Said, dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Kudüs’te, Hıristiyan olan Filistinli anne ve babanın çocuğu olarak dünyaya geldi. Kayıtlı olduğu Cezire Spor Kulübü’nün devasa sahaları üzerinden eve dönerken, bir İngiliz tarafından Said’e “ sen bir Arap’sın , buraya giremezsin, derhal buradan çık!” denilmişti. Kendisi, olayın üstünden yaklaşık elli yıl geçmiş olmasına rağmen halen içinin acıdığını ifade eder. O zamansa içinde bulundukları bu ikinci sınıf insan olarak muamele görmeyi, ailecek mücadele etmeye değer bulmamış olmaları aklına düştükçe, kendisinin utandığını söylemektedir.
Edward Said, içinde yaşadığı Batı’nın ve Batılının ruh yapısının ve zihin dünyasının en görünmez yerlerini açıklayan Filistinli bir eylemci, bir “entellektüel”dir. Yeri geldiğinde eline kalem, yeri geldiğinde de, Filistinliler ve Doğulular için taş alarak atan bir akademisyendir. Tüm insanlar için özgürlüğü ve ‘öteki’ yaratmanın acayipliğini insanlığa haykıran bir sestir. O, tüm hayatı boyunca sürgündeki bir yabancı ve bir uç noktadaki aydındır. Said’in hayatı, bir açıdan, oryantalizmin tarihsel, sosyolojik ve felsefî gelişimiyle paralellik göstermektedir. Sömürülen toplumların ve ülkelerin çektikleri acıları, çileleri ve ıstırapları, benzer şekilde sömürenlerin ülkesinde, o, tüm yönleriyle yaşamıştır. Sait gibi bir Filistinli Arap’ın Batı’daki hayatı istenmeyen bir şeydi. Batı’da özellikle de Amerika’da siyasal bakımdan Filistinli bir Arap’ın var olmasına müsaade edilince bir baş belası kesildiğine inanılmaktadır. Şarkiyatçılıkla, önlenemez bir tavır gereği olarak o, kendini, Batı’nın Yahudi aleyhtarlığının garip ve gizli bir ortağı olan Ortadoğu’nun tarihini yazarken buldu. Yahudi aleyhtarlığı bakımından, İslamiyet’in ve Şarkiyatçılığın birbirine benzemesi ve Filistinli bir Arap’a ‘bu ikisi birbirine benziyor’ demek gülmecenin iyice anlaşılması için yeter. ( Said 2013: 48) Said, oryantalizmi ve oryantalistleri tüm cepheleriyle ele almış, bir nevi onların niyet, amaç, hedef ve icraatlarının arka planlarını ifşa etmiştir. Oryantalizm tanım ve tarifleri, Edward Said’in dilinden, yeniden bir mana kazanmıştır. Bu tanımlar, onun tarafından şekillenmiş, orijinal ve özgün düşüncelerin verimli örneklerini oluşturur. Her ne kadar bir İngiliz okul çocuğu gibi düşünmek ve inanmak üzere yetiştirildiyse de; o, İngiliz olmaya özenmeyecek şekilde bir yabancı, Avrupalı olmayan bir Öteki oldu. “Biz”i onlardan ayıran hat; dilsel, kültürel, ırksal ve etnik bir hattı. Anglikan Kilisesi içinde doğmuş, vaftiz edilmiş ve cemaate kabul edilmiş olmam işimi kolaylaştırmadı; ‘Hıristiyan Askerleri İleri’ ve ‘Grönland’ın Buzlu Dağlarından’ gibi kavga ilahileri söylenirken bana aynı zamanda hem saldırgan hem de saldırılan rolünü oynamak düşüyordu. Aynı zamanda ‘pis Arap’ hem de Anglikan olmak sürekli bir iç savaş içinde olmak demekti.”(www.e-sarkıyat.com)
Batı’da yaşayan doğulu Edward Said, hemen hemen tüm eğitimini, ömrü boyunca tanıtmaya, tanımlamaya, incelemeye ve araştırmaya çalıştığı sömürgeci ülkelerin okullarında almıştı. Bu uzun süreç onu, yaşadığı insan ve coğrafyayı daha yakından ve içten tanımasına fırsat vermiştir. Said’in hayatı, bir açıdan, oryantalizmin tarihsel, sosyolojik ve felsefî gelişimiyle paralellik göstermektedir. Ancak Said ve oryantalizmin aktörleri karşı karşıya durmaktadır. O, şarkiyatçılığı çözmeye ve tahlil etmeye çalıştıkça, ‘Batılılar da onu yakından incelemeye istekli olmuşlardır. Ezilen toplumların ve ülkelerin çektikleri acıları, çileleri ve ıstırapları, o, sömürenlerin ülkesinde tüm yönleriyle yaşamıştır. Amerika’da Avrupa’da bir yabancı olmayı hiçbir zaman istememesine rağmen, yaşadıkları ve bulunduğu mekanlar, ona bu rolü oynamaya mecbur bırakmıştır. Said, şarkiyatçıyı ve şarkiyatçılığı bütün yönleriyle ele almış, bir bakıma onların niyet, gaye, ulaşmak istedikleri noktayı ve uygulamalarının arka planlarını göstermiştir. Bunu yaparken, önceden elde edilen varsayımlara, komplolara ve darb-ı mesellere sığınmadan, bilimsel ölçütleri, kişisel düşüncelere asla feda etmeden sistematik ve sorgulayıcı bir yöntem kullanmıştır. Onun dilinden şarkiyatçılığın tanım ve tarifleri yeniden bir anlam kazanmıştır. Şarkiyatçılık, Batı’nın Doğu’yu her türlü okuma, belirleme ve tanımlama biçiminin bir ifadesidir. Böylece Batı, Doğu üzerinde her açıdan tasarruf hakkına ve yetkisine sahip bir vazifeyi kendisine tayin etmektedir. Sahip olma hakkı olarak gördüğü bu durum, Batı’nın Doğu üzerinde hakimiyetini pekiştirmektedir. Aynı zamanda oryantalizm/ şarkiyatçılık, sosyal, ekonomik, estetik, tarihî ve filolojik metinler vasıtasıyla oluşturulan bir külliyatın adıdır. Ancak bir kurum olarak şarkiyatçılık, ilkeli ve sistematik yöntemlerden asla ayrılmayan çizgi üstü bir yaklaşımdır. Gerçek anlamda Doğu’nun Batı tarafından projelendirilmesi olan şarkiyatçılığın ham maddesi Doğu uygarlığı, Doğu halkı ve toprağıdır ve bir yorum mektebidir. Disiplin, meslek, dil veyahut düşünce biçimi olarak oryantalizm, Doğu’yu tek bir kap içine koyan uyumlu, anlaşılır ve esnekliği olan gizemli bilgi yığınıdır. Şarkiyatçılık, Batı’nın Doğu’yu, Batı karşıtı kimlik olarak üreterek kendi egemenliğini dünya üzerinde kurma sürecidir. Şarkiyatçılık, sadece coğrafi bir ayrım değil, bir seri “çıkarlar” toplamıdır.
Şarkiyatçılık, Doğu ile Batı’nın birbirine karşı olan kuvvet farklarına dayanmaktadır. Batı’da, Doğu hakkında yazılan her eser Batı’nın gücünü sergilemektedir. Batı’ya giden doğulular çok ileri bir kültürden yararlanmak ve hayran kalmak amacını gütmekteyken, batılıların amaçları ise çok farklıdır; Doğuluları kendi kültürü içinde asimile etmektir. Doğu, Batı’nın inşasına muhtaç bir bölge olarak görülmektedir. Doğu’ya atfedilen bütün özellikler Batı’nın Doğu’daki çıkarlarından kaynaklanmaktadır. Batı, kendi coğrafi sınırlarını aşarken kendinden olmayanı da egemenliği altına almayı planlayıp gerçekleştirmiştir. Sonuç olarak şarkiyatçılık: Batı’nın kendi çıkarları için, yeterince egemenlikleri altına alamadıkları Doğulu insanların büyük çoğunluğunu öldürmeye gayret etmelerinin bir başka adının öncülüdür;( Afganistan, Irak ve Suriye de olduğu gibi.)