Mevlüt Uyanık


TÜRKİSTAN KÜLTÜR TERKİBİ: FİKRİ TOPOGRAFYA

III. Türk İslam Siyasi Düşüncesi Kongresi Değerlendirme Oturumu


Bu yıl üçüncüsü düzenlenen 18. Yüzyıldan Günümüze Türk İslam Siyasi Düşüncesi Kongresi (9-10 Ekim 2025, Aksaray) sunduğum bildiri merkezli bilgi vererek, “Türkistan Kültür Terkibi”nden ne kast edildiğini açımlayacağımı belirtmiştim. 

“Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırma projesi temellendirmek açısından bu terkibe dair bir açıklama “deneme”si takdim edeyim. Bunun “İç Asya’dan Türk olarak geldik, Anadolu-Ön Asya’da Türk olarak kaldık, Akdeniz Medeniyetini Türk olarak oluşturduk” önermesinin felsefî temellendirmesinin öncüllerini açıklamama yardımcı olacağını ümit ediyorum.  Çünkü “Türkistan Kültür Terkibi” ifadesinden kastım, yalnızca tarihî bir coğrafyayı değil, aynı zamanda bu coğrafyada şekillenen bilgi, inanç ve değer sistemlerinin oluşturduğu fikrî yapıyı ve bunu hayata geçiren siyasal birimleri de ifade eder.

Atayurt’tan getirdiğimiz, Anadolu’daki kadim medeniyetlerin birikimini,  günümüz Batı felsefesinin verileni birlikte okumamızı temellendirmede bu terkibi anlamak, olası risklerine dikkat ederek yeni açılımlar yapmak önemli.  Çünkü bu terkip, Orta/İç Asya Asya’nın sadece “Merkezi Avrasya”nın değil kadim dünyanın (Asya-Avrupa-Kuzey Afrika) ticaret ve kültür merkezi olduğunu ifade ettiği için ufkumuzu genişletir. Aynı zamanda Türk aklının Fars ve Arap Aklı ile eş güdümlü olarak hareket edip, Helenistik felsefenin verilerini değerlendirip etik-politik birimler (Gazneliler, Büyük Selçuklular –Kirman-Anadolu-Irak-Suriye Selçukluları, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti) kurmasına işaret eder. Bu da “Fikrî topografya” kavramsallaştırmasının oluştuğu teorik boyutunu ve hayata geçirilme süreçlerini, mekânlarını gösterir. Dolasıyla Türklerin ele geçirdikleri toprakları nasıl “yurt kıldıklarını” yani toprak/vatan-dil- kültür ile bağını ortaya koyması açısından önemlidir. 

 2015 yılında Aksaray, 2017 senesinde Kastamonu’da gerçekleşen, gelecek yıl da  nasip olursa Kırıkkale’de Hasan Yaylı hocamın koordinesinde düzenlenecek olan bu kongre serisini Türkistan-Türkiye kültürel sürekliliğinin  kamu yönetimi, siyaset bilimi ve uluslararası disiplinlerde görev yapan akademisyenlerin bakış açılarından istifade etmemiz açısından son derece önemsiyorum. Çünkü kadim dünyada, Avrasya coğrafyasında Gaznelililer ile birlikte başlayan, Selçuklular ile ivme kazanan, Osmanlılarla bir dünya gücüne dönüşen ve yaklaşık bin yıl süren Türk Hâkimiyetinin kamusal ve toplumsal boyutlarını güncellemeye vesile oluyor. 

Türkiye Cumhuriyetinin de bu sürekliliğinin nihai halkası olduğunu düşününce Türk Dünyasının Jeo-Politik ve Jeo-Kültürel Haritasını çıkarmaya yönelik bu etkinliklerin günümüzde yaşanan sorunlara çözüm önerileri üretmeye katkı sağlayacağına, “Türklük Bilincini” güçlendireceğine inanıyorum.  Değerlendirme oturumunda (10.10.2025) söylediğim hususlar bağlamında biraz da açayım müsaadenizle. 

  • Türk Dünyasının Jeo-Politik Ve Jeo-Kültürel Haritası İçin Klasik Metinleri Okumak 

Önümüzdeki yılki kongrede en azından bir oturumun kamu hayatının belirlenmesi etkin olan klasik metinlerin okunma yöntemine dair olmasında yarar var. Bu kaygıdan hareketle 2006 yılında Liberal Düşünce Topluluğundaki siyaset bilimi ve kamu yönetimi kongrelerinden tanıdığım Serhat B. Baytekin hocamın çıkarmaya başladığı Muhafazakar Düşünce Dergisinde John Passmore’nun “Tarih Yazımı ve Felsefesi” adlı metni çevirip yayımlamıştım. Kadim felsefî teorilere dair eserlerin birkaç farklı şekilde ele alınıp incelenmesine dair yöntemleri ana hatlarıyla anlatıyordu. (Yeniden basımı: Kur’anın Tarihsel ve Evrensel Okunuşu, Fecr yayınevi, 3. Basım, 2017, 393 vd)

  • Klasik Metinleri Okumak Yöntemi

Kongrede yöntem meselesini gündeme gelince, R.H.Aksungur’un önerisiyle doktora dersinde Bîrûnî’nin geliştirdiği yöntem üzerine dün (15.10.2025) oldukça yetkin bir müzakere gerçekleşti. Malum her dem yeniden okunduğu ve yeni bakış açıları geliştirmeye vesile olduğu için “klasik/muhalled/ölümsüz eser” adını alanların başında gelir. G. Sarton’dan hareketle söyleyecek olursak, “Antik Çağ Ve Avrupa Rönesans’ı Arası Döneminin En Büyük Bilim İnsanı Bîrûnî”dir.

Matematik, trigonometri, astronomi, fizik, jeoloji, psikoloji, mineraloji, farmakoloji ve mukayeseli dinler tarihi üzerinde çalışan Bîrûnî’nin (362/978-453/1061) Kitâb'üt-Tahkîk mâ li'l-Hindadlı eseri her dem okunan ölümsüz/klasik bir eser haline gelmiştir. W. M.Watt’dan hareketle söyleyecek olursak, “fikirlerle hadiselerin irtibatı”na güzel bir örnektir. Gazneli Sultan Mahmud İndus havzası, Ganj vadisi ve güneyde Hint Okyanusa kadar olan bölgeyi ele geçirmişti. (1002-1026) Bîrûnî İslâm âleminin önünde açılan bu yeni coğrafyaya büyük ilgi duymuş ve bu eser ortaya çıkmıştır. 

Bu metin Türk aklının ele geçirmeyi hedeflediği bölgelerin jeo-politik ve jeo-kültürel açıdan ön incelemesi olarak görülebilir. Çünkü Gazneli Mahmut Hindistan'a yönelince, orada Sankritce öğrenmiş, geleneksel Hint tarihi, Hint (astronomisi, astrolojisi gibi) bilimlerini ve örf ve adetlerini (Tanrı inancı, avatar öğretisi, kast sistemi, kastlarla özgü kurallar, kutsal yerler, ziyaret adabı, kurban ve kefaret törenleri, dinî i bayramlar, oruç günleri, evlilik ve ölümle ilgili uygulamalar) incelemiştir. 

Bunun yanı sıra matematik, astronomi, fizik ve çeşitli doğa bilimleri ile pozitif ilimler ile coğrafya üzerinde çalışmış, tıp ve deneysel fizikle de uğraşmıştır. Burada aynı zamanda yöntemini de görmek mümkündür; hakikat sevgisine, eleştirel düşünceye, keskin bir gözleme, dünya kültürlerine karşı şaşırtıcı bir açıklığa ve objektifliğe sahip olduğu görülmektedir. Gözlem, nesneyi zamanında ve yerinde değerlendirmeye dayanır, der ve çeşitli tanıklık biçimleri hakkında analizler yaparak yöntemini oluşturur. Adil ve doğru olmayı en temel özellik olarak görür. Bîrûnî, bir konuyu anlamadığında veya bir kısmını izah edebildiğinde bunu net bir şekilde söyler, özür diler ve bu meseleyi bir başka yerde açıklamayı vaat ederdi. Bilgisinin sınırlarının kesin çizgilerle çizerdi. 

Benzer durum Türklük bilinci sancağını Gaznelilerden devralan Selçukluların liderlerinden birisi olan Sultân Mehmed Tapar’ın devrinin maliye bürokratlarından İbnü’l-Belhî’den Pârs geleneği hakkında bilgiler istemesinde görülür. İbnü’l-Belhî’ dedesinin yanında Pers divanında yetişmiş önemli bir bürokrat âlimdir. Aslen Belh’li olup, terbiyesini Pars’a aldığını, vergi kanunları ve uygulamalarını Pars’da bellediğini söyler. Belhî, Beyânü’l-Edyân, (485/1092) ilk milel ve nihâl yani dinler ve mezhepler tarihine dair eser yazar. Dönemin Tek Tanrı inancını yasıtan şu ifadelerine lütfen dikkat buyurunuz: ‘Türkler Tanrı’ya Tengri derler. Bir Tengri yani Tek Tanrı (Yekî Hodâ) ve Kök Tengri yani Uluğ Tanrı (Hodây-i Asmân) derler. [Türklerin Tanrı’ya] Uluğ Bayat dediğini de işittim ki bütün büyüklerin en büyüğü [manâsına gelir].’ Bu dakik dimağın Kök-Tengri tercümesinde Yekî Hodâ ve Hodây-i Asmân tercümelerini ıskalamamak lazım gelir, asmân lafzı Farsça’da Gök manâsınadır; (Pârs-nâme, Takdim, Tercüme ve Notlar, R.H.Aksungur, (İstanbul: Post Yayınevi, 2023),7-14,20.67-70, 123, Ebû’l-Meâlî Nimetullâh Fakih Belhî, Beyânü’l-Edyân,137, Chrestomathie Persane I, ed. Ch. Schefer, Paris, 1883. Türkçe basım aşamasındaki metinden istifademe sunan RH Aksungur hocama teşekkür ederim) Bu İslâm öncesi ve sonrası geçişini göstermesi açısından son derece önemli bir tespittir

Bir klasik metin inceleme açısından Bîrûnî niye önemli derseniz, kronolojik esaslara göre olayların tarihini kontrol edip, haberin doğru olup olamayacağını tespit etmeyi öncelemesindendir. Bu açıdan onun kronoloji cetvelleri ve verdiği bilgiler oldukça önemlidir. Kaynak araştırmada son derece titiz ve başarılıdır. Haberlerini ya yazılı kaynaklar ya da şahitlere dayandırmaktadır. 

Yöntem olarak yazdığı bölümüne önce kısa bir giriş yapar, sonra dini inanç ve uygulamalara dair Sanskritçe eserlerden yapılmış uzun iktibaslar veya yazarın bizzat gözlemlediği edebiyat, tarih, coğrafya, hukuk konularına dair bilgiler verir. Üçüncü kısımda ise konunun daha iyi anlaşılması için İslam, Yunan veya İran düşüncesiyle benzerlikler üzerinde durur ve karşılaştırmalar yapar. Bazen de bölümün sonunda konuya dair düşüncelerini kısaca tekrar eder. Özetle her bölüm baştan sona iyi düşünülmüş bir planla yazılmıştır. Eser bir geometrik plan dâhilinde yazılmış, rast gele yazılmış bir cümle ne de gereksiz uzatılmış ifadeler yoktur. Geçmiş dönemlere ait rivayetleri olduğu gibi aktarmak yerine onları farklı kaynaklarda doğrulatmaya ve anlamaya çalmış, akıl ve doğa yasalara aykırı bulduklarını reddetmiştir. 

Pozitif ilimlerdeki vukufiyetinin yanı sıra beşeri/tinsel disiplinler açısından muhalif görüşleri reddetmek için tezyif maksadıyla yapılan tehlikelere dikkat çeker. İlahiyat açısından söyleyecek olursak, Bîrûnî aynı din içinde farklı mezheplere dair görüşleri incelerken aradaki yakın ilişki ve öğretilere aşinalığa dikkat edilmesini önerir. Çünkü bu anlamayı kolaylaştırır. Genel veya özel nitelikleri bakımından birbirine tamamen yabancı olan ayrıca aralarında fazla münasebet ve müşareket/ortaklık olmayan dinler ve düşünceler hakkındaki hatalar ve tahrifler ise ortaya çıkmaz hep gizli kalır. Elimizdeki makalat kitapları, mezhepler ve dinler hakkındaki yazılan eserler bu gibi tahriflerle doludur, şeklindeki tespiti bütün beşeri disiplinler için önemlidir. (Ebû Reyhân Muhammed b. Ahmed el-Bîrûnî  Kitâb'üt-Tahkîk mâ li'l-Hind: Bîrûnî’nin Gözüyle Hindistan. Çev. Kıvameddin Burslan. Yayına Hazırlayan. Ali İhsan Yitik. (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 3.Basım, 2023, Sunuş, XIII- XXII)

  • Türk Dünyasıyla Akademik ve Kültürel İrtibat İçin Master ve Doktora Tezleri

Kongrede oldukça aldığım sevindirici haberlerden birisi de kamu yönetimi ve siyaset bilimi alanlarında Türk dünyasından gelen gençlerin master ve doktora yaptıklarıydı. Özgür Önder hocamla çalışanlar bile bir oturum için yeterli, yani imkân olursa tez özetlerini, elde ettikleri verileri, ulaştıkları sonuçları sunabilirlerse, tezleri için daha verimli bilgiler elde edebilirler bizlerde istifade ederiz o sunumlardan. TİKA ve Yurt Dışı Türkler Topluluğundan destek isteyip birkaç kişi de olsa, yurt dışında olan akademisyenlerin birikiminden istifade edilebilir, Mehmet Akıncı hocam, Azerbaycanlı bir akademisyenden bahsetmişti, o ve benzeri âlimlerle tanışmak, bilişmek, müzakere etmek yeni açılımlara vesile olabilir.

  • “Anadolu Tevâif-i Mülûk”ü Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bağlamında Yeniden Düşünmek

 Değerlendirme toplantısında yeni kongrelerde Anadolu kültürel birikimini anlamak için Tevâif-i Mülûk (Mülk) olarak bilinen Beylikler dönemini incelemeye giriş için bir iki oturumu tahsis etmek faydalı olabilir. Türk aklının teori-pratik uyumunun yanı sıra ana siyasal yapı dağılma sürecine girince üretilen çözüm önerilerini  “tevâif-i mülk” bağlamında incelemek mümkündür. Bu fikrî topografyamızı yani düşünce-yurt özdeşliğini korumaktaki farklı çözüm önerilerini çoğulluk–mekânsallık ilişkisini göstermektedir. 

Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması sürecinin 1071 yılı itibarıyla artması beyliklerle olmuştur. Bizanslılar, Ermeniler, Gürcüler ile mücadelelerin yanı sıra Ön Asya’nın bayındırlık/imar faaliyetlerinin mimarları olduğu için kamusallaşma ve toplumsallaşma açısından önemi malum. Anadolu’nun İslâm dünyasına katılması ve Selçukluların ticarî politikalarıyla Karadeniz’in kuzeyindeki ülkelerin ticaret yolu açılmış, İpek yolu ticareti çok gelişmiştir. Anadolu’dan, Horasan’dan ve Irâk-ı Acem’den Kirman’a gelen kervanlar mallarını Kirman limanlarından Hindistan, Çin ve diğer yerlere götürüyordu.

Anadolu’ya geliş sürecimizde 536/1141 tarihinde Katvan’da Selçukluların Karahitaylılara, (Batı Liao Hanedanlığı) yenilmesiyle Türkistan coğrafyasında başlayan kaosların etkisi yoğundur. Bu savaş, Büyük Selçukluların yıkılışına zemin hazırladığı gibi bütün İslâm dünyasının siyasî, içtimaî ve iktisadî buhranlara sürüklenmesine de yol açmıştır. Böylece karşılarında rakip kalmayan Karahıtaylar, Ceyhun ırmağının sağ kıyısına kadar bütün Mâverâünnehir’i ele geçirdiler. 

Karahitayların galibiyetinde iki Türk devletinin yani Selçuklular ile Harezmşahlar Devleti’nin birbirine düşmesi önemli etkendir. Selçuklu Türkleri çeşitli coğrafyalar üzerinde farklı devletler (Kirman Selçukluları, Irak Selçukluları, Suriye Selçukluları, Anadolu Selçukluları) olarak var olmuşlardır. Çünkü Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşunun ardından toplanan kurultayda eski Türk hâkimiyet anlayışına uygun olarak o zamana kadar ele geçirilen topraklarla ileride ele geçirilmesi planlanan topraklar hânedan mensupları arasında bölüştürülmüştü. Bu bölüştürme sırasında Kirman bölgesi Çağrı Bey’in oğlu Kavurd’a verilmişti zaten. 

Suriye’yi ve yakın bölgelerde feth edeceği yerleri Sultan Melikşah 471 (1078) yılında kardeşi Tutuş’a Suriye’yi ve bu ülkeye yakın bölgelerde fethedeceği yerleri iktâ etmişti.  Irak Selçukluları’nın ilk hükümdarı Mahmûd b. Muhammed Tapar, İsfahan’da tahta çıkarıldığında (511/1118) on dört yaşındaydı ve iyi bir tahsil görmüştü. Arslan Yabgu’nun torunu Kutalmış’ın oğlu Süleyman Şah İznik’i başşehir yaparak Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurdu (1075-1080)

Bu bağlamda Danişment Beyliğinin bir şehri olan Çorum’dan gelen biri olarak Aksaray’da Nizameddin Yağıbasan’ın Somuncu baba türbesi haziresinde yatan Melik mahmut Gazi Han’ın kabrini ziyaret edince aklıma geldi. Malum onun Darphanesi vardı, yani para basmak devlet olmanın simgelerinden. Karaman-Aksaray bölgesinin kadim zamanlardan yani Orta Tunç çağından itibaren Asur Ticaret yolu olduğunu hatırlayınca, bölgedeki Danişmentliler beyliklerinin etkinliğini, yaptıkları camileri, kervansarayları, medrese/okulları yani hem siyasi hem de kültürel birikimlerini okumak şart. Artuklular, Saltuklular, Mengücekliler, denizcilik açısından Çaka Beyliğinin kamusallaşma ve toplumsallaşmadaki yerleri önemli. 

 Bunlar üzerinde yani Anadolu’da Tevâif-i Mülûk Devletleri Kösedağ Meydan Muharebesi (641/1243) sonrası Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğollara yenilmesiyle merkezi otoritesini kaybetmesi ile ortaya çıkan karmaşanın ortaya çıkardığı hasarı en az derecede atlatma çabaları olarak ayrıntılı incelemeler yapılmalıdır.  Dolayısıyla Katvan savaşı sonrası Türkistan coğrafyasında, Kösedağ savaşı yenilgisi sonrası Anadolu’da ortaya çıkan kaosu ve hasarları analiz etmek, günümüzde benzer durumlarla karşılaştığımızda alacağız önlemler ve düşülmemesi gereken tuzaklara dikkat etmek açısında önemlidir. 

Kamusallaşma ve toplumsallaşma açısından Türk aklının kurduğu ve birbirlerine düşerek yıkılmasını tetiklediği devletler ve sonrasında ortaya çıkan Beylikleri mahiyet-hüviyet (inniyet) ilişkisi bağlamında felsefî temellerini araştırmak önceliğimizdir. Bir deneme yazısının boyutlarını aşar bunu açıklamakBununla birlikte Çorum bazında bir örnek verecek olursak, Türk Ocağı ve Aydınlar Ocağı hangisinde etkinlik göstermek gerekir diye müzakere etmiştik arkadaşlarla. Çorum Aydınlar Ocağı’nın müstakil olmasının yapacağımız etkinlikler bağlamında kimsenin onayı almaya ihtiyaç duyulmaması tercihimizde etkili olmuştu. İstanbul Türk Ocağı etkinliklerine merkez Türk Ocağının müdahale etmesi ve Dr Cezmi Bayram hocamızı görevden almaya çalışması da bu tercihimizin tutarlı olduğu gösterdi. (https://medyascope.tv/2022/06/28/kilicdaroglu-imamoglu-ve-kaftancioglu-sempozyuma-katildigi-icin-gorevden-alinan-turk-ocaklari-istanbul-sube-baskani-medyascopea-konustu-gorusu-bize-benzemese-bile-dogruyu-gostermek-turk-o/ )

 Bölge İlhanlı hâkimiyetine giriyor, beylikler önce buraya bağlı, ardından müstakil site-devletlere dönüşüyor, bunlardan birisi de Osmanlı Beyliği, bilindiği üzere. Sürekli vurguladığım Kadı Burhâneddin Firaseti de bu karmaşa dönemindeki aklıselimi, bilge yöneticiliği (1381–1398) hatırlanmalı bu küresel güçler mücadelesinde.  Eratna beyliğinde vezir olan Kadı Burhâneddin, bir süre sonra kendi site devletini kuruyor. Ardından beyliğinin bağımsızlığını koruyabilmek için dönemin önemli güçleri yine Türk beylikleri olan OsmanlılarKaramanoğulları ve Akkoyunlular ile 18 yıl boyunca mücadele etmiştir. 

Tabii bu arada dönemin önemli gücü olan Memlûk Devleti ve Timurlular ile de mücadele etmiştir. Hatta Timur’un kendisinden çekindiği devrin önemli hükümdarlarından birisi olduğu söylenilir. Kaynaklar onu sağlam karakterli, yetenekli, âlim, âdil, zeki, ilim adamlarını himaye eden, aynı zamanda iyi bir asker ve cesur bir hükümdar olarak tanıtmaktadır. İçinde bulunduğu şartlar sebebiyle devletin askerî ve mülkî yetkilerini kendi elinde toplaması günümüz açısından ilginç bir örneklem olabilir. Seferlerden sonra ele geçirdiği yerlerde imar faaliyetlerine girişmiş, ekonomik hayatı canlandırmak için gerekli tedbirleri almıştı. Yollarda güvenliğin sağlanmasına büyük önem verir, yeni vergiler koymaktan çekinirdi. 

Bilge yönetici derken kastımız onun yöneticiliğinin yanı ıra edebiyat ve özellikle şiir ile yakından meşgul olması, özellikle gazel, tuyuğ ve rubailerden oluşan büyük bir Divan’ı olmasıdır. Türk edebiyatında aruz veznini Türkçeye uygulayıp divan şiirinin ortaya çıkması sürecine öncülük etmesi, Türkçe felsefe açısından ayrıca incelenmelidir

  • “Mısır Tevâif-i Mülûk”ü Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Bağlamında Yeniden Düşünmek: Doğu Akdeniz

Değerlendirme oturumunda Doğu Akdeniz ticaretinin kadim zamanlardan bu yana siyasal mücadelelerin odağında. Başkentleri Diyarbakır olan Karakoyunlu Devletini yenen Akkoyunlu Devletinin Tebriz’i öne çıkardığını, bunları yenen Osmanlı’nın ardından Safevî devleti ve Memlûk Devletiyle hep Doğu Akdeniz Ticaretinin egemenliği için olduğunu düşünüyorum. 16 yıldır gerilim içinde olduğumuz Mısır ile yakınlaşmamız, Lübnan, Gazze’de olanları düşününce Mısır’daki Tevâif-i Mülûk tasavvurunu güncellemek gerekir demiştim.  Nitekim 13 Ekim 2025 tarihinde Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde ABD Başkanı Donald Trump, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es Sisi, Katar Emiri Temim bin Hamad Al Sani ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “Niyet Belgesi” imzalanması Mısır ve Türkiye açısından güncel bir yansıma olarak okunabilir. 

Tarihsel bilgilerimizi hatırlayalım: Anadolu’da benzer durum burada da gerçekleşiyor. Abbasî Devleti'nin (750-1258) merkezi otoritesinin zayıflaması ile Abbasîler'e bağlı yöneticilerin (Emir'ül Umera) Mısır'da Tolunoğulları ve İhşitler (Akşitler)  kendi beyliklerini kurdular. Bunlar malum Türk devletleridir. Memlûk Devletinin de Kıpçak ağırlıklı Türkler ve Çerkezler tarafından yönetildiğini düşününce Doğu Akdeniz’deki ticari çatışmaları gidermek için belgedeki Türk etkisinin tarihsel temelleri de ortaya çıkmış olur. 

“Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırma “projesini, İç Asya’dan Türk olarak geldik, Ön Asya’da Türk olarak kaldık, Akdeniz Medeniyetini Türk olarak oluşturduk” önermesinin açılımı olarak okumamız bu bağlamda düşünülmelidir. Bu siyasi ve kültürel birikimi tevarüs eden Türkiye Cumhuriyeti’dir. Onsuz Akdeniz ve özellikle Doğu Akdeniz’de, Avrasya’da ekonomi politik istikrarın sağlanması mümkün değildir. Çünkü Türkler “başbuğ ırklardandır”.  Başbuğ ırklar, başka kavimlere şahlık eden milletlere denilir. Dünya tarihinde Romalılar, Türkler ve Moğollar bunlar arasındadır. (Rene Grousset, Stepler İmparatorluğu Attilâ, Cengiz Han, Timur · çev.: Halil İnalcık, yayına haz: Ertuğrul Tokdemir, Mustafa Dönmez, Ankara: TTK Yayını, 5. Basım, 2024, 10)

  • Türkistan Kültür Terkibi

Christopher I. Beckwith, Batı’nın Kavimler Göçü tasavvurunu anlamak” Orta Asya Kültür Terkibi” bağlamında yaşanılan değişimleri analiz etmekten geçer diyor. Aksungur kardeşin “Kültür terkibi bizi diğer kalabalıklar arasında eritme riski var” uyarısı önemli bu noktada. 

Türk boyları için söyleyecek olursak “Hüviyetler,  aynı mahiyetin ve inniyetin farklı zaman ve mekânlarda tezahür etmiş şekilleridir. Felsefî olarak geniş anlamıyla inniyye, “hüviyyet ve vücûd” yanında “zât, mahiyet ve cevher anlamına gelmesinden hareketle bunun müzakeresini başka bir yazıya bırakarak, genel açıklamalar yapalım: 

“ “Büyük Kavimler Göçü”” hemen hemen tüm Batı Avrupa’yı Orta Asya Kültür Terkibi dairesine soktu ki bu terkip ta Japonya ya kadar uzanıyordu. Hatırlanacağı üzere VI. yüzyılın ortalarında Fars ve Roma imparatorlukları birbirleriyle savaşıyordu ve hem Doğu Asya hem de Batı Avrupa feodal beyliklere bölünmüştüler. Doğu Bozkırlarında Orta Asya Kültür Terkibi miti dinamiklerini müteakip Türkler yani Gök-Türkler tabi oldukları Avarları devirdiler ve onların bakiyelerini ezip Avrasya'nın diplerine sürdüler. 

Bunu yaparken Avrasya'nın tüm çevre medeniyetlerini şehirleşmiş özü yani Orta Asya vasıtasıyla birleştirdi. Orta Asya sadece “Merkezi Avrasya”nın değil tüm Avrasya'nın ticaret ve kültür merkezi oldu. Gök Türkler ticaretteki ısrarları sebebiyle askeri güçlerini halkları ticarete sevk etmek için kullandılar ve Orta Asya'nın büyük bölümü üzerindeki hâkimiyetleri ile Orta Asya ekonomisi -İpek Yolu- hiç olmadığı kadar canlandı. Demografik olarak Roma ve Çin İmparatorluğu içine akan Germen ve Moğol göçlerinin önemi Orta Asyalıların devlet anlayışlarındaki restorasyonda görülmektedir: 

Orta Asya ve çevre topraklar arasında bir sınır kalmamıştı ve halklar etno-lengistik ve siyasi ayrım gözetmeksizin kırsaldan şehre ve şehirden kırsala özgürce hareket ediyorlardı. Ancak sonuçlar Doğu 'da ve Batı 'da farklıydı; bunun sebebi ise muhtemelen Batı Roma İmparatorluğu 'ndaki Romalı nüfusunun nispeten az olmasına karşılık Kuzey Çin 'de yaşayan yüksek oranlı Çin nüfusuydu. (İpek Yolu İmparatorlukları Bronz Çağı'ndan Günümüze Orta Asya Tarihi, (çeviren: Kürşat Yıldırım, Ankara: Odtü Yayıncılık, 2011, 81,96, 11-15, 128-130) 

Bendenizin  “Türkistan Kültür Terkibi” olarak nitelediği bu bakış açısını anlamak için Asya Hun (Hiung-nu) Devletinin Teoman (Çince: 頭曼單于 Touman; taht MÖ 220 - MÖ 209)  kuruluşu, oğlu Mete Han ile zirveye ulaşması (MÖ 209-174)  Kuzey ve Güney diye ikiye ayrılması, dağılması sonucunda Kuzey Hunlarının hareketliliklerine dikkat etmek gerek. Çünkü Türk göçleri Avrupa’da önemli toplumsal ve kamusal değişimlere yol açmış, Avrupa Hun Hakanı Attila’nın hem Kutsal Roma hem de Doğu Roma (Bizans) üzerine gitmesi, Avrupa’nın dengesini sarsmış, göç hareketlerinin tetiklenmesi vb. durumlar sonucu Roma Doğu ve Batı diye ikiye bölünmüştür. Hun akınlarına çok fazla dayanamayan Batı Roma M.S. 476’da, Doğu Roma ise 1453 yılında Osmanlı Devleti tarafından yıkılması Türklerin dünya tarihindeki yerini gösterir. 

Bilindiği üzere M.S. Il. yüzyıldan sonra Antik Çağ'ın büyük imparatorlukları yıkılmaya başladı. Gotlar, Slavlar, Vandallar, Franklar, Burgundlar, Angıllar, Saksonlar, Lombartlar Balkanlara, Orta Avrupa’ya, İngiltere ve Fransa diye bilinen bölgelere gittiler. Kuzey Avrasya halkları güneye doğru göç etmeye başladı.  Dünya tarihini ilk, orta, yeni çağ şeklinde tasnifini tutarlı bulanlar için ilk çağın sonu orta çağın başlangıcı bu kavimler göçü ile olduğunu söylerler. 

 “Büyük Kavimler Göçü” olarak bilinen bu geniş kapsamlı tarihi hadise çokça Germen topluluklarının eski Roma İmparatorluğu'nun batı kısmına akmasıyla neticelendi; haklarında az şey bilinen Chionit’ler, Eftalitler ve diğerleri ise Fars İmparatorluğu'nun Orta Asya 'daki topraklarına girdiler; esasen Moğol olan halklar ise Çin'in kuzeyine gitti. 

Bu hareketliliğin sebebini bilmek ve ortaya çıkarmak çok zor olsa da neticeleri Batı Avrupa ve nihayetinde bir bütün olarak Avrasya ve dünya medeniyeti için köklü değişimler meydana getirdi. Bu göçlerden en göze çarpanı Ball Bozkırlarındaki hâkimiyeti geleneksel bozkır usulleriyle Alanlardan ve Gotlardan devralan Balamir komutasındaki Hunlarınki idi. kendi hâkimiyetlerine girmeyenleri Avrupa'nın içlerine sürdüler. Kendilerine 17 kavmin (Venetler, Doğu denizi sahilinde Beltler, Fin-Ugor Merya, Mordvin Mescera ve İran, Germen vb) itaat ettiği büyük bir imparatorluk olan Ostrogotlar’ı da yendiler. Ostrogotlar ve Vizigotların mağlubiyetinden sonra Hunlar Doğu Roma ile mücadele ettiler. Attila ve Bleda Avrupa Hun Devleti İmparatorluk haline ile geldi. 

Avrupa tarihini anlamak için Attila Hun başkentinde görgü, bilgi ve tecrübelerini arttıran yabancı kavimlerin kralları, onun ölümünden sonra bağımsızlıklarını ilan ettikten sonra Orta Avrupa ile İtalya'yı aralarında paylaşarak yerleştiklerini unutmamak gerek. (Ali Ahmetbeyoğlu, “Avrupa Hunları”,  Doğu Avrupa Tarihi, edit: Osman Karatay -Serkan Acar, (İstanbul:Kitabevi, 3.Basım, 2016), 107, 181, Peter B.Golden, Türk Halkları Tarihine Giriş, çev.: Osman Karatay, (Çorum: KaraM Yayınları, 2. Basım 2006,133)

Sonuç: Türkistan Kültür Terkibi demek, İç Asya/Atayurt-Türkiye (Ön Asya, Anayurt)  irtibatının felsefî temellerini araştırmak ise bunun siyaset bilimi, kamu yönetimi ve uluslararası disiplinlerle eş güdümlü olarak incelemek gerekir. 

Düşünce tarihinin kronolojik (ahbari hükümler) incelenmesi bugüne söyleyebileceği sorusu bağlamında (inşai hükümler ) Türk Düşünce Tarihi dersine 4 harita ile giriyorum. İlki Türk kavimlerinin kadim dünyada göçlerini, ikincisi Hun Asya ve Avrupa’daki hareketliliklerini gösteren harita, üçüncüsü Büyük Selçuklu, dördüncüsü Osmanlı Devleti Haritası. İç Asya’dan Türk olarak geldik, Türk olarak kaldık, Akdeniz medeniyetini Türk kalarak oluşturduk” tespitini haritalardan gösteriyoruz. 

Türkistan Kültür Terkibinin (Asya-Avrupa ve Kuzey Afrika) etkilerinin Türk-İslam Siyasi Düşünce Kongrelerinde kamu yönetimi, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve ilahiyat disiplinleriyle incelenmesi son derece önemli. Çünkü  bize göre, “Türk Dünyasının Jeo-Politik ve Jeo-Kültürel Haritası”nı çıkarılmasıyla yaşanılan sorunlara çözüm önerileri üretmeye katkı böyle olur. 

 

Çorum;17.10.2025: 17.34