(MHA) - Hem KKTC halkına hem Türk halkına hayırlı olsun. Demokratik bir seçim oldu, taraflar görüşlerini anlattılar. Ne yazık ki seçimlere katılım oranı olağanüstü düşük. Bu üzerinde düşünülmesi gereken hem KKTC'li politikacıların hem Türkiye'nin üzerinde düşünmesi gereken bir husus. Küçücük bir adada, adeta evinizin önüne konulan sandıklara gidip oy atmıyorsanız, bu demokrasi açısından bir olumsuz siyasal davranış şeklidir. Fakat seçimlerin sonuçlarını tartışmaya gerek yoktur. Bu seçimler meşru ve demokratik bir şekilde sonuçlanmıştır.
Bu seçimlerle ilgili adaya giderek KKTC'de bir heyetle birlikte çalışma yapan tek siyasi parti genel başkanı benim. Uzun yıllar Kıbrıs konusundaki akademik uzmanlığı yanında, Kıbrıs'tan sorumlu devlet bakanlığı ve aynı zamanda Türk Dışişleri Bakanlığı görevini de üstlenmiş ve gerçekleştirmiş olan Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel ve uzun yıllardır Kıbrıs'ta okumuş ve çalışmış olan Parti Sözcümüz Azmi Karamahmutoğlu ile birlikte seçimler öncesinde 3 gün Lefkoşa’da, Gazimağusa’da ve Girne'de değişik temaslarla bulunduk. Bu temaslar neticesinde dönünce hem divanda hem de dost meclislerinde yapmış olduğumuz tespit şuydu: AK Parti iktidarı Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ı desteklermiş gibi görünüp aslında desteklemiyordu. Bu tespitimizi daha önce de kamuoyu ile paylaşmayı düşündük ancak seçim sonuçlarını olumsuz anlamda etkilememek için bu açıklamayı yapmadık. Ama tekrar ediyorum, AK Parti bu süreçte Ersin Tatar'ı gerçek anlamda desteklememiştir. Bu sadece benim kişisel görüşüm ve partimizin görüşü değildir. Bu Kıbrıs'ta, KKTC'de görüştüğümüz bütün deneyimli siyasetçilerin ortak görüştür. Bunun Tufan Erhürman da farkındadır, görüşme yaptığımız KKTC'de aday olan olmayan diğer siyasetçiler de farkındadır. Bu anlamda şaşırtıcı gelecek ama KKTC seçimleri AKP'nin yenilgisiyle ama AKP böyle istediği için gerçekleşmiştir. Bunun anlamının ne olduğunu önümüzdeki süreçte AKP'nin Doğu Akdeniz ve Kıbrıs ile ilgili politikalarında nasıl bir süreç yaşanacağını izleyince daha net bir şekilde anlayacağız. Ancak size şunu işimden ifade edebilirim, Kıbrıs Rum kesimi Cumhurbaşkanı ile Recep Tayyip Erdoğan görüşmüştü biliyorsunuz. Türkiye açısından böyle bir makam yoktur. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı diye birisi yoktur. Onunla bu şekilde görüşmek, onu meşrulaştırmak anlamına gelir. O meşrulaştırma sürecinin bir devamı olarak da Ersin Tatar'ın seçimlerde desteklenmediğini görüyoruz ve belirli oy bloklarının hiç sandığa gitmediği anlaşılıyor. Ama bütün bunlarla birlikte bu sonuçlar demokratik ve meşru sonuçlardır. Kıbrıs Türk halkının ortaya koymuş olduğu iradeye herkes saygı duymak zorundadır. Biz KKTC’de bir projeyi bir kişiyi destekledik, desteklediğimiz proje iki devletli projesiydi. 50 sene federasyon görüşmesi olmaz, en az 40 seneden bu yana zaten iki devletli çözüm modeli kabul edilmeliydi. Şimdi tekrar federasyon görüşmelerine başlamanın büyük bir zarar getireceğini, Kıbrıs Türklüğünün ve KKTC'nin geleceğinin belirsizliğe atacağını düşünüyoruz. Ve bundan uzak durularak iki devletli çözümde ısrar edilmesi gerektiği kanaatindeyiz Zafer Partisi olarak.
Bugün üzerinde duracağım ikinci husus, sizlerle paylaşmak istediğim ikinci husus hem Türkiye'nin hem Manisa'nın gündeminde olan bir diğer önemli mesele. Ülkemiz organize suç, uyuşturucu ve sanal kumarın saldırısı altında. Şehirlerimizde çeteler makinalı tüfek kullanacak duruma gelmiştir. Tehdit, şantaj, saldırı ve baskılara karşı Adana ve İstanbul gibi kentlerde özel harekât polisleri zırhlı araçlarla tehdit edilen iş insanlarını korumaya zorlanmaktadır. Organize suç örgütlerinin İstanbul'da 10 çetede binin üzerinde 15-25 yaş aralığında silahlı eşkıyaya sahip olduğunu görüyoruz. Muhtemelen sayı daha da fazla ama 10 çetede bin kişi. Bunlardan bir tanesinin daha geçtiğimiz günlerde şehrin ortasında adı bir başka cinayete karışmış olan bir avukatı arabasının içerisinde otomatik tüfeklerle nasıl katlettiğini gördük.
Organize suçun önemli gelir kaynaklarının başında uyuşturucu ve sanal kumar geliyor. Uyuşturucunun Afganistan'dan gelen göçle daha da zirveye doğru çıktığı bir dönemde ortaokul önlerine indiğini, uyuşturucu kullanım yaşının sürekli düştüğünü, sokaklarda gençlerin uyuşturucu krizine, komasına girmelerinin, görüntülerinin artık rahatlıkla çekilebildiğini görüyoruz. Eskiden Hollywood filmlerinde görmüş olduğumuz sahneler bugün ne yazık ki Türkiye'nin birçok şehrinin günlük hayatının parçası haline gelmiş durumda.
Buraya Denizli'den geldik heyet olarak. Denizli eroinin en fazla kullanıldığı şehir olarak listelerde bulunuyor. İnanılır gibi değil. Manisa ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde en az uyuşturucudan tedavi gören hasta kadar sanal kumar bağımlısının da tedavi olmaya çalıştığını ifade ediyorlar. Bu büyük bir tehlike. Hepiniz kumarhaneyi cebinizde taşıyorsunuz, cep telefonlarınızda. Bu sabah hepinize gelen Sms’lerden bir tanesi de bana gelmiş. Diyor ki ‘Biz sana 30 bin lira kredi açıyoruz’. Ne yapıyor peki Cumhur İttifakı? Seyrediyor. Bakın Akhisar’da bir kahveci genç, geçtiğimiz günlerde intihar etmiş. 10 milyon borç bırakmış ailesine. Tefeciler tehdit etmişler ‘Bu parayı vermezsen seni öldürürüz’ diye. O da kendisini öldürmüş. Bu bir istisna değil. Sayı her geçen gün artıyor. Biz Zafer Partisi olarak Tertemiz Türkiye projesi çerçevesinde uyuşturucu, sanal kumar ve organize suçla yeni ve büyük bir mücadele sürecinin başlatılması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için Zafer Partisi divanında gerekli çalışma grubunu oluşturduk. İki emekli emniyet müdürü arkadaşımızla, eski Ankara İl Emniyet Müdürü Mahmut Karaaslan ve yine 15 Temmuz FETÖ'cü darbe girişimi sırasında FETÖ'cülerle Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün önünde vuruşurken yaralanan Gazi Emniyet Müdürü Fatih Eryılmaz'ın içinde olduğu, Psikiyatri Profesörü Sertaç Akın da bağımlılık uzmanıdır, parçası olduğu bir ekiple, bu ekip de hukukçularca destekleniyor, organize suç ve uyuşturucuyla hem yeni bir örgütsel yapı, yeni bir hukuki yapı ve yeni bir infaz sistemi çerçevesinde mücadele etmenin programını hazırlıyoruz. Oldukça ilerledik, önümüzdeki 1-2 ay içerisinde düzenleyeceğimiz bir çalışmayla bu projemizi de Türk toplumuyla paylaşacağız.
Hiç şüphesiz bütün Türk halkı gibi Manisa da ekonomik buhranı ağır şekilde yaşıyor ve 8 yıldan bu yana dar gelirlilerin milli gelirden aldığı pay azalırken rantiyenin ülkemizin zenginlikleri üzerindeki hakimiyeti artıyor. Yoksul yoksullaşıyor, zengin ise ölçüsüz şekilde zenginleşmeye devam ediyor. İmalat sektöründe çöküşü görüyoruz. Türkiye'nin en önemli sanayi kollarından bir tanesi olan tekstilde bir taraftan iflaslar, öbür taraftan başta Mısır olmak üzere değişik ülkelere büyük bir göçü görüyoruz. 5 milyar dolarlık yatırım Mısır'a gitmiş durumda. Bu emek yoğun bir sektör. Kalifiye olmayan işçinin rahat iş bulabileceği bir sektör, tekstil sektörü. Ama bu sektörün önce isimlerinden Abdullah Kiğılı’nın yapmış olduğu açıklama, 6 ay içerisinde ağır bir çöküşün beklendiği doğrultusunda. Bu açıklamaya iktidardan herhangi bir cevabın gelmediğini de üzülerek görüyoruz.
İktidar ‘Enflasyonu düşüreceğiz’ diyor. Tek hedef bu. Ancak enflasyonun düşmediği aksine enflasyon hedeflerinin yukarıya doğru revize edildiği bir ortamdan geçiyoruz. İktidar çevreleri de bir çöküş olduğunu görüyorlar ki şimdi yine bir algı operasyonunun peşinde koştukları anlaşılıyor ve Ankara siyasetinin dedikodu koridorlarından ekonomi yönetiminde nasıl bir değişikliğin olacağına dair isimler de verilerek konuşmalar yapılıyor. Göreceğiz, izliyoruz ama altını çizerek söylüyoruz: Neoliberal ekonomi politikaları Türkiye için çözüm değildir. Rantiyeye dayanan politikalar işçiyi, emekçiyi, dar gelirliyi ezmeyi hedefleyen politikalar Türkiye için çözüm değildir. Sonsuz bir israfa dayanan politikalar Türkiye için çözüm değildir. Çözüm Türkiye'nin üretim ekonomisine geçmesidir. Türkiye'nin vergi sistemini düzenleyerek adil bir vergi sistemiyle doğrudan vergilerin oranının arttırılmasıdır. Çözüm, AVM'ler ve rezidanslar değil fabrikalar ve atölyeler yapmaktır. Çözüm imalat sanayinin önünü açmak, ihracatçının önünü açmaktır. Ama bunları düşünen bir iktidarla karşı karşıya ne yazık ki değiliz. Günü ve seçimi kazanmaya odaklanmış bir iktidar modeli var önümüzde.
Bütün bunlar olurken bir taraftan da Abdullah Öcalan denilen teröristle pazarlıkların devam ettiğini görüyoruz. Daha iki gün önce Diyarbakır'da pazarlık yapılan zihniyetin nasıl Türkiye'ye, Türk milletine ve Türk devletine baktığını gördük. Kendisini hukuk içerisinde davranmaya çağıran ve uyaran Türk polisine ‘düşman’ diye hitap eden bir zihniyetle karşı karşıyayız ve Öcalan Komisyonu işte bu zihniyetin taleplerini karşılamak üzere kuruldu. Ne istiyor Öcalan? Altını çizerek söyleyelim, hiç kimse karnından konuşmasın. Öcalan diyor ki ‘Cumhuriyet yanlış kuruldu, iki milletli olarak tekrar kurulacak’. Siz ne diyorsunuz bu adama, terörist başına? Kurucu önder. Bizim bildiğimiz, tanıdığımız bir tek kurucu önder vardır: Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Kavramları doğru kullanmak lazım. Terörist örgütün elebaşısı, kurucu önder diye anılamaz. Nasıl başkomutan diyemezsiniz önünüze gelene, nasıl önünüze gelene cumhurbaşkanı diyemezseniz, başbakan diyemezsiniz, kurucu önder de diyemezsiniz. Cumhuriyetin bir tek kurucu önderi vardır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'tür, bunun tartışması yoktur. Teröristten kurucu önder çıkmaz. Bebek katilinden, eroin kaçakçısından kurucu önder çıkmaz. Ruh hastası bir narsistten kurucu önder çıkmaz.
Başka ne istiyor? Türkiye'nin yirmi iki vilayetinde özerk bölge istiyor. Başka ne istiyor? ‘Anayasanın 66. maddesi kalksın ve Türk milleti tanımı son bulsun, bunun yerine iki milletli yapı olsun’ diyor. ‘Türkçe eğitimin yanında Kürtçe eğitim olsun’ diyor. Biz diyor, ‘Anayasanın sağlamış olduğu bireysel eşitliği istemiyoruz, biz kolektif eşitlik istiyoruz’ diyor. ‘Bu yirmi iki ilde, özerk bölgede vilayetler kontrol etsin’ diyor. ‘Belediye başkanı vali aynı kişi olsun’ diyor. Şimdi bunları Türk milletine söylemeyip de Öcalan mı meclise gelsin, Öcalan heyeti mi İmralı'ya gitsin? Bunların tartışıldığını görüyoruz. O oraya gelse ne olur, bu buraya gitse ne olur? Önemli olan terörist örgütün Türkiye'den neleri talep ettiğidir. Bu talepler kabul edilemez. Öcalan şimdi umut hakkıyla serbest kalmak istiyor. Bunu da söylüyor? Durum budur, biz Zafer Partisi olarak bütün üyelerimizle bu sürece olan itirazımızı dile getirmeye şehir şehir dolaşarak devam ediyoruz. Bugün de bir panel düzenliyoruz ve avukatlar derneği olan Adalet Mülkün Temelidir Derneği'nin düzenlediği bu panelde Mavi Vatan konseptini geliştiren Müstafi Tümamiral Sayın Cihat Yaycı ve eski CHP Genel Sekreteri ve Milletvekili Sayın Profesör Doktor Süheyl Batum da konuşmacı olarak katılacaklar. Değişik açılardan bu süreci ele alacağız. Bütün sevgili Manisalıları toplantıya, cevap aradıkları soruları sormak için bu vesileyle tekrar davet ediyorum.
Basın toplantımı bitirirken ben Silivri'de Öcalan için rehin tutulurken elim bir kaza sonucunda hayatını yitiren rahmetli Ferdi Zeyrek’i de anmak istiyorum. Yarın muhterem eşini ziyaret edeceğiz ve başsağlığı dileklerimizi bizzat ileteceğiz. Bir politikacının halk tarafından sevildiği zaman nasıl yaşamaya devam ettiğinin en güzel örneklerinden bir tanesidir Allah rahmet eylesin.
Bazı oy bloklarının gitmediği anlaşılıyor. Çünkü katılım çok düşük. Yüzde 50 yüzde 50 yani bu normal değil. Anormal bir durum. Yüzde 65’e kadar kabullenilebilir ama yüzde 65’in altına düştükten sonra artık burada vatandaşın bir tepkisi söz konusu demektir. Biz de yapmış olduğumuz temaslarda iki devletli çözümü güçlü bir şekilde istemekle birlikte AK Parti'ye duymuş olduğu tepkiden dolayı Tatar'a oy vermek istemeyen birçok seçmen gördük. Onlarla konuştuk. Tabi bunda AK Parti'nin Tatar'ı zora sokan politikaları olduğu kadar Tatar'ın yapmış olduğu bazı bizim açımızdan yanlış açıklamalarında katkısı olmuştur.”
Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın, ‘PKK tarafından bir baskı mı var?’ sorusuna verdiği cevap:
“Dışişleri Bakanı'nın yapmış olduğu bir açıklamayı metni okumadım ama haberlerde izledim. YPG'nin Türkiye'ye yönelik saldırı hazırlıklarından ve füze sistemlerinden bahsetmiş. Buna başka bir şey eklememize gerek yok. PKK Türkiye içinde ve Türkiye dışında Türkiye'ye saldırmak için hazırlık yapıyor. Bizdeki bilgiler de bu doğrultuda. Bunu da iki kez kamuoyuyla paylaştım. Bizdeki bilgilerin çok daha fazlasının iktidar sahiplerinde olduğu muhakkaktır. Sizin varlık sebebiniz olan Lozan'ı kabul etmeyen, cumhuriyetin yıkılarak tekrar iki millet olarak kurulmasını savunan, ‘Bunu yapmazsanız daha fazla kan dökeriz’ diye Türkiye'yi tehdit edenlerle, bu şantajcılarla biz müzakere değil mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ve bunu da anlattık anlatmaya devam edeceğiz.”
Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın Türkiye’deki göçmenler hakkında gelen soruya verdiği cevap:
“Sığınmacı ve kaçak sorunu Türkiye için bir varlık sorunu olmaya devam ediyor. Vatandaşlık verme işlemleri devam ediyor. Türkiye'ye Suriye'den, İran'dan, dünyanın değişik yerlerinden gelerek Avrupa'ya geçmek isteyen ama geçemeyip Türkiye'de kalmaya devam edenlerin sayısı artıyor her geçen gün ne yazık ki. İran kendisine bir Batı saldırısı, Amerikan-İsrail saldırısı yapılması ve bu saldırının da Avrupa tarafından desteklenmesi durumunda içerde bulunan 4 milyona yakın Afgan’ı Batı sınırına yani Türkiye sınırına iteceğini açıklamış durumda. Hal böyleyken hiçbir şey yokmuş, Suriyeliler vatanlarına dönmüşler, Afganlar Afganistan'a dönmüşler, Türkiye'nin bir sığınmacı ve kaçak sorunu yokmuş gibi davranmak mümkün değil.
Bakın değerli arkadaşlar. Bankalar kira kredisi vermeye başlıyorlar. Erdoğan açıkladı TOKİ ev yapıp kiraya verecek. Eğer ülkenize 13 milyon fazladan insan doldurursanız ev kiraları katlanılmaz ölçüde yükselir. Devlet de kiralık ev inşa eder. Eskiden devlet ve özel sektör, ev satın almanız için kredi veriyordu. Şimdi kiralık ev için kredi veriyorlar. Gelmiş olduğumuz durum budur. Eskiden TOKİ satın almanız için ev yapıyordu. Şimdi kimsenin satın alacak gücü kalmadı. TOKİ kiralamak için ev yapacak. Bu doğrudan yanlış sığınmacı kaçak politikasının bir sonucudur. Yılda 11 milyar dolar para açıyoruz arkadaşlar. 6 milyar dolar da insani yardım dünyanın değişik ülkelerine. 17 milyar dolar. Türk halkı bunu hak etmiyor. Bunun için bu sorunun bir tek çözümü vardır. Bakın Trump ne dedi? Bütün dünya liderlerine Birleşik Milletler’de yaptığınız konuşmada ben dedi sınırları kapadım hiç içeri almıyorum, siz alıyorsunuz cehennemi yaşayacaksınız. Biz Türk halkının cehennemi yaşamasını istemiyoruz.”
Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın ‘İYİ Parti ve Zafer Partisi seçim işbirliği konusunda bir çalışma var mı?’ sorusuna verdiği cevap:
“Bu konuda bir çalışma yok. Biz seçimlerin bir an önce olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu hükümetin Türkiye'nin karşı karşıya olduğu sorunları aşamayacak bir hükümet olduğunu görüyoruz. Bunu kendileri de görüyorlar. Tek çözüm erken seçimdir. Ama şimdi hükümet, yönetim erken seçime değil anayasa değişikliğine odaklanmış görünüyor. Onu nasıl yapacaklar? Biz de merakla izliyoruz.”