Seren Yıldız Öztürk


Alakargalar kadar olamayacak mıyız?

Alakargalar kadar olamayacak mıyız?


Hayvanbilimcilerin gözlemine göre alakargalarda bir kuş korku belirtisi gösterirse, diğer kuşlar harekete geçmiyormuş. Ancak yaşlı kuş tehlike sinyali veriyorsa diğerleri de harekete geçiyormuş.  Yani düşmanlarını tanıma konusunda genç kuşları yaşlı kuşlar eğitiyormuş.

*************

Peşinen belirtmeliyim ki bu yazı ile vurgulamak istediğim konu, toplumun aktif nüfusu ile yaşlılar arasında azalan sosyal temastır. Biyolojik güçten düştükleri için üretime katkı sunamayan yaşlı kişilerin  “deneyimlerinden” daha fazla yararlanmamız, genç kuşaklara fayda sağladığı gibi yaşlıların da toplum dışına itildiklerini düşünmelerine engel olacaktır.

Prof.Dr. Hayati Hökelekli “Çocuk, Genç ve Aile Psikolojisi” isimli eserinde gençlerin önceki kuşaklarla tecrübe paylaşımı ve dayanışmasının yok denecek kadar az olduğunu belirterek şu tespitlerde bulunuyor; “Nesiller arasında büyük mesafeler oluştu. Genç ve yaşlı kuşak arasında yeterli ve doyurucu iletişim imkanları ortadan kalktı. Yetişkin ve yaşlı kuşağın gençler üzerindeki manevi otoritelerinin zayıflaması ve silinmesi sonucu yaşlılar değersiz olarak görülmekte. Bu da onlar tarafından gençlere geleneksel değerin aktarılmasını engellemekle kalmamakta, yaşlıların geleneksel değerlerin sembolü olarak görülmelerinden dolayı, onların temsil ettikleri değerleri de değersiz hale getirmektedir”.

Bu çarpıcı tespitlerde de belirtildiği gibi sanırım kimse deneyim ve geleneklerin aktarılmasında, ahlaki değerlerin yeni nesiller tarafından öğrenilmesi ve içselleştirilmesinde önceki kuşakların etkisini inkar etmeyecektir.

Uzak geçmişte biçimlenen geleneklerimizi önceki kuşaklarla birlikte yaşayarak, yaşamımıza uyarlayarak öğrenir ve bizden sonraki kuşaklara aktarırız. Yaşlıları yaşamımızdan izole ettiğimiz anda bunları kimden ve nasıl öğreneceğiz?

Bir kısım yerel yönetimlerin, yaşlı nüfusun kendi akranlarıyla vakit geçirmelerini sağlayan sosyal mekanlar tahsis ettiklerini görüyoruz. Kuşkusuz önemli ve kıymetli bir hizmet.

Ancak,

yaşlıların bilgi, beceri ve deneyimlerinin genç kuşaklara aktarılmasını sağlayan programlara da ihtiyaç var.

Kaldı ki uluslararası sözleşmeler de genç kuşakların, yaşlı kişilerin deneyimlerine de ihtiyacı olduğunu kabul eden bir yaklaşım içindedir.

Yaşlanmayla İlgili Viyana Uluslararası Eylem Planında, yaşlı kişilerin “uzmanlık ve deneyimlerden” yararlanılmasıyla ilgili olarak toplumda enformasyon, bilgi, gelenek ve manevi değerlerin aktarılmasında halihazırda oynadıkları önemli role ve bu önemli geleneğin yok olmaması gerektiğine dikkat çekilerek,  yaşlı kişilerin bilgi, kültür ve manevi değerleri öğretmek ve aktarmak üzere önemli rol oynadıkları eğitim programlarının geliştirilmesi gerektiği belirtilmektedir. (http://ihop.org.tr/dosya/ESKHK/ESKHKGY06.doc)

Diğer yandan, kuşaklar arası azalan sosyal temas sonucu çocuklar ve gençler giderek daha fazla yalnızlaştı. Çocuk bakımı gibi sorumlulukların profesyonellere devredilerek “hizmet sektörüne” dahil olması, kendi yargılarına güvenemeyen ebeveynlerin en küçük bir zorlukta dahi aile büyüklerinin tecrübesi yerine uzmanların desteğini araması gibi etkiler, aile endüstrisini büyüttüğü gibi önceki kuşakların deneyimini de “önemsenmez” hale getirdi. Yaşlıları yaşamımızdan biraz daha fazla çıkarttı.

Günlük yaşam içinde tecrübelerin rehberliğiyle çözülebilecek sıradan zorluklarda dahi önceki kuşaklardan yardım istemiyor, deneyimlerini önemsemiyoruz.

Bütün bunlara ilaveten, başka bir olgudan daha bahsetmek istiyorum. Günümüzde, yaşlılığın “yaşamın istenmeyen ve korkuyla beklenen bir dönemi olduğu” düşüncesinin sürekli bilinçaltlarımıza pompalandığına hep birlikte tanık oluyoruz. “Nasıl daha genç görünebilirsiniz” fikrine hizmet eden bir endüstrinin zorlayıcı teşviki ise “semeresini” alıyor.

Prof. Dr. Beyza Bilgin, yaşlılık dönemine ilişkin olarak -yazının girişindeki örneği de alıntıladığım- “İslam ve Çocuk” isimli eserinde şu tespitlerde bulunuyor; İnsanların yaşlılığa hazırlanması gerek, çocukların yetişkinliğe hazırlanması gerektiği gibi. Bir gencin çocuk kalmakta direnmesi nasıl hoş karşılanmıyorsa, yaşlanmaya başlayanların genç kalmakta direnmesi de hoş değil. Zorlama bir gençlik yaşamaktansa rahat bir yaşlılığa hazırlanmak hayatın gerçeklerine daha uygun olur. Çevreden de daha saygı görür.

Kanaatimce, genç görünmeyi teşvik eden “endüstrinin” bu tutumuna karşılık, yaşlılığın “insan yaşamının olağan bir dönemi” olduğunu yeniden keşfettiren politikalar önem kazanmış görünüyor.

Bunun dışında, “yaşlıların yaşamını nasıl daha kolaylaştırabiliriz” gibi oldukça anlamlı çalışmalara, “onların deneyimlerinden nasıl daha fazla faydalanabiliriz” sorusunu da dahil etmemiz gerekiyor.

Yaşlıların sadece destek olunması gereken güçsüz bireyler olarak görülmediği, topluma ve genç kuşaklara sağlayacakları katkıyı önemseyen, yaşlılığın insan yaşamının “doğal bir dönemi” olduğunu fark ettiren sosyal programlara ve uluslararası aklın tavsiye ettiği gibi gençlerin, yaşlıların deneyim ve rehberliğine olan gereksinimini karşılayacak farkındalık projelerine ihtiyaç var.

(Bu yazı daha evvel www.kanalahaber.com sitesinde yayınlanmıştır.)