M. Yavuz Elbirler


Kıbrıs

Kıbrıs


Geçmişden adam hisse mi alırmış, ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
Tarihi tekerrür diye târif ediyorlar,
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi.
M.Akif ERSOY
Yıl 1907 Osmanlı, 1683 ikinci Viyana Kuşatmasından itibaren toprak kaybetmesine, 1852’de batının kendisine koyduğu “Hasta adam” teşhisine rağmen, üç kıtada sınırları bulunan bir devlettir.
Şarkî Rumeli, Arnavutluk, Yugoslavya”nın Makedonya Cumhuriyeti, Selanik, Manastır, Kosova, Batı-Doğu Trakya, on iki ada, Suriye, Irak, Lübnan, Ürdün, Hicaz, Yemen, Trablusgarb BİZİM’di…
İşte o 1907 yılında, Selânik’de Erkân-ı Harp Kolağası Mustafa Kemal ile Erkân-ı Harp Kolağası Ali Fuad (CEBESOY) hafta sonları buluşurlar ve konuşurlar. Bu konuşmalardan birini Ali Fuad Paşadan dinleyelim.
“…Önceden hazırladığını dinlediğini haritayı beraberinde getirmişti. Bu, Hasta Adam Osmanlı’nın taksimini beklemeden, bizim, kan dökülmesini ve mukadder mağlubiyetleri beklemeden, şeklen sınırlarımız içinde olmasına rağmen asla ve hiçbir zaman bizim olmamış toprakları terk etmeden sonra temeli Türk olan bir devletin hudutlarını gösteriyordu.
Yemeni, Hicazı, Filistin”i, daha sonra 1911’de beraberce giderek müdafaa ettiğimiz Trablusgarb’ı asıl halkına bırakıyorduk. Bugünkü Suriye’de olan Haleb Irak’da olan Musul bizimdi. Makedonya, on iki ada, zaten o günlerde elimizde idi. Mısır gibi, hakimiyeti nazarileşmiş yerleri halkına bırakıyor, ama 1878’de İngilizlere emanet ettiğimiz KIBRIS’ı alıyorduk….”(1)
Adını, Kına Çiçeğinden veya Kiniros’un kızının isminden, yahut aşk ilâhesi Kipris’den alan, KIBRIS.
Jeolojik devirlerde Anadolu’nun bir parçası iken, Pleistosen devrinde, Anadolu’dan ayrılan, Anamur’a 70 km, Yunanistan’a 800 km mesafede olan KIBRIS,
M.Ö. 15.yy.”dan itibaren Hitit, Mısır, Yunan siteleri, Persler, Fenikeliler, Asurlular, Büyük İskender Halefleri, Roma, İngilizler, Memlûkler, Venedikliler ve 1571 den itibaren Osmanlı Hakimiyetine giren KIBRIS,
Arap Ahmet Paşa Camii, Sarayönü Camii, Mevlevi Tekkesi, Selimiye Camii, Sultan Mahmut Kütüphanesi, Aziz Efendi Tekkesi, Büyük Han, Kumarcılar Hanı, Haydar Paşa Camii, Yeni Camii, Araplar Camii, Ömeriye Camii, Bayraktar Camii, Lâleli çeşmesi, Kuru Çeşme, Zahra ve Kanlı Mescit Çeşmeleri, Ziya Paşa Camii, Piri Paşa Camii, Lala Mustafa Paşa Camii, Buğday Camii, Yirmi sekiz Mehmet Çelebi Mezarı, Kutup Osman Efendi Tekkesi, Hazreti Ömer Türbesi, Ebubekir Su Kemerleri, İlk İslam seferine katılan komutanlardan Übeyde’nin karısı Ümmül Haram’ın Şehadeti üzerine yapılan türbesi, ile adına Türk Valisi Seyit Emin Efendi tarafından yapılan Hala Sultan Camii ve toprağında yatan binlerce şüheda ile Müslüman ve Türk KIBRIS.
1907 yılında sömürgeler Bakanlığı Müsteşarı Winston Churchill’in Kıbrıs’ı ziyaretinde, Kavaninin meclisi üyelerinin yayınladığı bildiride: “…. Biz, büyük İngiliz milletinden bu haklı dileğimizin mümkün olduğu kadar süratle kabul edileceğine ve Yunan adalarında olduğu gibi, hürriyet severlik geleneklerinin tarihlerine ölmez bir sayfa daha yazmasını ve bu suretle yalnız Kıbrıs’taki Yunanlıların (!) değil fakat bütün dünyadaki Yunanlıların ebedi minnettarlıklarını kazanmalarını ve böylece ada’nın ait olduğu sahibine; verilmesini isteriz “ şeklindeki beyan ve taleplerine karşılık Winston Churchill’in “…fakat bu cemaatın Yunanistan’ın bir parçası olduğu neye dayanır? Ada ile Yunanistan arasında ne tarihi ne de coğrafi bir bağlılık vardır. Ada’nın tarihi devirlerinde Mısır, İran, Asur, Roma, Venedik, Ceneviz ve Osmanlı devletlerine bağlı olduğunu görüyoruz. Hiçbir zaman Yunanistan”a bağlı olduğunu tarih kaydetmiyor Kıbrıs en geniş bir hayal ile bile coğrafi bakımdan Yunanistan’ın bir parçasını teşkil edemez.” (2) dediği KIBRIS,
1930’lardan itibaren Yunanistan”ın Kıbrıs’ı ilhak amacıyla başlattıkları çalışmaların 1945”de Makarios’un Başpiskopos yapılmasıyla ivme kazanması, 1951 de Grivas’ın EOKA Terör Örgütünü kurması, Nisan 1955’ten itibaren EOKA’nın İngiliz ve Türklere yönelik dört yıl süren terör eylemleri sonucu çok sayıda İngiliz ve Türkün katledilmesi, Makarios’un Seychell adalarına sürülmesi, 1959 da Londra ve Zürich Andlaşmalarının imzalanmasını müteakip 16/08/1960”da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilânı, Yunanistan’ın Akritas Planı (Türkü imha planı)’nın bu tarihte yürürlüğe girmesi, 1963, 1964,1967,1970 yıllarında 1210 Türk’ün katledilmesi, 800 Türk’ün kaybolması, 27.000 Türk’ün göç etmesi, Küçükkaymaklı, Ayvasıl, Boğaziçi, Geçitkale katliamları ile henüz yaşına girmemiş bebeklerle, 70’ini aşmış kadın erkek Türklerin toplu mezarlara gömülmesi, 1970’de EOKA’nın tamamlayamadığı, Türk soykırımını gerçekleştirmek üzere EOKA-B terör örgütünün kurulması ve 15 Temmuz 1974”de Yunan subaylarının önderliğinde gerçekleşen darbe, bu darbede öldürülen 3-4 bin Rum ile, ada da hem Rum hem Türk soykırımını önlemek için yapılan Kıbrıs Barış Harekatı ve harekattan bu güne kimsenin kimseyi ENOSİS veya Akritas planı çerçevesinde öldürmediği huzur için de KIBRIS.
VE…. bugün! AB üyeliği için ANNAN Planı çerçevesinde çözülmek istenen KIBRIS.
Neden önemli bu kadar Kıbrıs?
Çünkü Kıbrıs, işgal ettiği coğrafi mevkiî itibari ile dünya ticaret yollarını olduğu kadar, Ortadoğu petrol sahasını, Türkiye ve ön Asya’nın ikmal yollarını kontrol edecek konumda olan bir üs’tür. Bakınız Kıbrıs’ın jeostratejik ve jeopolitik önemini Mustafa Kemal Atatürk nasıl dile getiriyor.
“Antalya bölgesinde yapılan askeri bir tatbikat vesilesiyle, Atatürk, tatbikatı planlayan kurmay subaylara,
-Türkiye’nin yeniden işgal edildiğini ve Türk kuvvetlerinin sadece bu bölgede mukavemet ettiğini farz edelim, ikmal yollarımız ve imkanlarımız nelerdir?
Kurmay subayların görüşlerini ve düşüncelerini büyük bir dikkat ve sabırla dinleyen ölümsüz Atatürk sonunda elini haritaya uzatır ve Kıbrıs’ı işaret ederek:
-Efendiler! Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için önemlidir” der.
Bugün kendilerinin her türlü Milli değerin üzerinde gören ve tek doğruları maddi çıkarları olan ver-kurtulcuların bütün yaygaralarına rağmen bu ülkenin milleti ATA’sının ve KIBRIS’ın efsanevi lideri Rauf DENKTAŞ Bey’in İZİNDEDİR ve oturup düşünülmelidir. Yunanlı, Kıbrıs Yunanlıdır, Rum Yunanlıyım derken daha 1974 de Kıbrıs’ta kanımızı dökmüş iken bizden birileri nasıl oluyor da bunca gerçeği görmeden onlardan fazla onlarcı olabiliyorlar?
Olabiliyorlar, çünkü:
Lord CURZON’un Sevr Anlaşması öncesi İngiliz Hükümetine verdiği memorandum da “Türkleri Avrupa’dan ve İstanbul’dan sürmek için Avrupa’nın 500 yıldır beklediği fırsat doğmuştur, bu fırsat asla kaçırılmamalıdır” diye yazdığını,
1821 Mora ayaklanmasında 60 bin Türk katledilirken “Mora’da ve dünyada Türk kalmayıncaya kadar ölüm” sloganının bugün “ölüm” yerine savaş sözcüğü koyarak, ilkokul öğrencilerine yemin metni olarak okutulduğunu,
Büyük Britanya Başbakanı Gladstone’nin 1876’da; “Türklerin, dünya yüzünden kötülüklerini kaldırmanın tek yolu vardır, o da kendi vücutlarını dünya yüzünden kaldırmaktır” (3)
Yine batılıların “Türklerin bulunduğu yerlerin kendilerine ait olmadığı, bu topraklarda, İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların, Almanların ve Yunanlıların, Ermenilerin, Gürcülerin, Kürtlerin, Arapların hakları olduğu, Türklerin buralardan sürülmelerinin, yok edilmelerinin gerektiği” (4) öne sürdüklerini,
19.Yüzyılda Düveli Muazzama Devletlerinin “Türklerin Avrupalılara göre ikinci sınıf insan sayılması gerektiği, Türklerin medeni kabiliyet ve istidattan mahrum olduğu, kabiliyetsiz, anlayışsız, uyumsuz ve tehlikeli olduklarını, hiçbir medeni eserlerini bulunmadığını, kendilerini düzenleyecek ve yenileyecek kapasitelerinin olmadığını, siyasi karışıklıklarla Avrupa’nın huzurunu kaçırdıklarını, dolayısıyla Avrupa’dan ve Anadolu’dan kovulmalarının ve hatta yer yüzünden kaldırılmalarının gerektiğini” öne sürdüklerini bilmiyorlar veya bu düşüncelerinden vazgeçtiklerini mi düşünüyorlar acaba?
O halde, andığımız ama anlayamadığımız Ulu Önder Atatürk’ün şu sözlerini bir daha okuyup düşünelim:
Atatürk Diyor ki:
“Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün ef’al ve harekatımızla gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikarıdır.
Mevcudiyeti milliyemize düşman olanlarla dost olmayalım, böylelerine karşı bir Türk şairinin dediği gibi,
“TÜRKÜM VE DÜŞMANIM SANA, KALSAM DA BİR KİŞİ” diyelim.
Düşmanlarımıza bu hakikati ifade ettiğimiz gün, kanaatimize, mefkûremize, istikbalimize yan bakan her ferdi düşman telakki ettiğimiz gün, milli benliğe uzanacak her eli şiddetle kırdığımız, milletin önüne dikilecek her haili derhal devirdiğimiz gün, halası hakikiyeye vasıl olacağız” (5)
“Hürriyet ve İstiklal benim karakterimdir, Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mevrusatından olan aşk-ı İstiklal ile meftur bir adamım, çocukluğumdan bugüne kadar aîlevi, hususî ve resmî hayatımın her safhasına yakından vakıf olanlarca bu aşkım malumdur. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve baka bulabilmesi mutlak o milletin hürriyet ve istiklaline sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım evsafa çok ehemmiyet veririm ve bu evsafın kendinde mevcudiyetini iddia edebilmek için milletiminde aynı evsaf ile muttasıf olmasını şart ve esas bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli istiklal bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menafii icabettirdiği taktirde beşeriyeti teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet müktezasından olan dostluk ve siyaset münesebatını büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan sarfınazar edinceye kadar biaman düşmanıyım” (6)
İzmir’in girişinde bir şehitlik vardır, 9 Eylül 1922 günü İzmir’e giren Türk Subaylarının 22’si burada Yunanlılarca açılan ateş sonucu şehit düşmüşlerdir, Kitabelerinde şöyle yazar: “VATAN VE NAMUS “