Korona virüs beceriksiz siyasilerin imdadına yetişti. Korona ile kontrollü mücadele eden hükümet, virüs olarak kabul ettiği yandaş olmayan fikirlerle mücadele etmeye hız verdi. 28 Şubat’ta sol zihniyetin sağ zihniyeti yok etme girişimini, günümüzde AKP’nin kendi varlığına tehdit oluşturduğunu düşündüğü bütün düşünceleri yok etmek için kullanıldığını görüyoruz. Eee, boşuna dememişler, gelen gideni aratırmış, diye. Eleştirel yaklaşımların ve farklı düşüncelerin virüs olarak değerlendirildiği bir ülkede, medya ile siyasetteki virüsleri temizlemek gerektiği fikrine sahip yöneticiler tarafından yönetiliyorsak işimiz zor.
Organize suça karışmış ve suç örgütü kurmuş kişilerin salıverilmesi ile bilim yuvası olan Şehir Üniversitesinin kapatılması birlikte değerlendirildiğinde “bilime hayır!” “suça evet!” diyen bir anlayışın ülkeyi yönettiği düşüncesine kapılıyor insan. Ortaya çıkan tablo devletin her zamankinden daha az bilime, daha fazla suça bulaşmışlara ihtiyacı olduğu fikrini hakim kılıyor.
Bu değerlendirmede Gelecek Partisi’nin kurulma aşamasında Susurluk hadisesi ile adı özdeşleşen eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın ağzımdan çıkan “ …çok ağır sonuçları olur!” tehdidine yer verildiğinde, devletin mafyatik devlet olma yolundaki çabasının güç kazandığını görüyoruz. Bu görüşümüzü güçlendiren başka yeni argümanlar da sahaya sürüldü. Mesela yaklaşık iki yıl kadar önce Devlet Bahçeli’nin af yasasını dile getirdikten sonra, 16 yıldır hapishanede olan ülkücü mafyayı hastanede ziyaret etmesi, yetkisi olsa hemen onu salıvereceğini söylemesi, ona mafya denmesini hazmedememesi, buna bağlı olarak korona virüs bahanesiyle afla ilgili kanun teklifinin TBMM’ye gelerek halk tepkisini azaltmak amaçlı infaz düzenlemesi adı altında yasalaşması tesadüf değildir. Bunlar masum işler olmaktan uzaklaşmıştır. Devlet, bir taraftan terörle, bir taraftan da virüsle mücadele ederken, diğer yandan mafya liderlerini serbest bırakarak ne yapmaya çalışıyor, bilinmez.
Toplumsal mutabakattan uzak, kişileri kurtarmaya yönelik infaz düzenlemeleri tehlikelidir. Halk, tehlike arz ettiği için hapishanede olanların şimdi aralarında geziyor olmasından tedirginlik duymaktadır. Bundan sonra sorun çıkaran, engel olan, can sıkan, olumsuz eleştiri yapanların mafyatik aktörlere havale edileceği yönündeki duyumlar halkta tedirginlik yaratmaktadır. Halk faili meçhullerin artacağından korkmaktadır. Mevcut uygulamalar silahlı güç haline gelmiş belli çevrelerle iş tutmak anlamına gelmiyorsa hangi anlama geliyor, yetkililer haklı gerekçelerle toplumu aydınlatmalıdır.
Doğu Perinçek'in ifadesi ile 2014'ten beri Erdoğan Türkiye'yi yönetmiyor. Her ne kadar “Türkiye'yi ordu, polis, sanayici, işçi, çiftçi, esnaf, Vatan Partisi yönetiyor.” dese de, Türkiye'yi 24 Haziran 2018 ve 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde % 0.2 oy almış Doğu Perinçekler; 24 Haziran 2018’de AKP ile Cumhur ittifakı yapan ve % 11 oy alarak 49 milletvekili çıkaran, 31 Mart 2019’da yerel yönetimler seçiminde oyların % 7.31’ini alan MHP yönetiyor .
Toparlarsak, iktidar direksiyonunu % 0.2 ve % 7 oy almışlar tutuyor. Geri kalan halkın istekleri dikkate alınmıyor. Türkiye’nin tamamını temsil etmek amaçlı meclise gelen sair siyasi parti milletvekilleri, sorunları dile getirip yerlerine oturmaktan başka bir şeye güçleri yetmiyor.
Gelinen son noktada Cumhurbaşkanı’nın sağında ve solunda yer alan Devlet Bahçeli ile Doğu Perinçek’in ülke insanının beklentisinden uzak hayat sürdükleri aşikar. Anlaşılan milletin daha fazla aşa, daha fazla işe, daha fazla hürriyete ihtiyacı yoktu da, suç örgütü kuranların serbest kalmasına ve Şehir Üniversitesinin kapatılmasına ihtiyacı vardı(!)
Beştepe’nin halkla iyice kopan bağının yeniden tesisi ümidi ile…