Yavuz Gezer


Ekşi her zaman ekşi değildir. Bazı ekşiler tatlıdır hıdır ekşi gibi

Yanlış yazdıklarını silen bir dostun varsa, yanından ayırma! En az yazdıkların kadar değerlidir.


Yanlış yazdıklarını silen bir dostun varsa, yanından ayırma! En az yazdıkların kadar değerlidir.

Beyoğlu 15. yüzyılda bile 100 bini bulan nüfusuyla dünyanın sayılı büyük semtlerinden biriydi. 19. yüzyılın ikinci yarısında Galata Kulesi çevresinden Galatasaray'a kadar uzanan sahada Rum Ermeni ve Yahudilerden meydana gelen yabancı uyruklular (bunda Duyun-u Umumiye'nin de etkisi yadsınamaz) çoğunluğu oluşturdular. Osmanlılarla ilişkilerini geliştiren devletler, Beyoğlu'nda arsalar edinerek binalar yaptırdılar. İşte bu binalardan bir tanesine konuk olduk... Muhtemelen 1879 yılı yapımı kagir ve Paris'teki örneklerinden yola çıkılarak yapılmış...

Galata'dan Karaköy'e doğru inen yol üzerinde tarihi bir yapı, oldukça eski ve yılların izini üzerinde taşıdığı ilk bakışta fark edilen... Sağında ve solunda dükkânlar olan büyükçe bir kapıdan içeriye girdiğinizde, soldan aşağıya inen bir ve karşınızda yukarıya çıkan oldukça geniş ve mermer ikinci bir merdiven sizi karşılıyor. Koridor büyük bir arabanın yürüyebileceği genişlikte. Tavandan sarkan farklı renklerde iki orijinal avize ile ışıklandırılmış, koridor duvarında antika bir ayna koridora derinlik kazandırmakta ...

Aynanın altında bordo renkli klasik bir üçlü oturma koltuğu ...Binanın giriş yüksekliği 5 metrenin üzerinde. Basamakları yavaş yavaş çıkıyoruz. Yaklaşık 20'şerden 40 basamaklı mermer merdiven katlar arası, 4’üncü katta çift kanatlı, yaklaşık 4 metrelik ahşap kapı karşılıyor (dıştan tel kafes korumalı) sizi.

İçeriye adımınızı attığınızda; holde küçük bir kuzine odun ateşiyle ısıtılan, nostaljik... Sofaya sıcaklık üflüyor, üzerinde, bir sonraki partide yakılmak üzere kurumaya bırakılmış odun kütükleri... Sağda iki oda, deniz manzaralı. Yatak ve oturma odası. Oturma odası aynı zamanda yemek odası olarak da kullanılmakta. Duvardan duvara geniş pencere ve muhteşem boğaz manzarası. Işık gölgeleri, yakamoz... Kuleli ve onun sağında Boğaziçi Köprüsü halatlarının kırmızı ışıltısıyla kusursuz bir gerdanda (boyun) sergilenen İnci gerdanlık...

İstiklal Savaşı'nda verdiği 88 şehitle İstiklal Madalyası alan birkaç eğitim kurumundan biri olan Şanlı yuva Kuleli... Işıl ışıl ve boğazın diğer süsü yalıların ışıltısı eşliğinde.

Sofra yaşanılınca anlatılabilecek evsafta... Mantarlı istiridye, portakallı enginar, portakallı kereviz, atom, 2 yıl dinlendirilmiş Ezine peynir, Ayvalık esintisi siyah zeytin ve zeytinyağı.

Mezeler itina ile yerleştirilmiş ve renkleri ile görsel bir şölen sunumunda. Ev sahibi eşliğinde evi geziyoruz. Yüzyılı aşkın el işi klasik mobilyalar ve yüzyılı aşkın, yekpare, usta işçilikli... Girişin sonunda mutfak, iki adet banyo ve iki adet yatak odası... Buradaki eşyalar da klasik tarzda ve el işi.

Makyaj masası, komodin ve gümüşlük dolap hepsi müzayede salonunda satışa sunulu antika eşyalar görünümünde. Yemek odası yemek masası üzerinde, tavana üzüm hevenkleri gibi asılı bezlere sarılı orcik demetleri (cevizli sucuk), sehpa üzerinde kavanozlar içerisinde Elazığ payamı (badem) ve geniş yuvarlak bir kap içinde, kendi bahçesinin ürünü olan Altınoluk yer fıstığı.

Duvarlar boyasız tavan da aynı şekilde. Tuğla ve kiremitlerin doğal renginde.

Hıdır Ekşi kardeşimin bizleri misafir ederken içten ve samimi davranışı, sohbetin Elazığ'daki arkadaşlığın kesintisiz devamı gibiydi. Bu nazik davete icabet eden, aynı takım arkadaşlığı ve bu futbol kulübüne Başkanlık yapan insanların bir arada, 365 gün 6 saatin hiç olmazsa 4-5 saatlik bir diliminde, ülke meseleleri ile hemhal olmadan, kendilerine ayıran insanların sohbeti olarak değerlendirmek gerektiği hususunda anlaştık. Siyaset yoktur masada çünkü insanlara gerçeği anlatabilmenin çok zor olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Mevcut pahalılığı dış güçlere bağlayan düşünce sahiplerine farklı bir şey söylemenin gereksiz olduğu inancı hakim hepimizde.

Masada güzel geçmişin anılarıyla tebessüm eden bir grup vardı. Tıpkı futbol sahasındaki gibi; ortayı yapan, onu dudaklarının kıvrımıyla yumuşatan ve bir diğer arkadaşına pas olarak aktaran güzel insanlar vardı... O güzel insanlar Zeytinyağı ile marine edilmiş siyah zeytin tabağına ekmeğini dokundurup ağzına götürdüğünde, bir tebessüm belirir yüzünde ve gözler bu tebessüme eşlik eder...  Nar ve mandalina ağırlıklı, portakal suyu ile çeşnilendirilmiş harika bir meyve kokteyli vardı, böyle bir tadı ancak o masada bulabilirdik. 

Pikaptan güzel bir melodi yayıldı ortama, beraberinde nefis bir koku…

Hıdır'ın oldukça büyük bir tavada yapmış olduğu tereyağlı karides. Böyle bir lezzet ancak yaşanılır, akabinde servis edilen Deniz levreği, kuzine üzerinde ızgara edilmiş…  Bu güzel lezzetlere güzel sohbetler eşlik etti. İnsanı insana insanla anlatma sanatı ustası ŞEKEROĞLU, dağarcığındaki nükteleri sıralayıverdi. Anlatmaktan ziyade görülmelerini isterdim bu nüktelere kahkahalarıyla eşlik eden arkadaşları. İsmail BAYSAL, Burhanettin ÖZDOĞAN, Vedat KEKE, Hıdır EKŞİ, Necati ERDEM, Hakan ESEN ve daha sonra masamızı şereflendiren Mehmet EKŞİ abimiz.

Dilden dökülen nükteler, bardaktan dem bulup tekrar damakta harmanlanıp söze dönüştüğünde, kahkaha ve mutluluk hakimdi masada. Kalkmaya yakın "Cimşit hamamın müşterisinin görevliye çalınan eşyalarının izahını yapmak için, çalınmayan tek eşyası, kemeri beline takarak çıplak bir şekilde "Dinen, Allah'an söle ben buraya bele mi geldim?" demesi grup için bir yolluk olmuştu.