadıkamızdı. Ne var ki; Osmanlı tarih sahnesinde çekilince batılıların truva atı rolüne bürünüp kimi zaman piyon, kimi zamanda dış politika arenasında kullanılan ucuz satranç malzemesi olarak karşımıza çıkar.    

    Ermeniler Fransız ihtilali sonrası tüm dünyada dalga dalga yayılan menfi milliyetçilik rüzgârlarının etkisiyle kanayan yumuşak karnımız olmuşlardır hep. Her ne kadar I. Dünya Savaşı yıllarında Rus-Ermeni ittifakının Anadolu ve Acara’da müttefiklerle beraber Osmanlıya karşı savaşarak Millet-i Sadıkamız olmaktan çıkıp sadakatsizlik gösterseler de umduklarını bulamayıp hevesleri kursaklarında kalacaktır elbet. Öyle ki bir süre destek gördüğü müttefikler yenilince onlarla bir araya gelemeyecek şekilde dağılıverirler. İşte Osmanlı’ya nankörlük yapmanın bedeli olarak dağınık halde dünyanın değişik yerlerinde yalnızlık girdabına düşeceklerdir. Hiç kuşkusuz bunda Bolşevik-Taşnak ittifaklarının Bakü’de işledikleri soykırımların, Nargin esir kampındaki insanlık dışı uygulamaların ve bir dizi mezalimlerin çok büyük etken payı vardır.

 Düşünsenize halen bugün olmuş gelinen noktada tarihten yeterince ibret almadıkları o kadar net ortada ki bir türlü iflah olmuyorlar. Hani huylu huyundan vazgeçmez derler ya, aynen öyle de bir bakıyorsun ABD’de ve Batıda lokalize olmuş üçüncü kuşak diyebileceğimiz Diaspora Ermeni lobileri her fırsatta sözde soykırım mitini canlı tutmaya çalışmaktalar. Nitekim uluslararası arenada yaptıkları lobi faaliyetleriyle 24 Nisan 1965’ten bu güne Ermeni soykırımı iddialarını sürekli kaşıyıp gündemde tutmaya çalışmaları iflah olmayacaklarının bariz göstergesidir zaten.  Hakeza bu uğurda özellikle 1973-1985 yılları arası ASALA’yı kullanarak terör eylemlerine tevessül etmeleri de huylu huyundan vazgeçmeyeceklerinin bariz göstergesini teşkil etmekte.  Hatta yetmedi 1990-2005 yılları arasında Diaspora merkezli faaliyetlerle sahne alıp uluslararası platformda Türkiye’yi sürekli köşeye sıkıştırma yönünde çaba içerisine girmekle de kurnaz tilki rolü oynamaktalar. Oysa Ermenilerle tarihi süreç içerisinde iyi günde kötü günde kader birliği yaşamışlığımız söz konusuydu. Maalesef sonradan her ne oluyorsa küresel güçler tarafından aparat olarak kullanılıp üzerimize salınan kullanışlı malzeme olurlar. Şayet Ortadoğu denklemi içerisinde kullanışlı malzeme olarak alet olmasalardı hem Osmanlıyı arkadan hançerleme durumuna düşmeyeceklerdi hem de bizim nezdimizde her daim Millet-i Sadıka olarak bağrımızda değer kazanıp yalnızlık girdabına düşmeyeceklerdiler.      

 Tarih boyunca sürdürdüğümüz dostluğumuz derin güçleri rahatsız edip hesaplarını altüst etmiş olsak gerek ki sürekli tehcir konusuyla mercek altına alınıp güya Ermenileri zorla topraklarımızdan göç ettirdiğimiz işlenir habire. Öyle ki yalan yanlış bilgilerle tehcir hadisesi hedefinden saptırılarak dünya kamuoyuna soykırım şeklinde sunulmakta habire. Oysa tehcir başka bir hadise, soykırım başka bir şeydir. Belli ki sapla samanı birbirine karıştırılmakta pekte mahirler. İlla soykırımdan söz edilecekse de,  12 Eylül öncesi Ermeni ASALA örgütünün işlediği kanlı cinayetler dünya kamuoyuna örnek gösterilmeliydi.  Ki; o yaşanan kanlı cinayetlerin acıları hala sinemizde dinmişte değil. Üstelik bu cinayetler işlenirken de dünyanın değişik yerlerinde elçiliklerimize yönelik hunharca işlenmişti hep. Malum, süper güçler işlenen cinayetler karşısında sürekli balkondan seyretmekle durum vaziyeti idare etmişlerdi. Hatta balkondan izlediklerinde sadece seyirci olarak kala kalsalardı belki gam yemezdik,  ama gel gör ki o yıllarda başta ABD olmak üzere sırasıyla Almanya, İngiltere, Rusya ve Fransa sözde Ermeni soykırım iddiasının amigoluğuna soyundular bile.     

   Hiç kuşkusuz teknik olarak Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte 1991 yılı denildiğinde soğuk savaşın bittiği yıl olarak akla gelir. Peki,   dünyayı huzursuz eden bu yıllar bitti de ne oldu,  bu kez Ermenilerin yalnız kalışına çare olarak Ermeni devletinin ilan edilişine şahit olduk. Derken Ermeni meselesi küresel boyutta başımızı ağrıtan bir mesele olarak karşımıza çıkar. Baksanıza Diaspora Ermenileri lobi faaliyetleriyle sürekli meseleyi kangrenleştirmekteler. Yetmedi Yahudilerinde desteğini alarak diş bilemekteler. Daha da hızlarını alamayıp uluslararası lobi faaliyetleriyle Ankara’yı köşeye sıkıştırmakla meşguller. Neyse ki Tayyip Erdoğan’ın 2002 yılı sonrası iktidara gelişiyle birlikte bu meselede statükocu çizginin aksine yaraya neşter atılıp böylece sözde Ermeni soykırım iddialarını boşa çıkartacak hamlelere şahit olabildik. Öyle ki 2002 sonrası aktif dış politikalar sayesinde icabında Batı dünyasındaki sağduyulu aydınların görüş ve beyanlarını gündeme taşıyıp Türkiye’nin elini güçlendirecek girişimlerde bulunabiliyoruz Hatta yetmedi birlikte ortak komisyon kurma girişimleriyle ekonomik işbirliği çağrısında bulunabiliyoruz da. Böylece Ermenilere karşı herhangi bir önyargımızın olmadığımızın tüm dünyaya ispatlamış olduk. Ama gel gör ki Türkiye’nin kapıları açma şartını Koçaryan hükümetinin sürekli burun kıvırıp ayak diretmesi bir anlamda ilişkilerimizi olumsuz yönde sekteye uğrayabiliyor. Böylece Ermeni meselesi sil baştan uluslararası arenada çözülemeyen bir mesele olarak karşımıza çıkmakta. Nitekim başta Fransa olmak üzere pek çok ülke parlamentolarında aslı astarı olmayan Ermenilerin lehine tezler kabul görür bir ortam oluşturulmakta. Üstelik söz konusu parlamentolarda kendi içinde muhalif fikirlerin söylenilmesine bile yasak getirilerek kanunlaştırılmakta. Ne de olsa Avrupa’da hatırı sayılır sayıda Ermeni nüfusu mevcut, tabii ki adamlar kanunla kayıt altına almaktan hicap duymayacaklardır. Oysa Fransa’da en az Ermeni nüfusu kadar Türklerde yerleşik durumda. Yani 500 bine yakın sayıda Türk nüfusu, bir o kadar da Ermeni nüfusun varlığı söz konusudur. İşite nüfus gerçeğine rağmen Ermeniler buralarda lobi faaliyetleriyle bize karşı avantaj sağlayabiliyorlar.  Öyle ki Fransa’nın 2007 yılını Ermeni yılı ilan etmesi lobi faaliyetlerinin etkisi sonucu ortaya çıkan bir durumdur.  Zaten Fransa’nın Ermeni yılını ilan etmenin öncesinde de Fransız alt parlamentosunda Ermeni soykırımını yok saymayı suç sayan, hatta bir yıl hapis cezasını öngören yasayı onayladığını hesaba kattığımızda bu durum bize hiç de şaşırtıcı gelmeyecektir. Bizim avantajımız şimdilik sadece iş hacmi potansiyelimizin yüksek olmasında gözükmekte. Hele bu iş potansiyel hacmimizin üzerine birde Türk lobi faaliyetlerini ekleyebilirsek değme keyfine, dışarda inisiyatif almamız an meselesidir diyebiliriz pekala.        

 Evet dış politika arenasında çözümden yana onca iyi niyetli girişimlerimize rağmen uluslararası güçler habire bu iyi niyet girişimlerimizi sekteye uğratmakla hiç de iyi sınav vermemekteler.  Hemen hepsi sınıfta kalmayı göze alacak politikalar izlemekteler. Birde bunun üstüne üstük Ermeni Diasporasının işgüzarlığına da çanak tutmaktalar.  Maalesef her defasında Ermeni meselesini bize karşı koz olarak kullanmaktan en ufak hicap duymazlar da. Oysa Osmanlı arşivlerini her an açmaya hazır olduğumuzu bildirdiğimiz halde onlar yine bildiklerini okuyacaklardırlar. Objektif olmak mı hak getire, bilhassa tehcir hadisesinin tarihçilerin işi olduğunu defalarca söyle söyleye dilimizde tüy bitmesine rağmen adamlar hiç tınmayacaklardır.    

    Her neyse Avrupa cenahında durum vaziyeti anladıkta,  peki Sam amcanın Büyük Ortadoğu projesi kapsamında Türkiye’yi kendi ekseninde tutmak adına Orta doğuda çıkarları uğruna Ermeni konusunu temsilciler meclisinde görüşmeye açmasına ne demeli? Hiç kuşkusuz bunda da bir bit kemiği vardı. Besbelli ki o yıllarda üzerinde bir değil bin düşünülecek durumla karşı karşıyaydık. Düşünsenize ABD hem stratejik ortaklıktan söz etmekte idi hem de bizi yumuşak karnımızdan vuracak konuları işlemekteydi habire, doğrusu şaşmamak elde değildi. Hem kaldı ki adam olana demezler mi bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diye. Neyse ki Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı sıfatıyla Ermenistan’da Türkiye maçını seyretmesi, ardından onlarında buna karşılık verip Bursa’da Milli maçımıza gelmeleri önyargıları bir nebzede olsa yıkmaya yetmiştir. Derken uluslararası arenada Türkiye’nin elini güçlendiren durum ortaya çıkmış oldu. Hele bilhassa Başkan Barak Obama döneminde Ermeni Diasporasının onca yaptıkları tezvirata rağmen Türkiye ile Ermenistan ilişkileri farklı boyuta taşındı da diyebiliriz pekâlâ. Nitekim geldiğimiz noktada 30 yılı aşkındır çözülemeyen kanayan yara Karabağ’ın 27 Eylül 2020’de başlayan ve 44 gün süren vatan muharebesinde Türkiye’nin de desteği ile Azerbaycan’ın tarihi bir zaferle çıkıp yeniden işgal edilmiş topraklarını vatan kılması yüreklerimizde yeniden “Kardaş Kömeği” ruhunun canlanmasına ziyadesiyle yetmiştir. Malum Ankara bugüne kadar kangrenleşmiş olan bu meseleye karşı sürekli cevap vermekle çözüm aramıştı hep. Artık bundan böyle tıpkı Karabağ zaferinde olduğu gibi işi daha da ileri boyutlara çekip fiiliyata dökmek daha akıllıca hareket olacaktır elbet. Böylece cevap vermekle meşgul edildiğimizin farkına varmakla İHA ve SİHA’larımızla bir çırpıda pek çok kangrenleşmiş meseleleri sahada çözeceğimizi görmüş olduk.  Hem nasıl ki bir zamanlar Bakü Müslüman Cemiyeti Hayriyesi’nin savaş mağduru Türklere uzattığı kardeşlik eli ile Kafkas İslam Ordusunun Bakü’yü kurtarma harekâtı Azerbaycan’a can suyu aydınlanma olmuşsa aynen öyle de bizim İHA ve SİHA’larımız da özbeöz kardeşimiz Azerbaycanlılar için “Kardaş Kömeğimiz” olmuştur. Bu demektir ki Kardaş Kömeği ruhuyla Ermeni Diasporanın hayallerini boşa çıkartabiliyormuşuz pekâlâ. Bu yönde en ufak yılgınlığa kapılmadan kararlılığımız devam ettiği sürece biliniz ki Ermeni Diasporasının heveslerini kursaklarında bırakıp eskisi kadar etkili olamayacağını söyleyebiliriz. Umulur ki; küresel oyunlar bozulurda Ermeni Diasporasının hezeyanlarından kurtulmuş oluruz Madem öyle gün uyanık olmak günüdür deyip Türkiye-Azerbaycan kardeşliğini her daim iri ve diri tutmakta fayda vardır.     

   Vesselam.  


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —