Eğitimci ve Yazar Dr. Ercan ÖZÇELİK ile yaptığımız söyleşiye devam ediyoruz…
AY: İslam dinimizde; kul hakkı, israf, dedikodu vb. yasaklanmış ama son yıllarda hepsi de çok fazlalaştı. Görüşlerinizi alabilir miyiz?
ÖZÇELİK İslam dini güzel örneklerle yaşanarak öğretilmesi gereken bir değerler sistemidir. Kişinin ahlak boyutuyla mükemmeli hedeflemesini ve gayret etmesini öğütler. Zaten Sevgili Peygamberimiz de “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” veciz ifadesiyle bu durumu tescil etmiştir. Günümüzde şuurlu ailelerin sayısı ve mevcut olanların da evlatları üzerinde etkisi oldukça azaldı. Milli Eğitim sistemi temelden bozuk olduğu için yüksek nitelikli, ahlaklı ve değerleriyle barışık nesiller üretemiyor. Kendisine düzgün teslim edilenleri de yoldan çıkarıyor. Medyada yer alan lüks tüketim ve şehvet avcısı yapımların hemen hepsinde hayallere ulaşabilmek için yalan söylemenin, insanları kandırmanın, evliliklerde aldatmanın, engelle karşılaşıldığında şiddete başvurmanın normal veya tek yol olduğu algısı sürekli işleniyor. Başkalarının sorun ve sıkıntıları eğlence malzemesi yapılıyor. Devlet kurumları bile vergilerini düzenli ödeyen vatandaşları adeta enayi durumuna koyarcasına, sürekli vergi afları borç silmeler vb. teşvikleri uyguluyor. Dürüst ve borcuna sadık kişiler adeta cezalandırılıyor. Kayıt dışı çalışmaya veya çalıştırmaya sevk ediyor. Boşandığı kocasından aldığı süresiz nafakanın kesilmemesi için başka bir erkekle nikâhsız beraberlik yaşayan kadınlarımız dahi var. Anlayacağınız toplumsal düzeyde yaşadığımız ahlaki çöküşün ve yozlaşmanın tamamından yine bizler sorumluyuz. İslam dininin emir ve yasakları yıldızlar gibi açık ve parlak şekilde dururken üzerimize örtü çekip karanlığa dalanlar bizleriz. Bizler ve kurduğumuz düzenler sorunlu. Asr-ı Saadet döneminde insanlığı zirveye çıkaran, Avrupa kıtası derin bir cehalet içinde boğulurken Endülüs’ten başlayarak bilim ve medeniyeti taşıyan, pozitif bilimlerin birçok alanında kâşif ve kurucu teorisyen olan âlimleriyle bilim dünyasına altın harflerle yazdıran İslam dini ile bugünkü İslam dini temelde hep aynıydı. Farkı bizim umarsızlığımız ve hayatımızdan kaldırmamızdır.
AY: Sizin söyleminizle; “İnsan hayatında iletişimin etkisi ve önemi çok yüksektir. İletişim süreci tam bir fonksiyonel sistemler organizasyonudur.” Sizce, “siyasi partilerin birbirleriyle, toplumun aile bireyleri ve komşuları ile iş hayatı kendi içinde” iletişimde ne derece başarılı?
ÖZÇELİK İletişim, bireysel merkezden başlayarak halka halka genişleyen ve etkinliği hissedilen bir etkileşim sürecidir. Bireysel ve kurumsal faaliyetlerin hemen hepsi iletişime özel ulaştırma yolları üzerinden yürütülür. Siyasi partiler iletişim kanallarını bir sonuca varmak istediklerinde pozitif amaçlı kullanabildikleri gibi, rakiplerini boşa çıkarmak, saygınlıklarını ve güvenirliklerini zedelemek, taraftarlarının bağlılığını zayıflatmak vb. amaçlar için negatif sonuç odaklı olarak da kullanabiliyorlar. Kendi seçmen kitlelerine karşı kullanılan iletişim dili ve içeriğini özel hazırlık yaparak belirliyorlar. Partilerin kurumsal kimliklerini tanıtmanın yanı sıra liderlerini de desteklemek ve topluma pazarlamak gibi misyonları da var. Seçim sonuçları partiler bazında iletişim başarısını gösteren birer karnedir aynı zamanda. Örneğin son yerel seçimlerde iktidar partisi olmanın bütün avantajlarına rağmen, büyükşehirlerde halkın tercihini muhalif partilerden yana kullanması açık bir iletişim sorunu yaşandığının, söylem ve vaatlerin yeterince karşılık bulamadığının göstergesidir. Muhalif Belediye Başkanları açısından da iletişimin daha güçlü ve etkili kurulduğunu tescil etmiştir. Saygılı bir temel iletişimin asgari şartlarındandır. Aile bireyleri, akrabalar ve dostlar arasında saygının yanı sıra sevgi ve fedakârlık gönüllülüğü gibi güçlendirici boyutlar da eklenince iletişimin gücü artar. İş hayatında saygı ve güven, iletişimin destekçileri ve koruyucularıdır. Ticari ilişkiler sağlıklı iletişimle başlar ve gelişir. Bunları önemli ölçüde kaybettiğimizi azalan sadakat davranışlarıyla anlayabiliriz. Çalışanları ile güçlü iletişimi olan işverenlerin sevildiğini, işyerine bağlılığın yükseldiğini, iş yapma ve üretme motivasyonunun arttığını dışarıdan bile izleyebiliriz. Siyasi liderlere olan teveccühün bir nedeni de iletişim yetenekleridir. Halden anlayan, ortak dil kurabilen liderler sevilir ve tercih edilirler. Bu yüzden her siyasi kişiliğin onca desteğe rağmen başarılı olamadığını, bazılarının çok az bir çaba ile büyük etkiler yapabildiğini görüyoruz. Kısaca iletişimde çok sıcak olduğumuz anlar, kişiler ve kurumlar da var, buz gibi soğuk ve itici hissettiklerimiz de. O nedenle kesin bir şey söylemek için zaman ve kişi/grup bazında incelemek gerekir.
AY: Ülkeyi yönetenlerin; kültür ve sanata uzak olduklarını, söylemden ileri gitmediklerin, konser-sinema izlemediklerini, kitap okumadıklarını v.b. görüyoruz. Eğitimci ve yazar olarak, bu gerçeği nasıl açıklarısınız?
ÖZÇELİK Ülkeyi yönetenlerin kültür ve sanata uzak durduklarını söyleyebilecek veriye sahip değilim. Ancak, özellikle muhalif kanatla yoğun işbirlikleri nedeniyle genellikle sol tandanslı kültür-sanat camiasına karşı serin durmalarını anlayabiliyorum. Medeni değerlerimizle barışık olmayan, halkına karşı kibirli ve ahlaksızlığın gönüllü elçileri gibi davranan çevrelerin halk nezdinde de çok karşılık gördüğünü söyleyemeyiz. Son zamanlarda kültür-sanat etkinliklerinde farklı mecralardan gelenlerin artmasıyla görece bir yayılma veya seyrelme etkisi izlenebilir ama asıl neden ekonomik durum ve şartlardır. Ülkeyi yönetenler açısından da millet geçim derdindeyken yoğun kültür-sanat etkinliklerinde boy göstermek rahatsız edici bir kopukluk ve gamsızlık şeklinde algılanabilir. Ekonomik şartların zorlaması ve kısıtlaması inanılmaz derecede arttı. Temel ihtiyaçların karşılanmasından sonra kültür-sanat etkinliklerine bütçe ayırabilen, her ay kitap alabilecek rahatlıkta olan kişilerin sayısı da oldukça azaldı. İnternet ve alternatif medya seçenekleri sayesinde toplu etkinlikler yerini bireysel ve evde geçirilen zamanların uzamasına neden oldu. Gazete tirajlarında yaşanan dramatik düşüş artık okumadığımızı değil, internet ve sosyal medyaya taşındığımızı gösteriyor.
AY: Diyanet, geçen hafta “Kendi değerlerinizden uzaklaşmayınız. Başkalaşmayınız. Yılbaşını kutlamayın vb.” diye cuma hutbesi okuttu. Ne dersiniz?
ÖZÇELİK Diyanetin bu tür serzenişleri doğru bir zeminden gelse de her cuma hutbesinde zaten camiye düzenli gelen cemaate karşı, dostlar alışverişte görsün kabilinden etkisiz bir faaliyet olarak görüyorum. Diyanet İşleri deyince benim aklıma; serbest konuşma iradeleri ellerinden alınmış ve adeta robota çevrilmiş İmam memurlara maaş ödeyen, daha çok Hac ve Umre organizatörü seyahat firması gibi davranan bir teşkilat geliyor. Diyanetin gerçekten Hristiyanlara benzemeye başlayan topluma karşı çare olabilmek için inisiyatif kullanması, diğer resmi kurum ve kuruluşların faaliyetlerinde İslami hassasiyetlerin gözetilmesini sağlaması gerekirdi. Etliye sütlüye karışmayan sadece takvim gereği oluşan günden hakkında baştan savma hutbe yayınlayan bir kurumun toplumsal yozlaşmayı önleyici etkisi olamaz. Bütün yabancı yapımlarda Yahudilik ve Hristiyanlık uygulamalarını adeta ezberlercesine görmek zorunda kalıyoruz. Nitekim pasta kesilmesinden ilk dansa kadar evlilik ritüelleri, pazar günler kilise ayinleri, ölülerini definleri gibi her ayrıntı çoluk çocuk hepimize izletiliyor. Müslüman yaşantısı, önemli ibadetleri, helal-haram hassasiyetleri yeterince gösterilmez ve saygıyla anlatılmaz ise yaşanan yozlaşmanın kuru bir cuma vaazı ile önlenmesi mümkün değildir. Potansiyel etki gücü ve insan kaynağı açısından günümüz Diyanet İşleri Başkanlığını oldukça tembel, müsrif ve hayattan kopuk olarak değerlendiriyorum. Camiler Allah’a adanan özel mekânlardır. “Bir köpeği dev boyutlara getirip camiden heybetli ve bir ayağını da caminin üzerindeymiş gibi” photoshop yapma densizliğini yapan bir Belediye Başkanına karşı alenen tepki koyamayan ve Müslümanların izzetini savunamayan Diyanet İşleri Başkanlığı mı değerlerimizden uzaklaşmamızı önleyecek?
AY: Eklemek istediğiniz bir konu var mı?
ÖZÇELİK Bu sıralar öne çıkan iki çalışma konum daha var. İlki şehir ve sokaklarımızın başıboş köpeklerin işgalinden kurtarılmasına yönelik çalışmalarımdır. Hindistan dışında gelişmiş dünya ülkelerinde asla görülmeyen büyük bir halk sağlığı ve güvenliği sorunudur başıboş köpekler. Geçtiğimiz yıl 30 dan fazla insanımızı doğrudan veya kaza yoluyla öldürdüklerini çaresizce izledik maalesef. Çocuk, engelli ve yaşlı gibi zayıf-hassas grupları evlerinde hapseden, trafik emniyetini yok eden, diğer çok sayıda hayvan türlerinin yaşamasını imkânsız kılan devasa bir soruna dönüştüler. Eksik ve yanlış kurgulanmış olan 5199 sayılı kanunun neden olduğu bir faciayla yüzleşiyoruz. Avrupa ülkelerinde yılda en fazla 1-2 bin doz insan kuduz aşısı yapma ihtiyacı olurken, ülkemizde 2022 başında alınan 1 milyon doz aşı tükendi ve şu anda aşı kıtlığı yaşıyoruz. Yılsonunda ihalesi yapılan 1,5 milyon doz aşının tedarik süreci tamamlanmadan eldeki aşılar bitti ve insanların hayatıyla adeta kumar oynuyoruz. Bir Sağlık Yönetimi doktoru olarak bu sorunun giderilmesi yönünce çalışıyorum. Yine köpekler yüzünden acı bir şekilde vefat eden 10 yaşındaki Mahra Melin Pınar’ın ailesi tarafından kurulan Güvenli Sokaklar Derneği’nin İstanbul temsilcisi olarak gönüllü faaliyetlerine katılıyorum. Başka evlatlarımızı da köpekler yüzünden kaybetmeyelim diye çabalıyorum.
Diğer çalışma konum ise kendiliğinden gelişti. Yazılarım ve TV programlarında toplumun sorunlarına dikkat çekmeye ve çözüm yollarını önermeye gayret ederken mağdur grupların doğal sözcüsü gibi ilgi ve talepler görmeye başladım. Atanamayan öğretmenler, ücretli öğretmenler, fizyoterapist, diyetisyen, arkeolog gibi meslek grupları, kamuda işe alımlarda 35 yaşa takılanlar, yardımcı hizmetler sınıfı memurlar gibi mağdur gruplarının ve aile temelli sorun mağdurlarının seslerini duyurmaya, imkan ölçüsünde çözümler sağlatmaya çalışıyorum. Mağdurların sesi olmak, bir kişinin bile olsa mutlu sona kavuşmasına katkı sağlamak beni motive ediyor. Bu çalışmaları kendi mutluluğumun ve imkânlarımın da zekatı gibi tatlı ve kıymetli bir görev olarak hissediyorum. Elimden geldiği kadar böyle devam etmeye çalışıyorum.
AY: Toplumun sorunlarıyla ilgileniyorsunuz, bu harika… Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz….
ÖZÇELİK Bana kendimi özgürce ifade etme imkanı verdiğiniz ve yayınlamaya değer bulduğunuz için ben de çok teşekkür eder, daha güzel söyleşilerde bulunmak üzere size ve okuyucularınıza selamlarımı sunar, saygılarımı arz ederim.