Namık Açıkgöz


YÖK BAŞKANINA AÇIK MEKTUP

2547 sayılı Yükseköğretim Kanununu çıktığı günden beri takip eden biriyim. Kanun, 6 Kasım 1982 günü Resmi Gazete’de neşredildiğinde, YÖK Kanununun babası rahmetli Doğramacı neşredilmiş metni görmeden ben görmüştüm.


Sayın Başkanım,
2547 sayılı Yükseköğretim Kanununu çıktığı günden beri takip eden biriyim. Kanun, 6 Kasım 1982 günü Resmi Gazete’de neşredildiğinde, YÖK Kanununun babası rahmetli Doğramacı neşredilmiş metni görmeden ben görmüştüm. Devlet Matbaasında çalışan bir arkadaşım vardı; kanunla ilgilendiğimi bildiği için, baskıdan çıkan gazeteyi, gece yarısına doğru bana getirmişti de öyle görmüştüm.  Üniversitelerle ilgili kanun ve yönetmelikleri sıkı takip eden ve bu konuda yazılar yazan bir akademisyenim.
Değerli Başkanım,
Üniversitelerin pek çok sorunu birikti. Bunlardan bazılarını sizinle paylaşmak istiyorum.

ATAMA-YÜKSELTME VE TEŞVİK KRİTERLERİ
İndeks taramalı dergilere teslim olma yanlışlığı hâlâ devam ediyor. Makalenin içeriği ne olursa olsun, şayet indeks taramalı bir dergide çıktıysa değerli, indeks taramasız dergilerde çıktıysa değersiz. Falanca tür hakemli dergilerde çıktıysa değerli, hakemsiz dergide çıktıysa değersiz. 
Bu kriterlere göre Köprülü, değil profesör, Dr. Öğretim Üyesi bile olamayabilir. Laf aramızda ben de olamam. Çünkü benim bilimsel makalelerimin yayınlandığı dergiler ne yerli, ne de uluslararası indeksler tarafından taranıyordu. Keza popüler dergilerde yayınlanan yazılarım da  var ve çok atıf alıyor; fakat YÖK’ün belirlediği kriterlere uymadığı için ne atama-yükseltmelerde ve ne de teşvikte işe yarıyor. En çok atıf alan yazılarım ya indekslerce taranmayan dergilerde veya popüler dergilerde ama teşvik kriterlerine uymadıkları için yok sayılıyorlar.
Sempozyumlarda ayrı bir komedi var.
Bir bilimsel bildirinin değerli olması için ille de “uluslararası sempozyum”da sunulması ve bunun için de düzenleyicilerden şu kadarı ve katılımcılardan bu kadarının yabancı olması gerekiyor. YÖK böyle bir şart dayatırsa, sempozyum düzenleyenler de Türk cumhuriyetlerinden, Balkan ülkelerinden ve Kuzey Afrika Müslüman ülkelerinden bilim adamlarını yazıyor ve oluyor sana “uluslararası sempozyum”.  Yabancı ülke ise onlar da yabancı. YÖK’ün kasd ettiği belki, Alman, İngiliz, Fransız, İtalyan, Rus, İspanyol ve Amerikalı ama uygulamada kazın ayağı uygulamada öyle görünmüyor.
Kitap ve kitapta bölüm için de tuhaf ve ikide bir değişen uygulama var. Bir yayınevinin ulusal mı, uluslararası mı olduğunun kriteri ne bastığı kitap sayısıdır ve ne de falanca kütüphaneye girip girmediğidir. Bilginin bizzat kendisi değerlidir ve onun değerini ne yayınlayan dergi, ne sempozyumun şekli ve ne de ulusal-uluslararası olduğu belirler.
Rektör yardımcılığı yaptığım yıllarda Mr. Pürüzlü YÖK, “saygın yayınevi” lafı etmiş ve saygınlığın yayınladığı kitap sayısıyla belirleneceğini “emr ü ferman” eylemişti. Konu bizim senatoda konuşulurken, “saygın yayınevi” ve “çok yayın” bahsine gelince bendeniz fakir “O zaman Türkiye’nin en saygın yayın evi Yusuf Tavaslı yayınlarıdır. Çok kitap yayınlamıştır. Namaz Hocası, Çift Güllü Yasin, Üç Güllü Yasin, Dua kitapları .... Değme yayınevi o kadar kitap yayınlamamıştır.” demiştim.
Yayın, bildiri ve atıf konularında sadeleştirilmiş bir düzenleme şarttır.

Teşvik konusunda birkaç sorun daha var.
Mesela Türkoloji’nin alan indeksi konusu açıklanmadığı için yıllardan beri yaşanan bir olumsuzluk var.
Patenti olanlara puan veriliyor. Bu güzel!... Pekiii “patent” alma imkanı olmayan alanlara göre, patent alabilenler açıktan 20-30 puan önde bitirmiyorlar mı maçı? Sosyal bilimciler patentten puan alamayacaklarına göre, onların yayın puanı 50’ye falan çıkarılmalıdır.
Bir de teşvik şartlarının son anda açıklanması var. Her sene şart değiştirmenin bıktırıcılığı ayrı, bir de son gün değişen şartlar, daha da bıktırıcı. Şu değişikliğin Ekim-Kasım aylarında yapılması daha iyi olmaz mı?

DOÇENTLİK KONUSU
Sayın Cumhurbaşkanımızın müdahalesiyle doçentlik ünvanı ile ilgili düzenleme yapıldı ve yabancı dil sınavından 55 ve üstü alanlar doçentliğe başvurabildiler. Son 4-5 yıldan beri birçok genç bundan istifade ederek doçent oldu. Oldu da iş bitmedi. Bazı üniversiteler “ille de 65-70” isteriz diye tutturdular. Bazıları 70 yaptı. 4-5 yıl önce 65 alıp bilimsel yayına vakit ayıranlar 70 kayasına toslatıldı ve moralleri sıfırlandı.
Türk üniversite sisteminin tepe kurumu olan Üniversiteler Arası Kurul birini doçent yapıyor ama çalıştığı üniversite kadroya atamıyor. Sebep? Dil puanı ve sözlü sınav…
Zaten yıllardır aynı üniversitede ders vermekte olan birisinden ÜAK’ın belirlediği dil puanından yüksek puan istemek kaliteyi falan arttırmaz; rektörlere keyfî uygulama imkânı verir Sayın Başkanım. Kimse yokken o bölümde taşın altına elini koyup her türlü zorluğa omuz vermiş ve sonunda ÜAK’ın kriterlerine göre doçent olmuş birini, bu yaştan sonra üniversite arayışına sokmak, insan kalitemize olumsuz etkide bulunur. 
Bu yüzden ÜAK’ın belirlediği şartlara göre doçent olanların, ek şarta gerek kalmaksızın doçentlik kadrosuna atanması, mutsuz akademik personelimizi mutlu edecektir. Bu konuyu Sayın Cumhurbaşkanımıza tekrar iletmeye gerek kalmadan YÖK halledebilir.

YAZ OKULU VE İKİNCİ ÖĞRETİM ÜCRETLERİ
2021 Aralık ayından beri yaşanan ekonomik sıkıntılar, 2022 başından itibaren giderilmeye çalışıldı ve bu konuda olumlu gelişmeler kaydedilmeye başlandı. Maaşlar arttı, öğrenci burs ve kredileri arttı, fiyatlar arttı, ulaşım, ev kirası arttı… Hepsi arttı ama sadece yaz okulu ve ikinci öğretim ücretleri sabit kaldı. Normal gelişmelere göre  bunların da artması lazımdı ama seçim sath-ı mailine girdiğimizden bunun yapılması imkansız… Hani… Seçimden sonra aklınızda bulunsun diye yazıyorum. Kendim için bişi istiyorsam nâmerdim… Ben zaten seçimlerden 27 gün sonra emekli olacağım inşallah.

DOKTORALI İNSANLARIMIZ
Doktorasını bitirip de Dr. Öğr. Üyesi  kadrosuna atanabilecek çok insanın olduğunu tahmin ediyorum. Bir ara YÖK, doktorasını yapan ama üniversitelerde ilgili kadrolarda çalışmayanları tespit mi etmişti, edecek miydi, tam hatırlayamadım.  Benim bildiğim bu durumda olan gençler var. Ya işsiz dolaşıyorlar veya üniversitelerde Öğretim Görevlisi/Okutman/Uzman kadrosunda çalışıyorlar. Bu gençlerin sayısı tespit edilip ihtiyaç duyulan üniversitelerde görevlendirilmelerinin yapılması, hem bir kitleyi, hem de bazı üniversiteleri rahatlatacaktır. Doktora yapmakta olanlar da aynı kategoride değerlendirilmeli ve ihtiyaç duyulan yerlerde istihdam edilmelidirler.

ARAŞTIRMA VE ÖĞRETİM GÖREVLİLERİNİN BAŞVURUSUNDAKİ AKSAKLIK
Alınmak istenen Araştırma Görevlisi ve Öğretim Görevlisi başvurularında zamanı ayarlanmış “eksik evrak” kurnazlığı uygulamasına son vermek şart. 
Bir ilan veriliyor ve sınava girecekler listesi, sınavdan 1 gün önce açıklanıyor. Listede adını göremeyene de “eksik evrak” gerekçesi gösteriliyor. (Bu “eksik evrak” mağduriyetini yaşayanları ve asılsız-esassız “eksik evrak” gerekçelerini çok iyi biliyorum.) 
Adayları gerekçesiz bir şekilde elemek için istismar edilen “eksik evrak” uygulamasına son verilmeli ve evrakın eksik olduğu, adaya makul bir sürede bildirilip tamamlamasına fırsat verilmelidir.


YÖK ÜYELERİNİN VE REKTÖRLERİN GÖREV SÜRESİ
Sayın Başkanım,
3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 4. Maddesinde
“Bu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine ekli (I) sayılı cetvelde yer alanların görev süresi, atandıkları tarihte görevde bulunan Cumhurbaşkanının görev süresini geçemez. Cumhurbaşkanının görevi sona erdiğinde, bunların görevi de sona erer. Ancak bunlar, yerlerine atama yapılıncaya kadar görevlerine devam eder. Görev süreleri sona erenler, yeniden atanabilir. Bunlar, görev süreleri sona ermeden de Cumhurbaşkanınca görevden alınabilir.” Hükmü yer almakta ve söz konusu (I) sayılı cedvelde başka bürokratik ünvanlarla beraber YÖK üyeleri ve rektörler de yer almaktadırlar. Üniversite dışı konular bizi ilgilendirmez; ilgililer düşünsün.
Olmaz ya… Asla istemez ve temenni de etmeyiz ve bir olumsuzluk yaşanmaması için gayret ederiz ama bir terslik oldu ve 18 Haziran günü cumhurbaşkanı değişti. O zaman anında YÖK sistemi çökecek demektir. “Yerlerine atama yapılıncaya kadar görevlerine devam ederler” hükmü de bir işe yaramaz ve ucu anarşiye varacak bir kaos yaşanır. 
Hassasiyetine binanen bu konunun yol açacağı olumsuzlukların şimdiden giderilmesi şarttır.
Aziz Başkanım,
Ben unumu eledim, eleğimi asmaya yedi buçuk ay kaldı. Asla dama çıkınca merdiveni çekenlerden olmadım. Gittikten sonra da yazarım da, gitmeden bazı hususları size bi ileteyim istedim. Çünkü rektörlükten gelen bir Başkan olarak bizleri daha iyi anlayabileceğinizi ümid ediyorum.

Daha kısa yazmak isterdim ama o kadar vaktim yok.

Selam ve saygılarımla…