Yüksel Durak


... VE HINCAL ABI ÖLDÜ...


Notlarima 28 Mayis 2022 tarihinde;

HINCA OLSA NE YAZARDI?

Hincal bugün de yok. 
Hincal’dan bugün de bir haber yok.
Ne gazetesinde ne de kösesinde bir açiklama bugün de yok.
Internet üzerinde yaptigim aramalarda, bir kaza sonucu bacagini (kalça kemigini) kirmis oldugunu Habertürk ve Odatv’den kisa haberlerle ögrenmistim. 
Kendisine geçmis olsun mesaji göndermistim.

Hincal bugün de yok.
Tiryakilik zor imis... Bilmedigin tiryakilik daha zor bir imis… Tamam, her gün okuyordum ama “tiryakisi” oldugumu bilmiyormusum.
Aslina bilmem gerekirdi. Zira çok uzun bir birliktelik; Cumhuriyet Gazetesi’nin spor sayfalarindan baslayan…

Her fikrine katilmam Hincal’in. Hatta muhalifi bile sayilabilirim...

Diye yazmisim.

Bugün haberi ögrendigimde yine notlarimi karistirdim. 1 Eylül 2017 tarihinde Hincal Uluç diye bir yazi kaleme almisim;

HINCAL ULUÇ

*1992-93 UEFA Kupasi, GS-E. Frankfurt 2.maç. Ilk maç 0-0 bitmistir. 
5.dakikada GS 1-0 öne geçince (maç bu skorla biter ve takimimiz tur atlar) spiker,
erken gelen gol dezavantaj olur mu? Diye sorar.
 Yorumcu H. Uluç: Golün dezavantaji mi olur?

Ben daha ilk gençlik yillarimda, futbol topunun pesinde deli gibi kosarken Hincal Uluç bir adamdi. Gazetede yazi yaziyordu. Ama benim onu okuma sansim yoktu. Hayir, okumayi sevmedigimden degil, kamplasmadan.
Nisyanla malul insan unutuyor. Isine gelmeyen seyleri ise çok daha hizli unutuyor. Kamplasmanin o günlerdeki sözcük karsiligini hatirlamiyorum ama vardi iste. Örnekse; bayramlarda gazeteler rahmetli Demirel ve Ecevit için manset atardi: Tokalasacaklar mi?
Hincal Uluç’u okuyamazdim. Zira o Cumhuriyet’te yazardi ve muhtemelen bir “kizildi”. Ben ise Tercüman’in sadik bir okuru... 
Ve özellikle spor basininda Tercüman ile Milliyet at basi giden iki gazeteydi. Simdilerde örnegi bulunmayan…
Uluç’u ODTÜ’lü arkadasim Mustafa’dan ögrenmistim. 
Bu Hincal, Cumhuriyet Gazetesi’nin spor sayfasinda yazi yaziyordu. Aykiri bir yazar olmaliydi. Yazisini yazmak için gittigi Galatasaray maçlarinda sari-kirmizi kaskol takiyordu. Simdi bu, olacak bir sey miydi? Spor yazari (ve/veya yorumcusu) tarafsiz olurdu. Olmaliydi. 
Is hayatina basladigim dönemlerde Merhum Turgut Özal (ANAP) basbakandi. 
Mesai arkadasim Nilgün, elinde Cumhuriyet ile ise gelirken ben Tercüman’i evde okuyordum. Bu ülkede hükümet olsan da iktidar olamiyordun her zaman.
O zamanlar Nilgün sayesinde dogrudan ve her gün Hincal’i okumaya basladim. GS’li Hincal’dan GS yazilari okumak… Düsündügüm gibi degildi. Adam nalina da mihina da vuruyordu. Dogrusunu söylemek gerekirse, nal-mih olayinda GS’nin nasibi bir hayli fazla oluyordu. Oysa bizim “tarafsiz” yazarlarimizin ellerinde nalinci keseri vardi. Bu keser hep “güya tutmadiklari” takima çalisirdi. Maç kazanildiysa ver güzellemeyi. Kaybedildiyse sorumlu hakemdir, federasyondur. Degilse karsi takimin çag disi oyun anlayisi ve sert futboludur. Zemindir ve sairedir. Asla “tutulmayan” takim degildir.
12 Eylül 1980 darbesinde kapanan gazetelerden biriydi Tercüman. Sonra açildi, kapandi... açildi ve yine kapandi. Bir daha eski haline dönemedi gazete ve kayboldu. O zamanlar internette yok. Mecburen baska gazeteler. Cumhuriyet’i almiyordum ama bir sekilde daha çok Hincal okuyordum. 
Gelisim Spor diye efsanevi bir dergi çikariyordu. Bununla kalsa iyiydi. Gündeme Erkekçe diye bir dergi soktu. Devlet büyüklerimizin posette satilmasina karar verdigi bir dergi. 
Zamanla televizyonlarda maç yayinlari basladi. Seyredilen maçlarin akabinde ertesi günü yorumlari okumak da büyük bir keyif oluyordu; tabii yazilanlara bagli olarak. Zamaninda Uluç’a kaskol nedeniyle çok kizan kalemler artik tarafini gizlemiyordu. Lakin pek çogu yorumda maçi adeta tekrar anlatiyordu. Oysa Hincal ekranda görmedigimize ve ayrintilara dikkat çekiyordu. Onun yazilarinda, maçi okuyan adami okuyorduk.
Doksanlarda Sabah Gazetesi’ne geldi Hincal Uluç. Bu Zafer Mutlu’nun yaptigi en iyi isti belki. 
Büyükçe bir kösesi vardi yazarin ve hayata dair yazilar yaziyordu. Hayati yaziyordu. Baslangici itibariyle lüzumsuz gelen ne çok yazisi vardi. Yok yemek, yok gezi, yok estetik, yok zarafet... sanatin her türü, edebiyat… spor yazilari da olmadan olmazdi. Siyaset yazmiyordu fakat yazdiklari belki de siyasetti.
Tuzu kuruydu adamin. Dünya görüsü ve elbette yasantisi da benim gibilerden farkliydi elbet. Bu köse uzun soluklu bir köse olamazdi. 
Olurmus. O yazdi, ben/biz okudum/okuduk. Okudukça meraklandim, daha çok okudum ve ögrendim. En çokta parmagi görmeyi degil, parmagin gösterdigini görmeyi ögrendim. Hayata ve olaylara baska açilardan bakma, ayrintilari görme ve nedenleri çesitlendirme çabam gelisiyordu. Her geçen gün ‘kör gözüm parmagina’ olmaktan uzaklasiyordum.
Televizyonda da görüyorduk onu artik. Merhum Kenan Onuk ve Hasmet Babaoglu ile birlikte ’90 Dakika’ ve Erman Toroglu ile ‘Kale Arkasi’ programlari unutulmazlar olarak kayitlarima geçti. Öyle ki, günümüzdeki programlarin tamamini derleyip toparlayalim ve süzelim, böyle programlar çikarmak imkânsiz… Begen ya da begenme, adam farkliydi. O bir ustaydi.
ABD’nin en büyük bulusunun baskanlikta ‘2 dönem’ kurali oldugunu ve “seytanligi” nedeniyle bunu ihraç etmedigini düsünürüm.
Basta siyaset olmak üzere seçimle gelinen her yerde bunun son derece gerekli oldugunu düsünüyorum. Siyasetle birlikte köse yazarliginda da kaçinilmaz bir zorunluluktur diyorum. Zira insan kendini yenileyemiyor ve bir noktadan sonra kar körü oluyor. Ayni kösede ‘Benim oglum bina okur, döner döner yine okur’ yazilari dönenip duruyor. Bu baglamda Hincal Uluç’un da 2000’lerle birlikte bitecegini, hiç degilse her gün yazamayacagini düsünüyordum. Bir kez daha yanildim. Ama burada kabahat benim degil. Gazeteci olarak yeni birilerinin çikmamasi belki ve/veya kisilerin o sanslari bulamamasi… Ve tabi hakkini bir kez daha teslim edeyim; ilerleyen tecrübesine karsilik kendini yenilemesi ve mesleginde ‘Duayen’ olmasi.
Sihhat ve selametle Üstat,

UGURLAR OLA...
Okumanin önemini her zaman vurgulayan Büyük Usta, kösesinde siklikla güzel hikayeler yayimlardi. Bu baglamda kendisine gönderdigim birkaç kisa yazimi kösesinde paylasmisti. 
Belki de bu nedenle “Yarim Bardak Su” isimli kitabimi da kendisine göndermistim. Sonra bir pazar günü (2020 Kasim) kitabimdan bir hikayemi okumustum Usta’nin kösesinde; “Yüksel’den..” diye paylasmisti. Birkaç hafta da devam etmisti.
Sonuçta hiç tanismamis olan iki insan arasinda “yaziyla” bir dostluk bagi kurulmustu.
Serpil Gogen Hanimefendi ve Öcal Uluç Beyefendi ile birlikte sevenlerine ve okurlarina bassagligi diliyorum. 
Güle güle sevgili dostum... Güle güle Hincal abim...