Selim Gürbüzer

Tarih: 06.06.2025 12:48

AVRUPANIN DOĞRUDAN KURUCU UNSURU İSLAM MEDENİYETİDİR

Facebook Twitter Linked-in

Avrupa’ya 1699 yılına kadar gelen evrede birinci tehdit Osmanlı’dan gelmiştir hep. Bunun üzerine Avrupa’da Türk karşıtı birliktelik düşüncesi oluşup Fransız Devlet Adamı Sully, ilk “Birleşik Avrupa Projesi” girişimini başlatan lider olarak adından söz ettirir. Kaldı ki adından söz ettirir çıkış başlatmasa da Osmanlı’nın Viyana yenilgisi ve donanmasının Hint okyanusundan çekilmesi onları birliktelik yolunda cesaretlendirmeye ziyadesiyle yetmiştir. Nitekim Osmanlı’nın çöküşe geçtiğine iyice kanaat getirdiklerinde tüm Avrupa’yı harekete geçireceklerdir. Böylece topraklarımızın bölüşülüp paylaşılmasına start vermiş olurlar. Hele bir devlet hasta yatağına düşmeye bir görsün,  hiçbir ülke geriye dönüp de “Bir zamanlar bize kol kanat germiştiniz, sizin adalet şemsiyeniz sayesinde hür yaşamıştık” demez,  bilakis düşene bir tekmede kendileri vurup kuyumuzu kazma pozisyonu alacaklardır.  İşte, al sana İngiltere; ahde vefaymış, şuymuş buymuş, İngiliz’in umurunda mı sanki. Fırsat bu fırsat deyip hazır Osmanlı hasta yatağına düşmüşken önce Kıbrıs’a postu serer sonrasında ise Mısır’ı kuşataraktan Hint yolunu kendi kontrolü altına alacaktır.  

          Avrupa için belli bir noktadan sonra Osmanlı tehdit kapsamından çıkıp yerini ikinci tehdit kapsamında Rusya alır. Ki,  Çar Deli Petro’nun sıcak denizlere inme hevesi öteden beri bilinen bir gerçekliktir, bu bir sır değil zaten. İşte bu doğrultuda Rusya’nın yayılma politikaları ve işgal girişimleri Avrupa için yakın tehdit kapsamı alanı içerisinde görülür.  Ancak Rusya için daha henüz hâlihazırda herhangi bir caydırıcı müeyyide uygulanmayaraktan yapılan bir tehdit unsuru öngörülmesidir bu. Her neyse Avrupa ilk başta Rusya hakkında herhangi bir yaptırım yapılmaksızın bir öngörüyle vakit geçire dursun, aslında bizim ahı gitmiş vahı kalmış halimiz bile onların diri haline taş çıkartıcasına Rusya’ya karşı tek ciddi manada tek direnen ülke olduğumuzun gerçeğini değiştiremeyecektir. Her ne kadar bizim içimizde de bir takım sözde akademisyenler Kanuni’den sonra Osmanlı’nın çöktüğünü tezini habire üniversitelerimizde genç beyinlerimizin zihnine işleseler de, oysa bir bakıyorsun çökmeye başladı denen Osmanlı’nın Kanuni’nin ölümünden sonra bu yana yeni kurulan Türkiye’mizin dört buçuk katı kadar bir ömür yaşadığını görüyoruz. Ne diyelim,  bizimkilerin Osmanlıya bakışı bu olunca elbette ki bu durumda Avrupa’nın çifte standart yüzünü görmemeleri son derece gayet tabiidir.  Baksanıza Batılılar hem bir yandan Rusya’yı tehdit kapsamında bir ülke olarak öngörüyorlar, hem de bu ne perhiz bu lahana turşusu diyebileceğimiz türden Osmanlı’ya karşı Çarlık Rusya ile ittifak ve işbirliği yapmaya çanak tutacaklardır. Neyse ki sonradan baktılar ki, Rusya Doğu Avrupa'ya doğru hızla yayılma stratejisi üzerine almış başını gidiyor ister istemez bu durumda mecburen Osmanlıyla dayanışma içerisine girmek zorunda kalacaklardır.

         Malumunuz batı hayranlığı Tanzimat'la birlikte topraklarımıza sirayet eden bir maraz hastalıktır. Hatta işi sadece hayranlık seviyesinde tutmayıp soğuk savaş sonrası NATO’ya dâhil olmakla batıyla olan ilişkilerimizi daha da pekiştirip bir başka mecraya kaydırırız.  Kaydırmamızda gayet tabiidir. Çünkü o yıllarda komünizm Avrupa’nın baş belası ideolojik bir akım olduğu gibi bizimde baş belamızdı. Bu yüzden Türkiye’nin Varşova Paktı’na değil NATO paktında yer almasına şaşmamak gerekir. Dolayısıyla Kore’ye asker göndermekle de NATO’daki konumumuzu güçlendirmiş oluruz. Derken biryandan batı dünyasına bir noktada iyi niyet gösterisi olarak göz kırpmış olurken diğer yandansa Sovyet yayılmacılığı karşısında kendimizi korumaya almış oluruz. Sadece kendimiz mi rahat nefes alırız?  İcabında yayılmacı komünizm belası tüm dünyayı tehdit eder bir ideoloji kapsamı alanı olmaktan çıkıp, tüm insanlığın rahat bir nefes almasını beraberinde getirir de. Ancak Avrupa bunla kalmamalıydı, buna ilaveten çifte standart maskesinden de kendilerini kurtarmanın yollarını aramalıydı.  Nitekim Fransız düşünürü Remi Brague içinde bulunduğu Batı dünyasına bakın ne tavsiyede bulunuyor: “Avrupa’ya Romalı tavrına dönerek kendi dışındaki toplumlara kapılarını açması gerekirdi.” Ve Remi Brague şu uyarı vazifesini yapmayı da ihmal etmez, der ki:‘Şayet Avrupa kendi değerlerinin aksi istikamette bir yol izlerse kendi içine kapanıp karanlık çağına dönmüş olacaktır.’

       Yine benzer bir açıklamada Josep Fontana’dan gelir, o da şöyle der:  “Eğer kendimizi kapalı duvarların gerisine hapsetmekte ısrar edersek hem içerden hem dışarıda can vereceğiz demektir,  böylece şimdiye kadar yarattığımız uygarlıklar yok olacak ve bizim için kapalı bir yeni sahife açılacaktır.” 

         Evet, Avrupa’nın bir takım sağduyulu aydınların kaygılarında son derece yerden göğe kadar haklıdırlar. Dile getirdikleri kaygıları gayet açık ve net ortada zaten. Nitekim Avrupa kendi dışındakileri ötekiler olarak kategorize ettiği sürece bu kez kendi geleceğini karartıp düşüşü kaçınılmaz olacaktır. Hele ki geçmişte Avrupa’nın kurulmasında İslam medeniyetinin çok büyük katkısının olduğunu düşündüğümüzde kendi dışındakileri öteki görme huylarından vazgeçmeleri gerekmektedir. Nasıl ki tarihte İslam medeniyeti farklılıkları zenginlik addedip insanlığa soluk aldırmışsa,   gelinen noktada Batı kulübü de pekâlâ farklılıkları zenginlik addedip insanlığa soluk olabilirlerdi. Düşünsenize İtalyan Tarihçi Cardini; Sicilya ve Napoli'de İslam Medeniyetinin kaynak izlerini takibe koyulduğunda bir de ne görsün; Napoli şehri yöneticileri; kendilerini Bizanslıların ve Longobardi Prenslerinin baskısından ve zulmünden korumaları için Müslümanları ülkelerine çağırdıklarını gözlemler. Ve böylece Endülüs’te filizlenen İslam Medeniyetinin Avrupa’nın şekillenmesinde rol oynadığı kanaatine varır. Bu arada İtalyan tarihçi Cardini; İslam’ın Avrupa’nın doğrudan kurucu unsuru olduğuna iyice kanaat getirdikten sonra şu sözleri söylemekten çekinmez de: “Avrupa’nın 18.yüzyıla kadar Müslümanlara bakışı bugünkü gibi ön yargılı değildi, ama 19. ve 20. yüzyıllarda Avrupa’ya bihaller oluyor ve bundan böyle Müslümanlara öteki toplum gözüyle bakmaya başlayacaklardır.” Aslına bakılacak olursa Müslümanlara öteki gözüyle bakmalarının temelinde Tarık bin Ziyad’ın Afrika’dan çıkıp Endülüs’ü fethetmeye kalkıştığı 711 yılının Mayısından itibaren bu karanlık kıta Avrupa’sının kaderini ve gidişatını belirleyen gücün İslamiyet’in yaktığı ışık meşalesinin vermiş olduğu eziklik ve hazımsızlık kompleksi vardır. Zira Müslümanlar Avrupa kapılarına dayandıklarında Avrupa ortaçağın en karanlık çağını yaşıyordu. Kaldı ki Endülüs’ün ışığı aynı zamanda Avrupa’nın Yunan ve Roma medeniyetlerinden sonra insanlığın yeniden aydınlanmasının başlangıcını beraberinde getirmiştir. İşte Avrupa bu bilinçaltındaki öteki görme hastalığı Müslümanlara olan bu derin borcun oluşturduğu eziklikten başkası değildir elbet. Öyle ya,  Avrupa’nın Müslüman toplumlara şükranlarını bildirmeleri gerekirken tam aksine Müslümanları öteki görüp dışlamayı yeğleyeceklerdir hep.  Bu düpedüz nankörlüğün ta kendisi öteki görme hastalığıdır bu.

          Evet, Batılılar farkında ya da değiller, gerçek şu ki; İslam’ı aradan çıkarmaya kalkışıldığında Avrupa tarihinin ne dününden,  ne bugününden,  ne de yarınından söz etmenin hiçte bir kıymeti harbiyesi kalmayacaktır.  Her ne kadar batı ülkelerinin nüfus çoğunluğu Hıristiyan olsa da İslam Medeniyetinin Avrupa’nın şekillenmesinde rol oynadığı gerçeğini nereye kadar görmezden gelinebilir ki. Madem öyle, Avrupa aklını başına toplayıp bir an evvel bağrında taşıdığı tüm Müslüman nüfusuyla barışık kalmanın yollarını aramalı.  Ya da farklılıklarla beraber bir arada yaşamanın keyfine bakmalı. Aksi takdirde ruhi bunalım içerisinde kıvranan Avrupa’nın geleceği karanlık olacaktır. Müslümanları öteki görmekle nereye varılabilir ki. Olsa olsa varacakları yer kendi kendilerinin kuyusunu kazmak olacaktır.  Aslında Doğu ve Batı bir elmanın iki yarım küresi gibi birbirini tamamlamak için vardır. Bakınız tarih boyunca gerek sosyo-ekonomik gerekse kültürel bakımdan birbirlerine bir şeyler vererek bir şeyler alarak ilişkilerini sürdürmeye çalışmışlardır. Peki, bu durumda tam bir elma olmak varken kendi dışındakileri öteki görüp yarım elmaya razı olmak niye? Hiç kuşkusuz bu sorunun cevabı Said Nursi Hz.lerinin şu müthiş sözlerinde gizli:  “Avrupa Osmanlı’ya gebe, Osmanlı da Avrupa’ya gebe.”  

        Kaldı ki İslam’ın soluğuyla nefeslenmeye sadece bizim değil Avrupa’nın da ihtiyacı var. Keza tersinden düşündüğümüzde teknolojinin meyvelerinden istifade etme noktasında en az Avrupa kadar bizimde ihtiyacımız söz konusudur. İşte bu yüzden Said Nursi Hz.leri  “Avrupa Osmanlıya gebe, Osmanlıda Avrupa’ya gebe” demiştir.  Öyle ya, madem karşılıklı birbirimizin bir elmanın iki yarım küresi gibiyiz, o halde bir bütün elma olmak varken sadece Hıristiyan kulübü kalmak niye.  Dedik ya, Avrupa neydik edip bu tür takıntılardan bir an evvel kurtulmalı. Hiç kuşkusuz bunun yolu Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasında geçmekte.  Böylece geçişimizle birlikte Avrupa’yı bu tür bağnaz takıntılardan kurtarmaya yetecektir. Malum, başlangıçta Avrupa Birliği projesi kendi aralarında çıkan kavgalara son vermek için kurgulanmış bir projeydi. Yani, II. Dünya Savaşında yaklaşık elli milyon insanın canına mal olan acıların bir daha yaşanmaması için bu projeye start verilmişti. Şimdi ise gelinen noktada sanki kendi aralarında geçmişte hiç bir şey yaşanmamışçasına bu kez AB şemsiyesi altında öteki gördüklere toplumları birbirine düşürerek dünyayı kan gölüne çevirmekteler. Ne diyelim ‘Bir gün keser döner, sap döner, gün gelir hesap kendilerine döner’ misali, bir bakmışsın kendi kendilerinin kuyusunu kazıyacakları günlerin eşiğine yeniden gelmiş olurlar.  Zaten bunun ilk işaretlerini şimdiden görüyoruz da. Bakın yıllardır bize karşı kırk dereden kırk su getirip aralarına almayanlar şimdilerde kendi aralarında çıkan çıkar çatışmaların çatırdamasıyla meşguller. Böyle giderse AB’nin o tek bayrak altında yekvücut “Büyük Avrupa olmak” hayali güme gidecektir. Nitekim İngiltere’nin Avrupa Birliğinden kopması,  Kuzey İrlanda ve İskoçya’nın çıkma isteği bunun en bariz göstergeleridir.           

          Vesselam.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —