Namık Açıkgöz


AH ÇALIK AH!...

Mustafa Çalık’ın adını 1976-1977’de duymuştum. Duyuşuma göre Siyasal’daki arkadaşlarımızdandı… Hem de o dönemde…


Mustafa Çalık’ın adını 1976-1977’de duymuştum. Duyuşuma göre Siyasal’daki arkadaşlarımızdandı… Hem de o dönemde… Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin sol fraksiyonların kalesi olduğu dönemde orada ülkücülük yapanlardandı ve kalemi çok güçlü idi. Sanırım Genç Arkadaş veya Hasret dergilerinde görmüştüm adını. 1978 yılında Divan dergisini çıkarmaya başladık ve 4. sayıda Toplum ve Siyaset başlıklı bir yazısını okudum. Derneklerde yöneticilik yapardı ve gene adını oradan duyardım. 1980’den sonra adını Devlet Planlama Teşkilatı’nda duydum. Yurt dışı tecrübesi de edinmişti. Mülkî idarecilik sınavını kazandığı halde gitmemişti ve 1989 yılında, Ankara’daki arkadaşlar, Çalık’ın iddialı bir dergi çıkaracağını söylediler ve derginin mahiyetini anlattılar. Sonra ilk sayı geldi. Harika ve dopdolu bir dergi idi. Bir mektup yazdım. Aransa o mektup bulunabilir. Sonra birkaç yazı gönderdim dergiye. Yayınlandı. Ankara’ya bir uğradığımda “O yıllarda Elazığ’da Fırat Üniversitesi’nde çalışıyordum.) zorla telif ücreti verdi. “Bizde dergi çıkarana yardım edilir azizim.” dedimse de telif ücretini almak zorunda kaldım ama o telif ücretlerine hiç dokunmadım. Çünkü dergiyi bir Anonim Ortaklık şeklinde çıkarmak istediğini ve yazarlara A kategorisinden hisse senedi satacağını duymuştum. Zamanla konu gündeme geldi ve ben o telif ücretlerini ve eklediğim miktarla 3 hisse senedi almıştım. Tabii ki amacım asla kâr falan olmadı; hep dergiyi yaşatmaya destek olmayı düşündüm.

Derginin önce Elazığ, Mayıs 1994’ten itibaren de Muğla temsilcisi oldum.

Ankara’ya her gidişte mutlaka dergiye de uğrardım. Özellikle Cumartesi öğleden sonra, Ankara’nın okur-yazar milliyetçi-ülkücüleri dergide olurdu. Çalık harika kuru fasulye yapar ve misafirlerin önce karınlarını, sonra da beyinlerini doyururdu.

Güzr sesini destekleyen mimikleriyle, anlattıklarını yürekten söylediğini hissederdiniz. Gıll u gışsız tavırları ve konuşmaları vardı. Hasbî, konuşurdu; hesabî değil. Şayet hesabî olsaydı rahmetli Turgut Özal dâhil her siyasetçi ile yakından ilişki kurar ve çıkar sağlardı. Bunu yapmadı. Özal ile ilişkisi oldu ama çıkar sağlamak için değil, Türkiye’ye yeni bir nefes olmak için ilişki kurdu. 1993 yazında Özal rahmetli Cumhurbaşkanlığından ayrılıp yeni bir parti kuracaktı ve Çalık ile bizler de çıkacak olan gazetede yazarak yeni Türkiye’nin oluşumuna katkıda bulunacaktık. Olmadı… Özal 17 Nisan 1993 günü ebediyete yürüdü.

Çalık birkaç defa siyasete girdi ama bir türlü kumaşı uyuşmadı siyasetle. Hem siyasetin göbeğinde idi hem de siyasetle doku uyuşmazlığı yaşıyordu. Çünkü Çalık, siyasetin zabt u rabt altına alabileceği bir tip değildi. Cerbezeli, atak, cesur ve bilgiliydi. Donanımı karşısında sıradan sözde aydınların ve siyasetçilerin tutunması mümkün değildi.

***

Her ne kadar bütün işi siyaset olsa da aynı zamanda bilinçli bir kültür adamıydı. Okuma konusunda hiç sıkıntısı olmamıştı ve herkesi okumuştu. 

Bağlama çalar, türkü söylerdi…

“Şu dağlarda kar olsaydım olsaydım”

türküsünü geniş bir gırtlakla ve ses tellerine iyice abanarak söylemesi çok harika idi. Bağlamayı kucağına alır ve “Amelde mezhebim Hanefî, itikatta mezhebim Matüridî, mûsikîde meşrebim Bektaşî” diyerek gezdirirdi tezeneyi tellerde. O orta boyuyla türkü söylerken, “Bu cüsseden bu ses nasıl çıkıyor?” diye şaşardınız. 

Son dönem tarihine çok meraklıydı ve özellikle İkinci Meşrutiyet ve İttihad ve Terakkî Fırkası konusunda geniş okuma ve araştırmaları vardı. Cumhuriyet dönemi boyunca hep olumsuzlanan Enver Paşa ile ilgili görüşlerini ısrarla ve alenî bir şekilde ifade etmekten hiç çekinmezdi. Tabiri caizse, 21. yüzyılın başında bir Enver Paşa romantizmi doğurmuştu.

Türkçe konusunda çok hassastı. Medeniyet dili olan Türkçe ile konuşmayı ve yazmayı severdi. Selaset ve talâkati mükemmeldi. 

***

12 Eylül darbesinden sonra çıkan ülkücü neşriyatta hep imzası vardı ama söyleyeceklerini oralarda söyleyemeyince, bir grup arkadaşıyla beraber 1989’da Türkiye Günlüğü’nü çıkarmaya başladı. Bir yandan da etrafındaki okur-yazar insanlarla “Cedit Grubu”nu kurdu. Cedit Grubu olarak Ocak 1993’te Gazi Üniversitesinde bir panel düzenledi ve panelde Özal konuştu. O, 1980’de tıkanan milliyetçi-ülkücülüğe yeni açılımlar getirmek ve nefesler aldırmak istiyordu. Bu görüşlerini Özal’a açmıştı ve sanırım pek çok konuda anlaşmışlardı. Ama yukarıda da dediğim gibi, Özal 17 Nisan 1993 günü rahmetli olunca siyasette yeni açılımlar projesi yürümedi.

***

Yukarıda Türkiye Günlüğü’ndeki Cumartesi sohbetlerinden söz etmiştim. Ben uzaktan tanıyıp takip ettiğim İlber Ortaylı hoca ile Türkiye Günlüğü’nde tanıştım ve pek çok sohbetimiz oldu. Çalık, yeni vizyonu ile milliyetçi-ülkücü görüleri zenginleştirmek isterken, düşünen herkesten istifade etmek istiyordu. Bu yüzden dergi bir pota gibi gelen görüşlerin eritilip yeniden harmanlandığı bir merkez olmuştu. Yeni kuşak akademisyenlerin çoğu iddialı yazılarının ilkini Türkiye Günlüğü’nde neşretmişlerdir. 3 ayda bir yayınlanan ve her sayıda ağırlıklı dosyalar bulunan dergi, 155 sayıdır yani 35 yıldır çıkıyor. Bu kadar dolu mündericatla ve bu kadar uzun süre çıkan birkaç dergiden biridir muhtemelen Türkiye Günlüğü. Aynı zamanda günlük ideolojik ve siyasî konulara saplanıp kalmadan ülkücü zihniyete kalite katan bir dergidir de. Dergide propaganda dili değil, bilimsel çıkarımlar ele alınmıştır. İsmail Gaspıralı, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Mehmet Akif’in kendi dönemlerinde attıkları işaret fişeklerini yüz yıl sonra 20. yüzyılın sonunda ve 21. yüzyılın başında parlatan bir insandı Çalık.

***

Ebedî âleme irtihalini 6 Aralık günü öğleyin duydum. O gün İttihat-Terakki’nin başbakanı (sadrazam) Sait Halim Paşa’nın 1921’de Roma’da Ermeni terörist Arşavir Şıracıyan tarafından katledilerek şehit edildiğini paylaşmıştım sosyal medyada. Öğleyin son ittihadçının vefat haberini aldım ve yıkıldım. (Kendisine “son ittihadçı” denmesini pek istemezdi ama o ittihadçı komitacıların elinde kalem olanlarındandı ve kalemini ve dilini bir komitacı gibi kullandı. Doğru da yaptı.)

Kınından sıyrılmış kılıç gibi, namluya sürülmüş mermi gibi olan Mustafa Çalık artık aramızda yok. Bana kalsa Enver Paşa’nın yanında defnedilmesini isterdim ama o Çalık köyünde anasının ayak ucuna defnini istemiş.

Ruhun şâd mekânın cennet olsun aziz arkadaşım!... Nevzat Kösoğlu ağabey seni “Hüma kuşu yükseklerden seslenir” türküsüyle karşılasın.