Uzun süredir yazmaya ara vermiştim, yeniden yazmaya karar vermek kolay olmadı. Yazmadım çünkü ülkemde her şey kötüye giderken eleştirel yazmak ateşten gömlek giymek gibi bir şeydi. Üstelik iktidar cenahı eleştirel yazı, söz ve sorgulamalara karşı sağır ve dilsiz.
Bir zamanlar yine böyle yazmaktan vazgeçtiğim bir dönemde çok sevdiğim ve görüşlerine değer verdiğim komutanım Emekli Tümgeneral Salih Güloğlu: En azından tarihe not düşmek, tarafını belli etmek için yazmalısın demişti. Öte yandan aziz dostum Selçuk Özdağ’ın ısrarları kararımı gözden geçirmeme neden oldu.
Bugünkü konunun girişi biraz sıkıcı gibi gelebilir ancak sonuna kadar okuduğunuzda ne kadar önemli olduğu anlaşılacaktır.
İnsanoğlunun cemiyet hayatı yaşamaya başladığı tarihlerden, günümüze kadar bütün zamanlarda propaganda, büyük bir silah olarak kullanıla gelmiştir.
Toplumları ve ülkeleri ilgilendiren her konuda çok etkili bir silah olarak kullanılan propaganda, konularına göre genellikle 5 ana başlıkta incelendiğini görüyoruz. Bunlar: Askeri, Siyasi, Ticari ve Ekonomik, Dini ve Kültürel propaganda.
Peki, Propaganda nedir; bir kişi, grup, kurum ya da devlet tarafından, herhangi bir fikri yaymak, bir harekete taraftar toplamak, algı oluşturmak, algıları değiştirmek, ürün pazarlamak için düzenlenen programlar veya hedef toplumun duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını etkilemek maksadıyla hazırlanan mesajların uygun iletişim araçlarıyla hedef topluma iletilmesidir.
Maksadımız propagandanın ne olup-olmadığını anlatmak değil. Eski çağlardan neredeyse günümüze yani 50-60 yıl öncesine kadar öncelikli olarak ‘Askeri Propagandanın’ daha etkili olarak kullanıldığını görüyoruz. Günümüzde ise, Siyasi Propagandanın Ülkelerin ve dünyanın geleceğini tehdit edecek derecede öncelikli olarak, büyük bir silah olarak kullanıldığını anlatarak bir farkındalık oluşturmak istiyoruz. Propaganda vasıtasıyla ülkeniz kripto yöneticiler ile işgal edilebilir, ruhunuz bile duymaz.
Askeri/savaş propagandası, ülke güvenliğini ilgilendirdiği ve karşıt/düşman ülkelere karşı yapıldığı için içerisinde aldatmayı da barındırır elbette. Diğer propaganda türleri çoğunlukla ülkelerin kendi toplumlarına yönelik yapıldığından ahlaki ve dürüst olmak mecburiyeti vardır. Bunu sağlayacak olan da, milletlerin tüzel kişiliğini temsil eden devlet denilen kurumlardır. Ahlakın ayaklar altına alındığı ülkelerde; siyasi, ticari/ekonomik, dini ve kültürel propaganda da ahlak ilkeleri yok sayılıyor ki bu durum toplumların/ülkelerin geleceğini tehdit ediyor, çöküş ve yıkılış başlıyor.
Ahlak her alanda en tepeye, birinci sıraya yazılacak bir konudur. Ahlakın göz ardı edildiği hiçbir alanda uzun süreli başarı elde etmek mümkün değildir. Ülkemizde dini propaganda yapılırken dahi ahlaki değerlerin yok sayılması toplumun inanç/iman dünyasını alabora ediyor. Hâlbuki başta dinimiz İslam olmak üzere din, ahlak demektir. Müslüman, kıldığı namazla değil ahlakı ile bilinir.
Peygamber Efendimiz Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” buyurmuştur. Müslüman olmak Peygamber ahlakıyla ahlaklanmaktır. Rabbimiz tarafından Kur’ân-ı Kerîm’de: “Şüphesiz ki Sen, yüce bir ahlâk üzeresin.” (el-Kalem, 4) buyrularak te’yid edilmiştir. Hal böyleyken, başta ülkemizdeki yüzlerce tarikat/cemaatin ve siyasetçilerin hoyratça yaptıkları dini propagandalarda ahlakı ayaklar altına almaları İslam’a karşı açılan bir savaş değil mi, Müslümanları dinden soğutma değil mi? Bu konuda elimizde pek çok, ahlaksızlık numunesi örnek vardır ancak konumuz daha çok siyasi propaganda olduğu için şimdilik diğer propaganda konularına daha fazla değinmeyeceğiz.
Esas konumuz siyasi propaganda vasıtasıyla, ülke yönetimlerinin nasıl ehliyetsiz/liyakatsiz hatta bazen kripto kişilerin eline geçtiğini anlatmaya çalışacağız.
Bugün; ABD ve Avrupa ülkelerine bir bakalım, bir tek lider özellikli ehliyet/liyakat sahibi devlet adamı gösteremezsiniz. Zengin sponsorların sağladığı propaganda gücünü arkasına alanlar yönetime geliyor. Demokrasiden uzak ülkelere bakmaya gerek bile yoktur. Ancak, Amerika ve Avrupa ülkelerinde hiç olmazsa kurumsal bir yapı vardır ve ahlak normları daha üst seviyededir.
Demokrasinin pik noktasına ulaştığı söylenen, ABD ve Avrupa ülkelerinde seçimler yapılıyor, en iyiler seçiliyor, bunlar da milli iradeyi temsil ediyor denebilir mi? Biraz araştırıldığında görülecektir ki daha çok propagandanın gücünü arkasına alan yeterli ehliyet ve liyakate sahip olmayanlar iş başına getiriliyor. Seçimler tiyatro!... Seçimlere katılım oranlarına bakıldığında (%50-60) seçmenlerin bu durumun farkında oldukları da görülecektir.
Mesela ABD’de derin devlet dedikleri dünyayı yönetmeye hevesli bir Küresel Çete vardır. Güncele, dönemsel çıkarlara göre bir başkan adayı seçerler. Eğer Afrika’ya yönelik çıkarları varsa anası- babası Müslüman olan bir siyahi olan Barack Obamayı bile başkan adayı olarak seçebilirler. Seçimlere birkaç ay kala baş döndürücü propaganda ile Obama ülkenin kahramanı, kurtarıcısı haline getirilir. Beyinler öylesine yıkanır, öylesine algılar oluşturulur ki kaybetme ihtimali neredeyse sıfırlanır.
Amerika’nın son seçimini hatırlayalım. Donald Trump bir önceki başkanlık döneminde bazı arızalar çıkarttı antipatik hale geldi ve kaybetti. Küresel Çete’nin çıkarları bir dönem ertelenmişti ancak bu dönem işi daha sıkı tutmaları çıkarlarına uygun Trump’un mutlaka başkan seçilmesini sağlamalıydılar. Propagandayı öyle ileri aşamaya götürdüler ki, Trump’a üç defa suikast teşebbüsü gerçekleştirildi ve seçilmesi garanti edildi. Trump gayrı bir halk kahramanıydı ve başkan seçildi. Peki, suikastçılar nerede şimdi. Propagandanın korkunç gücü karşısında seçimler birer tiyatrodan ibaret kalıyordu. Demokrasi gibi yönetim sistemini insanlığa armağan eden Batı maalesef kendi eliyle bu yönetim biçimini yıkmaya çalışıyor.
Bugün Avrupa ülkelerine baktığımızda karizmatik liderlik özelliği taşıyan devlet adamı göremiyoruz. Biraz öne çıkan; Giorgia Meloni (İtalya Başbakanı), Donald Tusk (Polonya Başbakanı) ve Ulf Kristersson (İsveç Başbakanı).
Hâlbuki geçen yüzyılda, başta Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere pek çok karizmatik lider devlet adamı vardı. O liderler dahi bugünkü ahlakı hiçe sayan propagandanın vahşi gücü karşısında ayakta kalmaları çok zor olurdu.
En tehlikelisi de kripto adamları devletin başına getirerek ülkeyi teslim almak bugünkü propagandanın imkanları dahilindedir. Mesela Almanya’da, Hristiyanlığı temel almış, Hristiyan demokrasinin özelliklerini uygulayan bir parti olan CDU ( Hristiyan Demokrat Birliği) partisinin başına en büyük Hristiyan Alman diye tanıttıkları bir kripto Yahudi’yi propagandanın gücüyle önce partinin başına sonra da ülkenin başına getirebilirsiniz! Hayır, hayır bunu pek çok ülkede yapabilirsiniz ama Almanya’da yapamazsınız. Adolf Hitler sonrası Alman derin devleti gerekli tedbirleri almıştır. Almanya’nın istikbalini ve bekasını ilgilendiren karar verici üst yöneticilerin yedi göbek geçmişi araştırılır, hiçbir şekilde bu durum halkın şımarıklığına bırakılamaz. Ama pek çok Avrupa ülkesinde durum böyle değil seçilecek yöneticiler propagandanın esareti altındadır.
Az gelişmiş pek çok İslam ülkesinde ise araçsal da olsa demokrasiden söz edilemediğinden propagandaya pek de ihtiyaç yoktur. Ancak başka sorunlar vardır. Eski ABD Dışişleri Bakanı Pompeo; “İslam ülkelerinin liderlerini yönetmek kolay, gizli banka hesaplarını söylememiz yetiyor, ipleri bizim elimizde” diyor.
Türkiye’yi ikinci bölümde anlatacağız. 23 yıllık AKP iktidarının arkasındaki devasa propaganda gücünü, nasıl subliminal mesajlar verildiğini, ahlak ilkelerinin nasıl çiğnendiğini, devlet imkanlarının da adaletsizce kullanıldığını anlatacağız. Esenlikle kalın dostlar.
Mustafa TOYGAR
