Birçok târihçinin ?Doğunun kraliçesi?; Safâyî?nin, ??arûs-ı bilâd-ı ?Arab/Arapşehirlerinin gelini? olarak târif ettiği Haleb, Arapça?da sağılmış süt mânâsına gelir. Eski adı, ?Halebü?ş-şehbâ? ya da sâdece ?Şehbâ?dır. Akça Haleb mânâsına gelen Halebüşşehbâ?nın, Haleb yapılarında kullanılan sarımsı beyaz ?kayşani? taşından geldiği rivâyet edilir. Başka bir rivâyet ise şöyle: Hz. İbrahim Haleb?e göç etmiş. Burada yaşarken koyunlarını sağıp fakir insanlara sadaka olarak dağıtırmış. Bundan dolayı bu yerin ismi Arapça?da süt manasına gelen Haleb olarak kalmış. Yine bir rivâyette, Hz. İbrahim?in beyaz bir ineği sağıp sütünü fakirlere dağıttığı; süt dağıtılacağı zaman Hz. İbrahim?in tâbileri ?halebü?ş-şehba? diye fakirleri dâvet ettikleri için bu ismin, bu yere verildiği anlatılmaktadır. Kuvvetli bir rivâyet ise şehbâ tâbirinin, Haleb şehrinin kurulduğu beyaz toprakla ilgili olduğudur.
  
KERVAN ŞEHRİ HALEB
Şeyhülislâm Yahyâ?nın, ?Giderken şarka teşrîf eyledün şâhum Haleb şehrin? dediği Haleb, âdeta, dört yol ağzına kurulmuş han gibidir. Anadolu?dan Mezopotamya?ya ve Akdeniz?den İran?a giden ana yolların kavşak noktasındadır. Bu konumu sebebiyle Haleb, hem kervanların hem orduların uğrak yeri oldu. Bir yandan ticâretle zenginleşirken diğer yandan orduların tahribatına ve yağmalarına mârûz kaldı.
Târihi, M. Ö. 20. asra kadar giden Haleb, 637?de Müslümanların eline geçti. Sırasıyla Emevîler, Abbâsîler, Tolunoğulları, Hamdanîler, İhşidler, Fâtımîler ve Selçukçuklular, Artuklular ve Atabeg Zengi?nin hâkimiyetine girdi. 1183?de Eyyubîlerin eline geçince o güne kadarki en huzurlu dönemini yaşadı; ticâret hayatı canlandı. Daha sonraki Memlûkler döneminde, Moğol yıkımı, vebâ salgını, açlık, kıtlık, deprem gibi felâketler yaşamasına rağmen, Cenevizliler ve Venediklilerin ticârî faaliyetleri sâyesinde kalkındı.
OSMANLI DÖNEMİ
Yavuz Selim Han, Çaldıran zaferi sonrasında, büyük kısmı sünnî olan Anadolu beyliklerinin desteği ile yönünü güneye çevirdi. Memlûkleri, 1516?da Mercidabık?da yenince, Şam ve Haleb şehirlerini savaşmaksızın teslim aldı. 402 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalan Haleb, özellikle XVI, XVII ve XVIII. asırlarda, en parlak dönemini yaşadı. Doğunun belli başlı ithalat ve ihracat merkezi oldu. On yedinci asırda birçok Avrupalı tüccar, Haleb?e yerleşti; ecnebî konsolosluklar açıldı ve nüfusu 20 bin civârında bir Hıristiyan kolonisi teşekkül etti.
Büyük kısmı surlarla çevrili olan Haleb?in dokuz kapısı vardı. Surların dışında birkaç mahallesi; içinde ise bir iç kalesi bulunmaktaydı. Evleri kâgir olup süsten uzaktı. Osmanlı, pek çok ticârî mekân, câmi, medrese, çarşı, okul, dârüşşifâ, kışla, köprü, hamam, kütüphane yaparak Haleb?i şenlendirdi. Halkının büyük çoğunluğu Müslümandı. Haleb?deki ticârî faaliyetler, XIX. yüzyılın ortalarına doğru bir hayli azaldı.
19. asırda başlayan milliyetçilik akımından etkilenmeyen Haleb, 1. Dünya Savaşı öncesi, İstanbul ve Kâhire?den sonra 3. büyük şehirdi. 1918?de önce Arapların sonra İngilizlerin işgâline uğradı. Fransızlar, Suriye Krallığı kurulmuş olmasına rağmen Mart 1920?de, Haleb ve Şam?a girdiler. Eylül 1920?de Haleb?i özerk bölge îlân edip yönetimi Araplara bıraktılar. Daha sonra bu bölgede, Şam, Alevî ve Dürzî özerk bölgeleri birleştirildi; merkezi Halep olan federal bir devlet kuruldu. 1924?de bu devletin adı Suriye; merkezi de Şam oldu. Suriye?nin bağımsızlığı, Birleşmiş Milletler tarafından 1945?de tanındı.
EVLİYA ÇELEBİ?NİN DİLİNDEN HALEB
Fırat ve Âsi nehirleri arasındaki geniş ova üzerinde kurulan Haleb için Evliyâ Çelebi şöyle diyor:
?Bu fakir, kırk bir yıldır, on sekiz pâdişâhlık yere kadem basdım. Bu Haleb?in âb (u) hevâsının letâfetin bu lâciverd kubbe altında görmedim.?
Evliya Çelebi, sâdece Sultânî çarşıda 5700 dükkân olduğunu kaydeder. Haleb çarşılarında, can suyundan başka her şey vardı. Dükkânlar kayşanî denilen beyazımsı taştan yapılmıştı. Haleb?de, irili ufaklı 176 tekke ve dergâh, şehrin dışında bazı namazgâhlar ile birçok türbe ve makam da bulunmaktaydı. Başta Hünkâr Bahçesi olmak üzere 7000 kadar bağ, bahçe, bostan ve gülistan vardı. Sâcûr Nehri?nin suladığı bu bağ ve bahçelerde, mersin yemişi, dilber yanağı şeftalisi, elma ve Şam fıstığı gibi çeşitli meyveler yetişirdi. Şâir Vücûdî, bu meyvelerden;
Bulınur tâze tâze mîveleri
Nitekim dilberinde şiveleri
diye bahseder.
Mu?îdî ise Haleb?de yaz-kış bu meyvelerin bulunduğunu, bahçelerinin ise kış nedir bilmediğine dikkat çeker:
Mîvesi yaz eger kış eksilmez
Gülşeni yâd-ı dey nedür bilmez
Halebli Edîb, bahçelerin cennet bahçelerini bile gıpta ettirecek güzellikte olduğunu anlatır.
ÇÖZGÜSÜ, İPEK; ATKISI, YÜN
Dünyanın her tarafından gelen malların satıldığı Haleb?in cam işçiliği ve kumaşları çok meşhûrdu. Özellikle kumaşın, Haleb?in ticârî hayatında önemli bir yeri vardı. Kaynaklarda, çözgüsü ipek, atkısı yün olan Halep kumaşının 43 çeşidi olduğundan bahsedilir. Günümüze ulaşan örneklerden hareketle, ipekli, ipekli-pamuklu ve pamuklu olarak dokunan Osmanlı dönemi Halep kumaşlarının alaca, harîr, kutnî/kutnu, sevâî ve döşemelik gibi türleri olduğu bilinmektedir. O dönemde, taklit ve hırsızlığın önüne geçmek maksadıyla kumaşların üzerine, cinsini ve fiyatını gösteren çeşitli damgalar vurulmaktaydı. Halep kumaşlarının da üzerinde özel damgalar vardı. İstanbul?da Halep damgası taşımayan kumaşlara rağbet edilmezdi.
Klasik şiirin ustaları, şiirlerini, bâzen, özgün ve değerli oluşları yönünden Halep kumaşına benzetirlerdi.
ÂB U HEVÂSI HOŞ ŞEHİR
Yumuşak bir iklime sâhip olan Haleb?in havası, pek latif ve hoş; toprağı verimliydi. Tezkiresinde, Haleb?den, ?letâfet-i âb u hevâ ile meşhûr? diye bahseden Safâyî, Arab ve Acem şehirlerinin onu kıskandığını söyler. Hayâtının 22 yılını Haleb?de geçiren şâir Nâbî ise;
Bâ-husûs âb u hevâsı dil-keş
Sâha-i pehn ü binâsı dil-keş
beyitiyle Haleb?in hem havası ve suyunun hem de mîmârî yapısının gönül çekici olduğunu belirtir.
Haleb?in, içildiğinde gönle ferahlık veren berrak suyu vardır:
Bihişt kanda görür hüsninün temâşâsın
Tururken âyîne-i âb-ı dil-güşây-ı Haleb
Kırımlı Rahmî?ye göre, hâlis süte benzeyen bu saf su, insan vücûdunda yağ gibi akmaktadır:
İtmede mû-be-mû aktâr-ı vücûda sereyân
Şîr-i hâlis gibidir âb-ı musaffâ-yı Haleb
Nâbî?ye göre Haleb?in çekiciliği, sâdece havası ve suyunda değildir. Âsâyiş için de en iyi şehirdir. ?Ma?mûre-i ?âlî-şân? yâni, şan ve şerefi en yüksek olan şehirdir. Havası suyu sebebiyle geldiği bu şehirde huzurludur:
Cezbe-i âb u havâ oldu sebeb
Oldu ârâm-gehim şehr-i Haleb
HALEB ŞEHRENGİZİ
Dîvân edebiyatında, şehirlerin veya şehirde yaşayanların çeşitli özellikleriyle anlatıldığı şiirlere, şehrengiz denir. Türk edebiyatında Haleb şehri için yazılmış bilinen tek şehrengiz, Seyrî mahlaslı şâirin Haleb Şehrengizi?dir. 16. asırda yaşayan Seyrî, mesnevi tarzında yazdığı 127 beyitlik şehrengizinde, Haleb şehrinin sâhip olduğu coğrafî ve mîmârî özellikler üzerinde durmamış; şehirde yaşayan 46 güzeli anlatmıştır. Buradaki güzelden maksat, şehrin sevilen çalışkan insanlarıdır. Seyrî?nin şiiri, eserin yazıldığı dönemde Haleb şehrinin ticârî hayatındaki meslekler hakkında bilgi vermesi bakımından önemlidir. Zikrettiği meslekler şunlardır: Sipâhî, müezzin, kâtip, dizdar, müderris, sarraf, şekerci, ipekçi, terzi, kavas, kehhal, tüccar, tabib, attar, takkeci, sâzende, nalbant, sabuncu, bakkal, bezzaz, helvacı.
Seyrî, birçok şehir gezmesine rağmen bu şehirde gördüğü güzeller gibi güzel görmediğini söyler. Her birini ayrı ayrı anlatsa deftere sığmayacaktır:
Yazarsam bunlarun her birini ger
Tahammül eylemez evrâ? u defter
Âşık Garib, asırlar önce Haleb?den ayrılırken şöyle diyordu:
İşte geldim gidiyorum
Şen olasın Haleb şehri
Çok ekmeğin tuzun yedim
Helâl eyle Haleb şehri
Haleb, şen değil. Havasıyla, suyuyla, mîmârisiyle şâirlere ilham veren Haleb târumâr edildi. Evliyâ Çelebi?nin anlattığı bahçeler vîrân oldu. Nâbî?nin şan ve şerefi yüksek şehrinde, emniyet kalmadı. Elimiz kolumuz bağlı.
Ne diyelim?
Hakkını helâl et Haleb şehri!
Kaynaklar: Klasik Türk Şâirinin Dilinden Haleb, Ahmet KARTAL
Seyrî ve Haleb Şehrengizi, Yunus KAPLAN