TERÂVİH

Sünnet olan terâvih namazının cemaatle kılınması, Hz. Ömer zamanında gelenek oldu. İslâm târihinde bir kere yasaklandı. Osmanlı Sarayı?nda ise Enderun usûlü kılındı.

Takvim Yaprağı 4.06.2017 12:12:38 0
TERÂVİH

 

Terâvih, terviha kelimesinin çoğuludur. Rahata erdirmek, dinlendirmek mânâsına geliyor. Ramazan?da yatsı namazının arkasından kılınan yirmi rekâtlık sünnet namazının bu ismi alması, dört veya iki rekatta bir selâm verilince biraz oturup dinlenme arası verilmesinden kaynaklanıyor.

 

BİR KERE YASAKLANDI

 

Terâvih namazı, Peygamberimiz (S.A.V)?in bizzât cemaate kıldırması ile başladı. Ancak, Efendimiz, artan cemaatin sünneti farz gibi algılamasından endişe ettiği için evinde kılmaya devam etti. Hz. Ebubekir zamanında da böyle ferdi olarak kılındı. Hz Ömer, artık farz zannedilmesi endişesi ortadan kalkınca, Übey b. Ka?b?dan cemaate kıldırmasını istedi. Böylece, terâvih namazının cemaatle kılınması gelenek hâline geldi.

Terâvih, bir istisnâ dışında İslâm târihi boyunca kılındı. Aklî dengesi yerinde olmayan Fâtımî hükûmdârı Hâkim Biemrillah, 1009 yılında terâvih namazını yaklaşık on yıl yasakladı.

 

HATİMLE TERÂVİH

 

Hatimle terâvih, terâvih namazı kadar eski bir gelenek. Ömer b. Abdülaziz?in, Kur'an hâfızlarına her rekatta on âyet okuyarak terâvih namazını hatimle kıldırmalarını emretmesiyle başladı.

İmam-ı A'zam'ın Ramazan'da gündüz bir hatim, terâvihte de bir hatim olmak üzere toplam altmış bir defa Kur'an'ı hatmettiği rivâyet edilir. Muhammed b. İsmail el-Buhari, Her rekatta yirmi ayet okuyarak terâvih kıldırırdı. Büyük din âlimlerinin on gecede bir hatmederek üç hatimle terâvih kıldıkları bilinmektedir.

Ancak, sonraki asırlarda, cemaati câmiden uzaklaştırmayacak bir şekilde terâvih namazı kıldırmanın uygun olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. Çünkü, cemaatin bıkıp câmiyi terk etmesi ihtimâli vardır. Bunun için terâvihin üç kısa âyetle veya uzun bir âyetle de kılınabileceğine fetvâ verilmiştir.

 

CÂMİ KAPISINI KİLİTLEYEN İMAM

 

Hatimle terâvih, gerçekten sabırlı imamların ve sabırlı cemaatin işi.

Cumhuriyet sonrasında, İstanbul Aksaray?daki Murat Paşa Câmii?nin bir imamı, terâvihi hep hatimle kıldırırmış. Birgün bunu bilmeyen bir adamcağız, terâvih namazına gitmiş. Namaz normalden uzun olunca, ilk selâmda kapıya yönelmiş. Kapıyı açamamış. İmam, cemaat kaçıp gitmesin diye işi garantiye almış meğer. Adam, şaşkın şaşkın ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki müezzin cezveyi mangala sürmüş, gel işâreti yapıyor. Bu imam, bir ara şikâyet edilmiş. ?Ben başka türlü kıldırmam. İstemeyen gelmesin.?  demiş.

 

JET İMAMLAR

Hatimle terâvih, cemaati yorar da de hızlı terâvih yormaz mı? Günümüzde hızlı ter^vih kıldıran imamlara jet imam deniyor ve câmi cemaatinin imamı dövmesine kadar sıkıntılar çıkıyor.

Jet imamar eskiden de vardı. Devlet adamı ve dîvân şâiri Keçecizâde İzzet Molla (1785-1829), Fâtih Câmii?nde terâvih namazına gitmiş. İmam, terâvihi hızlı kıldırınca nefes nefese kalmış. Namaz bittiği sırada bir adam elinde fenerle çıkagelmiş. O da nefes nefeseymiş.  İmamın selâm verdiğini görünce, ?Eyvah yetişemedim!? diye hayıflanmış. Molla, lafı yapıştırmış:

?Biz içindeyken yetişemiyoruz. Sen nasıl yetişeceksin??

 

HEMŞİNLİ MAHMUD EFENDİ İMAMA KIZINCA?

 

Bir jet imam hikâyesi?de Yıldız Sarayı?ndan.

Yatsı namazını ağır ağır kıldıran imam, terâvihde hızlanmış. İmamın arkasındaki safta bulunan Hemşinli Mahmud Efendi ilk selâmdan sonra dayanamayıp imama sormuş:

-Yatsı namazını niçin kıldırdın?

-Allah için.

-Hâşâ, terâvihin Allah?ı başka mı? Onu niçin hızlı kıldırıyorsun? deyince, hünkâr mahfilinden bu konuşmayı işiten Sultan Abdülhamid Han, kafese vurarak imamı uyarmış:

-Hoca haklı. Dediğini yap!

 

UYKUDAN TERÂVİHE KALKAN İMAM

 

Terâvih namazı, oruçtan önce başlar. Ramazanı istikbal eder. Ma?lûm, eskiden Ramazan hilâlin görülmesiyle başlardı. Hilâl görülmez ise Şaban ayı otuz kabul edilirdi. Bu da tiryâkilerin ve keyf ehlinin hoşuna giderdi. Ancak, hava azizlik eder açılır ve hilâl görülürse bu kimselerin keyfi kaçardı. Enderunlu Vâsıf, bunu şöyle anlatır:

 

Tedkîk·i nazar eyle şu takvime birâder

Üftâde-i havf etme bizi belki yalandır

 

Nedim ise Ramazanın birinci günü âniden kesinleşince, uykudan kalkan imam hakkında nükte yapar:

 

Bağteten sâbit olup gurre firâşından imam

Hâb içinde yatmış iken etti terâvihe kıyâm

 

 

ENDERUN TERÂVİHİ
 

Büyük Itrî'ye eskiler derler

Bizim öz mûsıkîmizin pîri

O kadar halkı sevkedip yer yer

O şafak vaktinin cihângîri

Nice bayramların sabâh erken

Göğü, top sesleriyle gürlerken

Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i.

 

Yahyâ Kemal, büyük bestekâr Buhûrîzâde Mustafa Itrî?yi, böyle anlatıyor. Evet, salât-ı ümmiyeyi, saltanat-ı seniyeyenin Tekbir?ini  besteleyen büyük ustanın,  Mustabey armudunu yetiştirmeye kadar pek çok uğraşı varmış. Çiçeklerle de meşgûl olduğundan, kokuyla uğraşan anlamına gelen ?Itri? mahlası verilmiş.

Itrî?nin bütün besteleri çok kıymetli . Ancak, Enderun terâvihi denilen öyle güzel bir kokuyu miras bırakmış ki asırlardır Ramazan gecelerini, şebbu misali buram buram kokutuyor. Şebbu, geceleri koku saçan bir çiçek. Şimdiki adı, şebboy.

 

RÛHÂNÎ BİR NEŞVE

Farsça sarayın iç kısmı demek olan Enderun, Osmanlı?ya devlet adamı yetiştiren saray mektebinin adı. Enderun terâvihi, sarayda kılınmaya başlanıp zamanla halka yayıldığı için bu adı alır. Başta selâtin câmileri olmak üzere câmi, tekke ve konaklarda asırlarca kılındı. 1950?lerde ortadan kalktı. Sebebi, icrâ edecek mûsikî eğitimi olan müezzin olmaması. 1996?da Mehmet Kemiksiz Hoca?nın gayreti ile yeniden icrâ edilmeye başlandı.

Enderun terâvihini, her imam ve müezzinin icrâ etmesi mümkün değil. Güzel ses, yeterli nota, makam ve usûl bilgisi istiyor. Namazın farklı makamlarla kıldırılması esâsına dayanıyor. Amaç, monotonluğu ortadan kaldırarak rûhânî bir neşve meydana getirmek. Yahya Kemal?in ?Kalbimiz yıkanmış gibiydi.? diye tasvir ettiği Eyüb Sultan?daki terâvih namazı, muhtemelen Enderun usûlündeydi.

 

ENDERUN TERÂVİHİNDE YAPILAN BESTE


Enderun terâvihi iki şekilde icrâ ediliyor. Birincisinde makam geçişlerini imam belirliyor. Diğerinde ise müezzinler, imamı yönlendiriyor.

Sultan 2. Mahmud?un başimamı Zeynelâbidin Efendi, şimdiki deyimle ?çok iyi kulağı olan? bir hocadır. Ancak, müzik bilgisi zayıftır. Arkasındaki safta ise mûsikî bilgisi kuvvetli bir pâdişâh ve devrin en kaabiliyetli müezzinlerinden birisi olan Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi vardır. Müezzinler hangi makamda ilâhi okursa, imam bir sonraki dört rekâtı o makamda kıldırmaktadırlar. Yâni ilâhi, bir nev?i taksim vazifesi görmektedir.

İmam, işini hakkıyla yapmaktadır ama Dede Efendi?nin imamı zorlaması, Sultan 2. Mahmud?un gözünden kaçmaz. Bunu ifâde edince, Zeynelâbidin Efendi, Dede Efendi?ye bir azizlik yapmak için izin ister.

Bir başka terâvih namazında, İmam Efendi, aklına koyduğunu yapar. Terâvih namazı acemaşiran makamı ile bitirilip müezzinlerin de bu makamda ilâhi okumaları usûlden olmasına rağmen, Zeynelâbidin Efendi, son dört rekâta girerken acemaşiran değil, ferahfeza makamını kullanır. Azizliği ise bu makamda bestelenmiş ilâhi olmaması.

Durumu hemen fark eden Dede Efendi, bir köşeye çekilir ve son iki rekâtlık zamanda, Yunus Emre?nin şu ilâhisini besteler:

 

Şûride vü şeydâ kılan

Yârin cemâlidir beni

Âlemlere rüsvâ kılan

Yârin cemâlidir beni

 

Hoca selâm verdiğinde, Dede Efendi yerini almıştır bile. Diğer müezzinler de ustaca uyum sağlarlar. İlâhi bittiğinde, imam şaşkındır. Sultan, Dede?ye bir hayli iltifat eder.

 

 

 

 

 

Pazartesi 22.1 ° / 14.9 °
Salı 22.8 ° / 15.7 °
Çarşamba 23.3 ° / 16.8 °