Mürsel Gündoğdu


ALIŞKANLIKLARDA BOĞULMAK YA DA DEĞİŞİME AÇIK OLMAK

ALIŞKANLIKLARDA BOĞULMAK YA DA DEĞİŞİME AÇIK OLMAK


Her doğan yeni gün sayısız yeniliklerle çalar kapımızı.

Ay, her gece başka bir yüzünü gösterir bize ve tabiat her an bütün unsurlarıyla hızlı bir değişim içindedir. Zaman değişir, mevsimler değişir ve evren değişir. Hayatta değişmeyen tek şey değişimin bizzat kendisidir.

Değişmek; bize sınır çizen ve çizdiği bu sınırlarda mahkûm hayatı yaşamamızı isteyen alışkanlıklarımıza isyan etmek demektir.

Değişmek, yenilenmektir ve yenilenerek gelişmeden yana tavır almaktır.

Değişmek, özgürlüğe kapı aralamaktır aslında.

Mensubu olduğumuz tabiatın her an kendini yenileyip değişmesine karşılık insanın değişime direnmesi tabiata yabancılaşması anlamına gelir. Tabiata yabancı kalmak demek, kendimize yabancılaşmaktır aslında. Ve biz insanlar kendimize yabancılaşmaya başladıktan sonra farkına varsak da varmasak da içinde yaşadığımız toplumun diline de gönlüne de yabancı kalırız. Bu durum, hepimiz için kaçınılmaz bir sondur.

İlk insandan bu yana aydınlar ile içinde yaşadıkları toplumlar arasında her zaman değişime dayalı çatışmalar yaşanmıştır. Toplumların alışkanlıklarını korumaya yönelik bu çatışmalar bazen artarak bazen eksilerek hep süregelmiştir.

Aydınlar, toplumları değişime, yeni tefekküre ve yüksek ideallere davet eder toplumlar ise var gücüyle bu yeni fikirlere direnirdi. Bu durum, İslam toplumları için de böyleydi batı toplumları için de.

İslamiyet?in ilk yıllarından itibaren Hz. Muhammed ve arkadaşlarının çektiği çileler buna en güzel örnektir. Sonraları yaşanan acı olayların sebebi de budur.

Ardından Hallac-ı Mansur?un asılması, İmam-ı Azam Ebu Hanife?nin hapsedilmesi, İmam Maturidi?nin unutturulması, Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Rüşt ve benzeri düşünürlerimizin ısrarla yok sayılmaya çalışılması bu aydınlarımızın toplumlarının fersah fersah önünde olup onları yerleşik alışkanlıklarından kurtararak aydınlığa, ilahi hikmetin ışıklı yoluna davet etmelerinden kaynaklanmaktaydı.

Batı toplumları için durum bizden daha da korkunç boyutta seyretmiştir. İlkçağ düşünürlerinden Sokrates?in aydınlık düşünceleri ve fikirleri sebebiyle idam edilişi, Galileo Galilei?nin çığır açan düşünceleri nedeniyle müebbet hapis cezasına çarptırılması   ve Giordano Bruno?nun Engizisyon Mahkemesi tarafından yapılan büyük işkencelerden sonra Roma?da bir kazığa bağlanarak diri diri yakılması ve daha niceleri?

Bütün bu vahşetler, aydınların toplumlarının çok çok önünde olmalarından kaynaklanıyordu. Günümüz toplumları ise aydınlara inat çağa daha erken uyanmanın hazzını yaşıyor bu demlerde. Amerika toplumu tekrara düşen ve alışkanlıklarına mahkûm olan sanatçılara, medya spekülatörlerine ve aydın diye lanse edilen toplum mühendislerine karşı hayranlık duyulacak şekilde değişimden yana tavır takınıyor.

Avrupa toplumlarının pek çoğu bu sosyal değişimin kendi kapılarını çaldıklarının farkında. Amerika?da sözde aydın tayfasının tek yaptığı ise değişimi anlamak, analiz etmek ve katkı yapmayı tercih etmek yerine küfür ve şiddet yoluyla bu değişime direnmek.

Müslüman toplumlarının tamamı da bu değişime her zamankinden daha aç ve açık halde günümüzde. İslam toplumlarındaki en büyük sorun, toplumu yönetenlerin dış müdahalelere olabildiğince duyarlı ve hazır oldukları halde iç taleplere; halklarının sesine, soluğuna ve gönüllerini saran umutlarına son derece kayıtsız oluşlarıdır. Üstelik bu değişimi gerçekleştirecek, yönetecek ve doğru kanala yönlendirecek güçlü liderleri de yok.

Türkiye ise bunun tek istisnası olarak çağa yürümeye hazırlanıyor. Batı, geçtiğimiz yüzyılda köklü değişimler yaşayarak kendi aydınlanmasını gerçekleştirdi. Ancak olanca bencilliğini kuşanıp bu ışığı sadece kendi toplumlarıyla sınırlı tutması ve diğer dünya toplumlarını bu amacın gerçekleşmesine hizmet ettirecek sömürge ulusları olarak görmesi özellikle Müslüman coğrafyaları kan ve gözyaşı gölüne çevirdi.

İslam toplumlarına gelince onlar; Hz. Muhammed?in açtığı değişim hatta dönüşüm yolunun aydınlığını fark ettikleri her dönemde dünyaya eşsiz medeniyetler armağan ettiler. Değişimden uzaklaşıp mirası korumaya, bulandırmaya, tüketmeye, tekrar etmeye ve harcamaya koyulduklarında ise kendi içlerinde sonu gelmez kavgaların bozkırı oldular.

Ülkemizin gerçekleri ve halkın talepleri şimdilerde yeni bir değişimi, köklü bir anayasa değişikliğini oturttu gündemimize.

Ya alışkanlıklarımızdan yana tercihimizi kullanıp parlamenter sistemin ülkemize has dar patikalarında patinaj yapmaya devam edip tekrara düşeceğiz ya da değişimden yana tavır alıp önümüze bakacağız.

Değişime ?Evet? veya değişime ?Hayır?

Bu kararı halkımız verecek ve inanıyorum ki kazanan ülkemiz olacak.