Gücü ele geçirenin ötekine karşı tutumunda, sol ile sağ arasında bir fark yoktur. Tek parti dönemi eleştirilirlen hep basına uygulanan sansür ve baskılar öne çıkarılır. Bu tek gözlü, taraflı bir bakıştır. Zira sonraki DP döneminde de durum farklı değildir. İktidarı eleştiren basın para ve hapis gibi çeşitli araçlarla susturulur. İktidarı eleştiremez hale getirilir. Öyle ki,DP iktidarIna karşı sert muhalefet yapan Nihat Erim bile 1954 seçimlerinden sonra Halkçı ve Yeni Ulus gazetesinde yürüttüğü muhalefeti yumuşatmak zorunda kalmıştır. Gerekçe, Yeni Sabah gazetesi sahibi Safa Kılıçdaroğlu’na göre açıktır , şöyle der:”Dağ başında eşkiya elinde kalan insanlar gibiyiz.”
Ancak zamanla durum o noktaya gelir ki, çok partili hayata geçişte DP’yi destekleyen gazeteciler muhalefete geçerler, DP’nin sonunu hazırlanmasında büyük rol oynarlar. Baskı politikası, halkla DP arasında köprü olan basının kaybedilmesine neden olur.
İktidar gücünün sarhoş edici etkisine kavuşan her parti ve kadro, o gücü elde tutmak ister. Bunun için her yol denenir.
DP’yi baskı politikalarına iten saik de,iktidarı kaybetme ihtimalini bertaraf etmekti. Bunun için de basını ya yandaş olmaya yahut susmaya zorlamıştı. Ancak bu politika bir süre sonra geri tepecek basın yaptığı doğru/ yanlış haberlerle 1960 darbesine giden yolun psikolojik zeminini hazırlayacaktı. Onun için Erol Simavi hatıralarında:” Basın için dünyada beş büyük kuvvetten dördüncüsüdür derler. Bu söz Türkiye için geçerli değil. Hakimiyet elbette kayıtsız şartsız milletindir. O başka. Ama birinci kuvvet, Türkiye’de ordu mu? Hayır… Basındır. İkincisi ordudur. Çünkü orduyu ihtilallere basın hazırlar” diyecektir.
Bugün gazeteleri başıboş bırakmak yerine onları partizanlara satın aldırmanın sebeplerinden biri budur. Ancak bu yöntemin ilelebed başarılı olmasının bir garantisi yoktur. İnsan, her türlü esaretten, bağımlılıktan nefret eden, kelepçelerinden kurtulmak isteyen bir varlıktır. İktidarı elinde tutanların bir gün onu kaybedeceklerini kabul ederek siyaset yapmaları gerekir. Demokrasilerde aslolan, - gitmeyi- kabullenmek, iktidarda kalmak için ahlak ve hukuk dışı yollara başvurmamaktır.
Bugün baskı politikalarından bahsedildiğinde hemen tek parti döneminden örnekler verilir. Oysa DP döneminde kimi konularda kısmi bir rahatlama olmuşsa da,iktidarda kalma düşüncesi, zamanla DP yöneticilerini de hukuk dışı yollara sürüklemiştir. Tek parti dönemi, elbette vatandaşın içini kanatan icraat örnekleri ile doludur. Ama aynı CHP’nin bu ülkeyi kazasız belasız çok partili hayata taşıdığını da unutmamak gerekir.
1950 seçimleri olmuş, DP açık ara seçimi kazanmıştır. Bu İnönü ve CHP için tam bir şoktur. Ulus muhabiri Orhan Birgit’e göre o gece, 1. Ordu Kımutanı Orgeneral Kurtcebe Noyan gecenin ilerlemiş saatlerinde CHP İstanbul Parti müfettişi Sadi Irmak’ı arayarak, komünistlerin hile karıştırdıkları gerekçesiyle seçimlerin iptali yoluna gidebileceklerini dile getirmiş, ancak İnönü kendisine iletilen bu talebi reddetmiş, milli irade nasıl tecelli etmişse herkesin buna saygı göstermesi gerektiğini söylemiştir.(Taner Demirel,Türkiye’nin Uzun On Yılı,s.101)
İnönü’nün gösterdiği olgunluğu ne yazık ki, bugün ikide bir tek parti eleştirisi yapanlarda göremiyorsunuz. Bunca gerilimin, hukuksuzluğun, baskı politikalarının nedeni budur.Oysa gitmeyi bilmektir demokratlık. Şunu unutmamak lazım, hiç bir güç millet iradesinden büyük değildir. Bu iradeyi maniplasyonlarla, baskı ile, satılık gazetecilerle sonsuza kadar iğfal edip durdurmak mümkün değildir. Hakikatin gücü er geç yalanı yener,tarihi akış mutlaka mecrasını bulur.