İnsan doğar doğmaz bir çemberin içine girer. Ailesi, çevresi, toplumun kuralları derken hayatı boyunca bir şeyler bekleyerek yaşar. Sevgi bekler, ilgi bekler, emeğinin karşılığını bekler. Ama hayatın acı bir gerçeği var: Beklentiler çoğu zaman hayal kırıklığı getirir. Çünkü biz, bir şeyleri hak ettiğimizi düşündüğümüz anda kendimizi farkında olmadan bağımlı hale getiririz. Oysa özgürlük, beklentiyi bırakabildiğimiz yerde başlar.
Beklenti, ruhun ipotek belgesidir;
özgürlük ise
o belgeyi yırtıp
atabilmektir.(Çetin Ay)
Beklentiler neden yorar? Çünkü insanoğlu, kendine biçtiği değer kadar karşılık görmek ister. Birine iyilik yapınca teşekkür edilmesini, fedakârlık yapınca kıymet bilinmesini, emek verince takdir edilmeyi bekler. Ama hayat bu kadar matematiksel ilerlemez. Bazen en çok emek verenler en az karşılık görenler olur. Bazen en dürüst insanlar en büyük ihaneti yaşar. İşte tam da bu yüzden beklentiyi hayatın merkezine koymak, kendini yıpratmaktan başka bir şey değildir.
Peki, beklentisiz yaşamak mümkün mü?
Aslında mümkün değil, ama yönetilebilir. Önemli olan, beklentiyi bir zorunluluk haline getirmemek. Kimse seni aramak zorunda değil, ama ararsa mutlu ol. Kimse sana teşekkür etmek zorunda değil, ama ederse kıymet bil. Kimse seni anlamak zorunda değil, ama anlarsa bunu bir hediye gibi kabul et. İşte bu bakış açısı, insanı kırılganlıktan uzaklaştırır, daha sağlam hale getirir.
Çoğu insan hayatını “Ben bu kadar verdim, karşılığında ne aldım?” sorusuyla yaşar. Ama belki de asıl sorulması gereken şudur: “Ben bu kadar verdim, ama bunun bana kattığı ne?” Çünkü gerçek huzur, karşılık bekleyerek değil, verdiğin şeyin seni nasıl büyüttüğünü fark ederek gelir.
Beklentisizlik, umursamazlık değildir. Aksine, insanı ruhen daha güçlü hale getiren bir olgunluktur.
Sevilay Ay
Düsseldorf