Almanya’daki son genel seçimlerde oylarını ciddi biçimde artıran AfD (Almanya için Alternatif) partisi, sağcı ve ırkçı söylemleriyle yalnızca göçmenleri değil, Alman toplumunun kendisini de tedirgin ediyor.
Özellikle ülkenin geçmişini bilen, tarih bilinci taşıyan Almanlar için bu yükseliş, eski kâbusların yeniden hatırlanması demek.
Ben, ailemle birlikte Almanya’nın Nasyonal Sosyalizm dönemini öğrenerek büyümüş biriyim.
Avrupa’daki neredeyse tüm büyük toplama kamplarını, ötenazi hastanelerini, gaz odalarını ve çalışma kamplarını gezdim.
Irkçılığın ne olduğunu, soykırımın insanlığa karşı işlenmiş en büyük suçlardan biri olduğunu yalnızca okuyarak değil, gözlerimle görerek öğrendim.
Bu yüzden çok iyi biliyorum: Irkçı düşünce yalnızca bir milleti değil, bütün dünyayı kana, felakete, açlığa, sefalete ve yıkıma sürükler.
“Gurbetçi” lafını pek sevmem ama acı bir gerçeği söylemek zorundayım:
Bizim gurbetçilerin önemli bir kısmı, Alman toplumunu da, Alman tarihini de tanımıyor.
Aradan altmış yılı aşkın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, bu ülkede yaşananların, bu ülkenin nelere tanıklık ettiğinin farkında değiller.
Batı Avrupa’da yaşayan Türklere her fırsatta şunu söylüyorum:
STK’larda, inanç kurumlarında, derneklerde, kahvelerde, siyasi tercihlerinizde ırkçı partilerden uzak durun; çevrenizi de uyarın.
Ama ne hikmetse her muhabbette, ülkedeki her olumsuzluğu — ekonomi, eğitim, sağlık, bulunamayan ilaçlar — dönüp dolaştırıp Yahudilere bağlayan bir Emmioğlu ya da Emmikızı mutlaka çıkıyor.
Bazıları o kadar ileri gidiyor ki, hayatlarında her şey yolundayken, o rahatlığın verdiği küstahlıkla utanmadan
“Hitler az yapmış” diyebiliyor.
Sağduyulu Alman sivil toplum kuruluşları sokakta:
Yürüyüşler düzenliyorlar, mitingler yapıyorlar, konferanslar organize ediyorlar.
Biz Batı Avrupa Türklerine “Gelin, katılım sağlayalım, tepki gösterelim” dediğimizde ise aynı bahaneler sıralanıyor:
— “Camiye gideceğim.”
— “Cem evine gideceğim.”
— “Kahvede okey var.”
— “Piknik planı yaptık.”
— “Düğüne gideceğiz.”
Ve çoğu zaman şu cümleyle karşılaşıyorum:
“Takma kafanı, Yahudiler bizi kurtarır; onlar varken bize bir şey olmaz.”
“Haddine mi Alman’ın, Yahudiler uyandı” sözünü kaç kez duyduğumu sayamam.
Bir yandan “Bizi Yahudiler kurtarır” deniyor,
öte yandan AFD’ye karşı yapılan tek bir eyleme bile katılım gösterilmiyor.
Gün boyu Yahudi’ye küfrediliyor;
masada otururken demokrasi, özgürlük, insan hakları savunuluyor sanıyorsun,
ama masadan kalkmadan, Yahudiye de kendisi gibi düşünmeyene de yapılmadık hakaret bırakılmıyor.
İşte bizim trajedimiz tam da burada başlıyor.
Irkçılık, başkasına yönelmiş bir tehdit gibi görülüp sessiz kalındığında, aslında insan kendi mezarını kazmış olur.
Tarih defalarca gösterdi: Faşizm önce en zayıfa saldırır, sonra sessiz kalanları sıraya dizer.
Bugün “Bizi Yahudiler kurtarır” diyerek sorumluluktan kaçanlar, yarın kapı çalındığında kimin kurtaracağını soracak kimseyi bulamaz.
Demokrasi camide, cem evinde, kahvede ya da piknikte korunmaz.
Demokrasi, sokağa çıkıldığında, ses çıkarıldığında ve bedel ödemeye hazır olunduğunda yaşar.
Suskunluk masum değildir;
suskunluk, ırkçılığın en sadık müttefikidir.
